Nejat İşler: Kendime şaşırıyorum
“Sadece nefes almanın yaşamak olduğu fikrini bize ittirenlere karşı, elimden geldiğince güzel, keyifli, kaliteli yaşamaya çabaladım. Bugünlerde bu bile devrimci bir durum, işçi sınıfı için...”
Nejat da gençti, ben de, ilk tanıştığımız yıllarda. 90’lı yılların başlarıydı herhalde, önce ben Kadıköy’deki konservatuvara girdim, benden birkaç yıl sonra da o Beşiktaş’takine... Oyunculuktan önce Teşvikiye’deki kitap tezgâhında takılırken karşılaşmışlığımız çoktur ama arkadaşlığımız sonraları, aynı sahneyi paylaştığımız dönemde başladı asıl. “Şehnaz Tango”da uzun saçlı karizmatik müzisyen karakteriyle kendine hatırı sayılır bir hayran kitlesi yapmış, yıllar sonra birlikte rol aldığımız “Atları da Vururlar” müzikali için belki ilk kez saçlarını kısacık kestirmişti. O kadar hoşuna gitmişti ki kısa saçlı hali, bir daha hiç uzatmadı. Sahne arkadaşlığımız çok sürmedi, zira Okan Bayülgen, Fikret Kuşkan, Pamela Spence gibi isimlerin de rol aldığı müzikal birkaç ay sonra kalktı, ama nerede karşılaşsak, ayaküstü de olsa, durup bir sohbet eder, hal hatır sormadan geçmeyiz hâlâ. Bodrum’a taşındı taşınalı bu karşılaşmalarımız hep daha seyrek gerçi ama yeni kitabı çıkınca, uzaktan da olsa bir merhaba demeden olmazdı, olmadı da... İşte Mundi etiketiyle çıkan ve içinde Nejat’ın öykülerinin yer aldığı “Ben Hep Senin Yanındaydım” için yaptığımız söyleşi.
Yazı ne anlama geliyor senin için?
Edebiyatı artık ana uğraş dalı olarak mı seçtin kendine, yoksa başka bir işlevi mi var sana özel? Yazdıklarımı yayımlama kararını ben vermedim. İstediler ve bunun birilerine yararı olacağı fikri düştü aklıma. Hayatımda Gümüşlükspor adında ilgi isteyen bir bebek var. O bebeğin mamasını bu şekilde veriyorum. Ayrıca yazdıklarımın okunması hoşuma gitti... Film gibi düşünüp, film gibi sunuyorum kafamdakileri. Dolayısıyla işten uzaklaşamam...
‘Yoktan var etmek zor’
Yazmak da en az oyunculuk kadar bir disiplin işi. Hatta belki daha zor bir disiplin, çünkü oyunculukta riayet etmek zorunda olduğun bir mesai var, çekim var gitmelisin set vardır mesela ya da oyun varsa akşam tiyatroya gidersin vb.. Oysa yazmak için kendi kendini zorlaman gerek bazen. Bu disipline alışabildin mi? Sağ olsunlar, hep bir teslim tarihi durumu var yazıda. Bu bile insanı disipline etmeye yeter. Ancak yoktan yaratmak işi, var olanı canlandırmak işinden zor kesinlikle. Hoşuma gidiyor. Kendime şaşırıyorum yazdıklarımı okuyunca. Zaten oyunculuk yaparken de bilinçaltımı ziyaret etmeyi seviyorum. Yazarken bunu kontrolsüzce yapmak iyi geliyor bana.
İlk kitap daha bildiğimiz Nejat İşler’in dünyasında geçiyordu sanki ama burada çok farklı dünyalara dalmışsın. Yazarlığında yeni bir evre diyebilir miyiz?
Merakla yaşayan biri oldum hep. Bu çok değişik durumları izlememe vesile oldu. Anlatacak çok hikaye biriktirdim. O hikâyeler benim gizli dolabımda hâlâ. İlk kitap, kendimi çok fazla açık ettiğim, (pişman değilim) biraz magazinsel değeri olan bir şekilde çıktı. Bu kitapta, uydurduğum hikâyeleri sunuyorum. Karşılık görürse çok sevineceğim...
Bu seferki kitapta çizimler de var. Çizer Melike Acar ile nasıl kesişti yollarınız?
Ne yalan söyleyeyim, önce çok güzel bir kadın olduğu için çekti dikkatimi. Sonra ortak ilgilerimizin olduğunu fark ettim. Yaptığı işleri onunla tanışmadan evvel zaten seviyordum. Tanışmak da nasip oldu. Hikâyeleri zaten kafamda çektiğim için, en iyi canlandırmayı Melike’nin yapacağını düşündüm. Öyle de oldu...
Genç yaşta önemli bir şöhrete sahip oldun ama sonra onu elinin tersiyle ittin, başka bir hayatı tercih ettin. Şöhret miydi seni huzursuz eden, yoksa başka bir şey mi gördün o dünyada hoşuna gitmeyen?
Bahsettiğin şöhrete 30 yaşımda sahip oldum ben. Çok da erken bir yaş değil. Ancak, İstanbul sokaklarında ve gecelerinde küçük çapta bir şöhrete sahiptim zaten. O haliyle durumdan çok memnundum. Şöhretin bu memleket çapında büyümesi, beraberinde sorunlar getirdi. Olmadığım, sevmediğim şeyler yakıştırıldı bana. Bunun büyümesini izlemek istemedim. Artık çok geç olsa da...
‘Ödün vermedim’
Senin hep sistem karşıtı bir duruşun var. Bu duruşundan da ödün vermiyorsun. Yine de belki biraz daha kapsamlı bir açıklama getirebilirsin bu duruşuna. Özellikle içinde uzun yıllardır yer aldığın sektörü ele alırsak, karşı oldukların neler?
Çocukluktan beri, ailemden ve yaradılışımdan gelen bazı değerlerim var. Sistem ya da düzen dediğimiz şeyle flört ettim yeri geldiğinde. Ancak kendimden fazlaca ödün vermemeye gayret ettim. Sadece nefes almanın yaşamak olduğu fikrini bize ittirenlere karşı, elimden geldiğince güzel, keyifli, kaliteli yaşamaya çabaladım. Bugünlerde bu bile devrimci bir durum, işçi sınıfı için...
Bu karşı duruş iş anlamında zorluyor mu seni? Bu kadar ödünsüz olmasan çok daha rahat bir yaşam sürebilirdin muhakkak..
Zorluyor tabi ki. Fakat iş verenlerimin arasında benimle benzer yerlerden gelen, benzer düşüncelere sahip olduğum, adı bilinmeyen kahramanlar var. Kim olduğumu ve nasıl düşündüğümü gizlemediğim için, bu sahtekârlar dünyasında sempatik bir hale geldim zamanla. Hayatımı küçük kurduğum için, gündelik sorunlarla başa çıkabiliyorum. Tek lüksüm yurtdışı gezilerimdi, o da olmayıversin... u
Bodrum’a taşınmak iyi geldi mi peki sana? Ya da nesi iyi geldi diyelim?
Gönüllü sürgün diyelim. Yoksa “kavgamızın şehri” hâlâ İstanbul...
Bir şeyler değişecek mi sence Türkiye’de?
Değişecek. Dünyadan bağımsız değiliz. Sadece Türkiye’yi gören gözlerin bize faydası yok. Türklere Türkiye satmak manasız. Dünyayı parmaklarında oynatan bir nesil geldi çok şükür. Onlara inanıyorum. Onlarla hareket edeceğim, onlara destek vereceğim elimden geldiğince...
Cumhuriyet Pazar
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- İlk kez tek bir fotonun nasıl göründüğü gösterildi
- 5 yılda Türkiye'nin en büyüğü oldu: Nusret'e de satıyor
- AKOM, İstanbul için 'saat' verdi: Çok kuvvetli geliyor!
- Yıkılması gerekiyor!