"Ne kadar atsam da yetmiyor"

Beşiktaş’ın Alman santrforu Mario Gómez, GQ Türkiye dergisi için objektif karşısına geçti. Gomez “Sırtımdaki formanın da, rakibin de, pozisyonun da önemi yok. Attığım her golde aynı hissi yaşıyorum; önce bir anlık bir huzur, ardından mutluluk. Gol atmanın bana yaşattığı his, hayatımda olan biten her şeyi unutturabilecek kadar güçlü” diyor.

Abone Ol google-news
Yayınlanma: 29.01.2016 - 09:44

1.74 metre boya 80 kilo ağırlığı, gövdesinden kısa bacakları ve kalın baldırlarıyla genç bir oyuncu getirdiler Bayern Münih tesislerine. “Başkan çok ısrar etti, mutlaka denemenizi istiyor” dediler.

Dönemin antrenörü Zlatko Cajkovski, genç adamı görür görmez bastı kahkahayı: “Çıldırdınız mı siz? Bundan futbolcu değil olsa olsa halterci olur, alın götürün şunu gözümün önünden.”

Bu alaycı tavır, 20’nci yüzyılın en büyük golcüsünün kariyerinin başlangıcı oldu. Kariyeri boyunca 585 maçta 533 gol atan bu oyuncu, üstünden kırk yıl geçse kırılamayacak rekorlara imza attı.

İkinci lig takımı Bayern Münih’i futbolun devlerinin arasına taşıdı. Kulübüne üç sezon arka arkaya Şampiyonlar Ligi Kupası kazandırırken, milli takımını dünyanın zirvesine çıkardı.

Attığı gollerin nelere kadir olduğunu en iyi anlatan sözcükler, dönemin bir diğer efsanesi Franz Beckenbauer’e aittir: “Bayern Münih, bugün sahip olduğu her şeyi ona borçlu. Onun golleri olmasa hepimiz antrenman sahasında eski bir tahta sıranın üzerinde kariyerimizi tamamlardık.”

Bu hikayenin kahramanı Gerd Müller, bugün hâlâ Almanya’nın yetiştirdiği gelmiş geçmiş en büyük golcü kabul edilir. Aynı takıma ve ülkeye kazandırdığı kupalarla onun veliahdı olmaya en çok yaklaşmış isimse bu sene ülkemizde arzı endam etmekte. Farklı devrin oyuncuları olduklarını ve fiziksel açıdan birbirlerinden çok farklı olduklarını söyleyebilirsiniz.

Ancak şuna itiraz edemeyeceğinizi biliyorum: Mario Gómez, aynı Gerd Müller gibi, topu iki kale direğinin arasından geçirmekle ilgili engellenemez bir dürtüye sahip. Bu, onun en büyük yeteneği ve o, bu yeteneğinin fazlasıyla farkında.

EN GÜÇLÜ YANIM SEZGİLERİM

Mario Gómez, 2009 yılında altı senelik Stuttgart kariyerini Bundesliga için rekor bir rakamla taçlandırdı.

Futboluna yaşından büyük rakam biçilmiş; Bayern Münih, 24 yaşındaki oyuncu için 35 milyon euro’yu gözden çıkarmıştı.

Ligde attığı 28 golle gol kralı olurken, Şampiyonlar Ligi’nde 8, Almanya Kupası’nda 3 defa fileleri havalandırdı.

O sezon, tüm dünyaya özel bir yeteneği olduğunu resmi olarak ilan etti. Onu özel yapan şeyin ne olduğunu kendisinden duymak istiyorum: “Sanırım en güçlü yanım, sezgilerim. Topun ceza sahası içinde nereye geleceğini tahmin etmekte zorlanmıyorum, o nedenle nerede durmam gerektiğini biliyorum.”

Bu kadar “kolay” atan bir oyuncuya gol atmanın nasıl bir his olduğunu soruyorum: “Sırtımdaki formanın da, rakibin de, pozisyonun da önemi yok. Attığım her golde aynı hissi yaşıyorum; önce bir anlık bir huzur, ardından mutluluk. Gol atmanın bana yaşattığı his, hayatımda olan biten her şeyi unutturabilecek kadar güçlü.”

Mario Gómez’in hikayesi, parladığı bu iki sezonun ardından, aniden yön değiştiriyor. Bayern Münih’teki dördüncü sezonunun ilk üç ayında sahada olamıyor. Takımın yeni teknik direktörü Pep Guardiola, Gómez’in yerini, Mario Mandzukic’i transfer ederek dolduruyor.

“Üst düzey kulüplerde sakatlık geçiren santrforlar için tehdit daha da fazla diyebilir miyiz? Ne de olsa her çocuk golcü olma hayaliyle geçiyor topun başına...” diye soruyorum. Bunu arkasına sığınılacak bir bahane gibi kullanmaya yeltenmiyor: “Bence bunun hangi bölgede oynadığınla bir alakası yok. Herkes için geçerli olan basit bir denklem var. Biri senden daha iyi olduğunu kanıtlayana kadar en iyisi sensin.”

BANA ŞANS VERİLMESİNİ TALEP ETMEM

Gómez, Bayern Münih’te tamamına yakınını yedek kulübesinde geçirdiği son sezonunda, nadiren şans bulduğu her dakikayı değerlendirmiş, takımın en golcü üçüncü oyuncusu olmuştu. Sezonun sonundaysa onu lig şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi Kupası bekliyordu.

“Böyle bir dönemde yedek oturmanın kolay olduğunu söyleyemem ama oyuna her girdiğimde gol atmak, huzurlu olmamı sağlıyordu” dediğinde, her an hazır olmasını neye borçlu olduğunu soruyorum.

“Fiziksel ve zihinsel olarak o zamana kadar maçlara nasıl hazırlanıyorsam, o dönemde de aynı şekilde hazırlanıyordum. Zaten zihinsel olarak hiçbir zaman alışagelmişin dışında bir hazırlanma yöntemim olmadı. Futbol sonuçta sadece bir oyun” diyor.

Yıldız oyuncunun Bayern Münih’ten ayrılmayı hiçbir zaman istemediğini tahmin etmek zor değil. Taraftarlar da onu çok seviyor, her ne kadar forma şansı bulamasa da onu başka bir takım formasıyla görmek istemiyorlardı. Ama takım arkadaşlarının “boğa” lakabını taktığı golcüyü, dünyanın en iyi kulübü bile olsanız yedek kulübesinde zaptetmeniz mümkün değildi.

Gol atamadığı her maç zaman kaybıydı. Üstelik bir sezonu daha yedek kulübesinde geçirirse 2014 Dünya Kupası kadrosu açıklandığında hüsran yaşayacağının da farkındaydı.

NE KADAR GOL ATSAM YETMİYOR

Alman oyuncunun takımdan ayrılacağı haberleri basında yer almaya başlayınca, La Liga’yı tercih edeceği söylentileri hararetlendi. Ancak Gómez, tercihini tek başına sırtlayabileceği bir takımdan yana kullandı.

Fiorentina kulübünün düzenlediği imza törenine 20 binden fazla taraftar katıldı. Sezona iyi başladı. Buradan iyi bir geri dönüş hikayesi çıkacak denmeye başlanmıştı ki, Cagliari ile oynanan maçta, dizinden çok ağır bir şekilde sakatlandı.

Beş ay sahalardan uzak kalan golcünün sakatlığı, belki de olması gerekenden biraz erken sahalara dönmesinin de etkisiyle, Napoli maçında nüksetti. Sezonu kapatmak zorunda kaldı. Bu, Almanya’nın Brezilya’da düzenlenen Dünya Kupası’na onsuz gitmesi anlamına geliyordu. Ve malum, Almanya turnuvadan kupayla döndü.

Yine de Gómez, geçmişte yaşadığı talihsizlikler üzerine fazla kafa yormuyor. Çünkü başına hiç gelmemiş olmasını arzuladığı sakatlıklar için hayıflanmanın, iç huzurundan ve geleceğinden çalmaktan başka bir işe yaramayacağının farkında.

“İnsan kendine inandığı, içindeki gücü keşfettiği ve sahip olduğu yeteneğe güvendiği sürece er ya da geç başarıyı yakalar. Bunun aksi mümkün değil. Ben bu oyunu ve gol atmayı çok seviyorum. Ne kadar çok gol atarsam atayım yetmiyor, hep daha fazlasını istiyorum. Bir şeyi bu kadar çok istediğinizde hiçbir şey sizi yıldıramaz” diye anlatıyor yaşadığı sakatlıklarla nasıl mücadele ettiğini.

Aslında Fiorentina kulübü de oyuncusunun yılmayacağının farkındaydı, o yüzden de Gómez’den vazgeçmek istemiyordu. Ancak ünlü futbolcu, İtalya’da yaşadığı uzun sakatlık döneminin üzerinde yarattığı yükten tamamıyla sıyrılabilmek için, yeni bir sayfa açması gerektiğine inanıyordu. Fiorentina yönetimi, transfer tekliflerini değerlendirmeye razı oldu.

Beşiktaş yönetimi, çok büyük bir transfer başarısına imza attı.

ATILGAN VE AÇ

Son olarak, ilk profesyonel sözleşmesini imzaladığı yıllardaki halini gözünde canlandırmasını ve o genç delikanlıyı birkaç kelimeyle tarif etmesini istiyorum. Gülüyor. “Atılgan ve aç” diyor. Kendisiyle ilgili çıtayı nereye koyduğunu daha iyi anlamamızı sağlamak için de “Ve inanın hâlâ o zamanki kadar açım” diye ekliyor.

Onun hikayesi, güçlü bir adamın nasıl tökezlediğinin değil, tökezledikten sonra nasıl yeniden ayağa kalkacağının hikayesi. Ama bu sefer yolun sonuna odaklanmak yerine, yolculuğun tadını çıkarmaya da kararlı.

OYUNU İYİ OKUMANIZ LAZIM

Beşiktaş’la kariyerinde açtığı bu yeni sayfanın Gómez’e daha ilk günden iyi geldiği ortada. Tabii Gómez’in de şampiyonluk kutlamalarını yeni stadı Vodafone Arena’da yapmayı hedefleyen Beşiktaş’a iyi geldiğini söylemeye gerek yok. Üstelik skora ve oyuna katkısı bir yana, hayat görüşü ve tecrübesiyle de “alana” çok şey vereceği aşikar. Sadece Beşiktaş altyapısının değil, günün birinde futbolcu olmayı hayal eden her gencin, onun sporcu disiplinini rol model alması şart.

O gençler adına, golü koklayan santrfor olmanın sırrını soruyorum: “Öncelikle oyunu iyi okumanız lazım, topun size ulaşmasını sağlamak için nerede durmanız gerektiğini iyi bileceksiniz. Top size geldiğindeyse rakip takımın kalecisine iyi pozisyon alabilmesi için gereken zamanı tanımayacaksınız. Topa vururken de şunu aklınızdan çıkarmayın; kuvvet her şey değildir. Hedefi tutturma oranı, topa hızlı vurmaktan daha kıymetli bir özelliktir.” Gómez bu sözleriyle kolay gol atmakla, golü kolay atmak arasındaki farkın da altını çizmiş oluyor.