Mutluluk ‘Kaf Dağı’nın Ardında’ değil...

CANAN’ın ‘Kaf Dağı’nın Ardında’ sergisi Arter’de 24 Aralık’a kadar açık. Serginin giriş katında ‘cennet’, ara katta ‘araf’, en üst katta da ‘cehennem’ var.

Mutluluk ‘Kaf Dağı’nın Ardında’ değil...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 18.10.2017 - 19:06

Bugünün İstiklal Caddesi’ne giderseniz cenneti, cehennemi ve arafı görebilirsiniz! Beyoğlu’nda yıkımla beraber yürütülen dönüşümün içindeki bir mekânda insanın dönüşümüne işaret eden bir sergi var. Arter’in tüm katlarına yayılan CANAN’ın “Kaf Dağı’nın Ardında” sergisi 24 Aralık’a kadar kapılarını açık tutuyor. Küratörlüğünü Nazlı Gürlek’in üstlendiği bu sergide, giriş katında sizi “cennet”, ara katta “araf”, en üst katta da “cehennem” karşılıyor! Sergiyi ve serginin hissettirdiklerini CANAN’la konuştuk.

-Kaf Dağı, İslam mitolojisinde ulaşılması imkânsız bir yer. Serginin adı imkânsızlığı işaret etse de içeriği insanın kendisine ulaşmasının imkânsız olmadığına vurgu yapıyor... Siz ne dersiniz?

Evet, mutluluğu hep Kaf Dağı’nda ararız. Mutluluğa ulaşamayacağımızı, kurtarıcının da kendimiz olmadığını düşünüyoruz. Kurtarıcıyı, ekonomik anlamda da duygusal anlamda da hep dışarıda arıyoruz. Mutluluğu paylaşmak kolay ama o mutluluğa erişmek çok zor. O mutluluk da sanki çok uzaklarda bir yerde gibi düşünüyoruz, oysa insan kendi içine döndüğünde mutluluğun o kadar da ulaşılmaz ve uzaklarda olmadığını fark ediyor. Bu sergi benim için böyle bir süreçti.

-Peki Canan, Kaf Dağı’nın ardında mı?

Kaf Dağı eğer bu sergide bir önermeyse ve ulaşılması o kadar da zor bir dağ değilse Kaf Dağı’na ulaştım sayılır. Büyük sözler söylemek istemiyorum ama insanın kendine ulaşması zor tabii. Kaf Dağı tasavvuf inancında bilgelik olarak tanımlanır. Niye hırslanıyorum? Neden başarılı olmak, beğenilmek istiyorum? Kendinden biraz dışarı çıkarak bu duyguların nedenini görmek ve farkına varmak önemli. Kaf Dağı’na ulaşma mertebesi bu. Kaf Dağı’na ulaşmak duygularının farkına vararak ve neden bu duyguları yaşadığını anlamak...

-Bizim en büyük zaafımız mutluluğu da huzuru da başkasında aramak mı? O beni severse mutlu olurum, o benim başkanım olursa huzurlu olurum gibiBizim en büyük zaafımız mutluluğu da huzuru da başkasında aramak mı? O beni severse mutlu olurum, o benim başkanım olursa huzurlu olurum gibi.

Çünkü kendimizi yetersiz görüyoruz. Kimse kendini mutlu etme gücünün farkında değil. Çözümü başka yerde arayınca o zaman o mutluluğa bir türlü ulaşamıyoruz. Tıpkı güzellik kavramı gibi. Toplumsal bazı ideal güzellik kavramları var, o kavramlarla baktığınızda, başkalarının gözüyle kendinize baktığınızda yeterince güzel olmadığınızı düşünürsünüz. Halbuki herkes kendince bir farklılığa ve güzelliğe sahip. Karşımızdakiyle acılarımızı paylaşmıyoruz. Paylaşmadıkça köreliyor kalbimiz. Bu her türlü insan ilişkisi için geçerli. Başkalarının bizi kurtarmasını beklemeyeceğiz ama duygularımızı başkalarıyla paylaşacağız.

-Sergi üç kata yayılan cennet, cehennem ve araftan oluşuyor. İnsan da bu üç katmandan oluşmuyor mu? Cennet mutluluklarımız, cehennem korkularımız, arafta boşluklarımız belki de çelişkilerimiz...

Arafı çelişki olarak nitelendirmedim ama bir süreç olarak düşündüm. Bu üçünün bir dengede olması önemli. Tamamen cennette yaşayamayız. Eğer endişelerimizi, kaygılarımızı yani cehennemimizi arafla sorgulayamazsak o cenneti kaybederiz. İstediğiniz katlarda dolaşın ama sürekli aynı katta kalmayın diyoruz.

-Yerin dibinde olarak bildiğimiz cehennem bu sergide en üst katta. Neden cehennem, cennetin yerini aldı?

Böyle bir önermem yok. Giriş katına cenneti yerleştirdim çünkü cennet ulaşılabilir bir yer. Yerin dibi yok burada. Cehennemi zihinsel karmaşa olarak tanımlıyorum, o yüzden üst kata yerleştirdim. Kafamızda dönen endişeler, kaygılar, kuruntular, inanç kalıpları, kontrol etme, otosansür bunlar bizim cehennemlerimiz. Dolayısıyla bu bizim zihinsel karmaşamız. Cennetin günlük yaşamda rahatlıkla uygulanabilir bir şey olduğunu düşünüyorum. Cennette içsel bir huzurla yaşayabiliriz ama kişisel olarak tek başımıza yaşayamayacağımızı düşünüyorum. Paylaşarak cennet olur. Birbirimizi olduğu gibi farklılıklarımızla kabul etmek bir cennet. Öz ihtiyaçlarımızın aynı olduğunu yani sevilmek olduğunu fark etmek de bir cennet. Cennete böyle kavuşabiliriz ama kafamızdaki cehennemlerden nasıl kurtulacağız bilmiyorum.

-Canan bugün cenennetini mi yaşıyor yoksa cehennemini mi?

Arafın sonuna geldim gibi. Cehennemden çıktım ama hâlâ arada bir girip çıkıyorum. Dediğim gibi o katlarda dolaşmak önemli. Bazen cennete de giriyorum galiba ama çoğunlukla arafta dolanıyorum.

-Cennet soru sordurmuyor değil mi? Mutluluk sorgulatmıyor sanki. Araf soruların en çok olduğu yer...

Evet gerçekten cennet sorgulatmıyor. Uçuyorsunuz orada. Sonra hop tekrar arafa... İnsan cennette kalmak istiyor ama hayat sorgulamadan ibaret sanırım. Ama “fark etmek” cenneti tanımlayan bir şey. Bir şeyleri fark ettiğiniz anda orası cennet oluyor. Cennet enstalasyonunun kurgusuna baktığınızda bir el elelik var. Sevgi paylaşımı var. Sevgi paylaşımını fark etmek, başkasına el uzatmak, başkasının el uzatmasını beklemek.

-“Dışarıda çok kötülük var” işi sosyal medyada çok paylaşıldı. Baktığmızda bir tımarhane odası ama o odanın duvarında yazan yoğun sevgi cümlelerini okuduğumda o zaman ben de bu odaya aidim diye düşündüm.

Asıl söylemek istediğim söz buydu. Bir akıl hastanesi odası gibi gözükse de aslında orada bireylerin gerçek özlemleri, tutkuları, aşkları yer alıyor. Bütün odaya yazdığınızda sanki bir patalojik durummuş gibi algılanıyor, oysa o odaya giren herkes bir duygusal bağ kuruyor. Orada nefrete dair bir duygu yok. Belki de bastırılmış bir şey. Sonuçta duyguları gerçekten bastırıyoruz. Bastırdığımız için duygularımızın farkına varmıyoruz. Günlük yaşamda o duygular yokmuş gibi davranıyoruz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon