Müge, yeni teklisi 'Kırmızı Oje'yi yayınladı: Hâlâ umudu olanların şarkısı

Müge, yeni teklisi “Kırmızı Oje'yi geçen hafta yayınladı. Şarkılarında özgür ve tutkulu, âşık ama güçlü kadınların hikâyelerini anlatıyor; “Tutkuları ve arzuyu sadece erkeğin konuşabileceği bir yerden çıkarıp kadının dünyasına taşıyorum” diyor.

Müge, yeni teklisi 'Kırmızı Oje'yi yayınladı: Hâlâ umudu olanların şarkısı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 22.04.2021 - 15:27

Müge, bağımsız ve protest müzik yapan Ankaralı bir müzisyen. “Lolita”, “Beyaz Bralet”, “Gel Bize Bu Gece” ve “Wild Peaches” şarkılarının devamı niteliğinde olan yeni teklisi “Kırmızı Oje”yi geçen hafta dinleyiciyle buluşturdu.

Şarkılarında özgür ve tutkulu, âşık ama güçlü kadınların hikâyelerine yer veren Müge, bu seride biraz daha romantik, aşktan gözü dönmüş, tamamen arzularıyla hareket eden bir kadın hikâyesini aktarıyor ve şarkılarını şu sözlerle anlatıyor:

“Hikâyeleri anlatırken dinleyici bahsedilen aşkların çoğunluğunun toksik ilişkiler olduğunu anlayabiliyor aslında. Fakat toksik ilişkileri öven ve onların içinde ezilen bir kadın yerine erkeklerin dünyasından aşkla sağ çıkmaya çalışan güçlü bir kadından bahsediyorum. ‘Femme fatale’ bir karakter de diyebiliriz belki. Tutkuları ve arzuyu sadece erkeğin konuşabileceği bir yerden çıkarıp kadının dünyasına taşıyorum. Nesneleştirilen, ötekileştirilen, kabaca yalnızca et parçası olarak görülen kadınların tutku ve aşkla olan ilişkisine ışık tutmaya çalışıyorum ki cinsiyetçi anlamlardan kadınların yakasını kurtarabileyim.”

Evindeki minik stüdyosunda ürettiği ve kendi çabalarıyla insanlara ulaştırdığı şarkıları, kadın mücadelesinden, özgürlükten, aşktan, tutkudan izler taşıyor.

“Müzik sektörü bir kadın için oldukça zorlu bir alan. Benim için zorlu olan yolların erkekler için oldukça kolay olduğunu deneyimledikçe kendimi mücadelenin içerisinde buldum” diyen Müge ile yeni teklisini, müzik yolculuğunu, pandemiyi, bağımsız bir müzisyen olmayı ve elbette kadın mücadelesini konuştuk.

HÂLÂ UMUDU OLANLARIN ŞARKISI

“Kırmızı Oje”nin ortaya çıkışından bahsedelim biraz, politik bir şarkı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Aşık ama hakları için hem özel alanda hem kamusal alanda mücadele eden tutkulu bir kadının hikâyesi Kırmızı Oje. Sevdiği adamla bile değerleri uğruna mücadele eden ama onu sevmekten de vazgeçemeyen biraz da hüzünlü bir hikâye. Hafif bir obsesyon hali de var fakat “Dünya bizim için oyun değil direniriz tüm köşelerde ah” diyerek de aslında bu bağlılığın sadece aşk üzerine olduğunu görebiliyoruz. Bir yandan gizli bir eşitlik talebi de var çünkü. En sevdiğim bölümlerden biri de “Tüm kutsalların yarattığı canavarlarla savaşırken ah! Aşktan yana oynarız kozumuzu kaybetsek bile baştan!” kısmı. Bu şarkı hem bir kadının cinselliği konuşabilmesi açısından politik hem de bulunduğumuz şartların içerisinde kendisine yalnızca kötülükle mücadele içerisinde yer bulabildiği için politik. Abartılı, gerçek olmayan aşk şarkılarının tahakkümü yeniden ürettiğini düşünüyorum. O yüzden şarkılarımda var olmayan bir romantizmden ziyade gerçekliği olduğu gibi güzellemeyi seviyorum. “Kırmızı Oje” de tüm bu karmaşa ve mücadele içerisinde hala aşk için umudu olanların şarkısı diyebiliriz.

Şarkılarınız kadın mücadelesinden, özgürlükten izler taşıyor.. Siz kariyer yolculuğunuzda nasıl zorluklarla karşılaştınız, nasıl mücadele ettiniz?

Müzik sektörü bir kadın için oldukça zorlu bir alan. Özellikle de yeteneği dışında etiketlenmekten hoşlanmayan, güzel kadın etiketiyle övülürken içten içe kötülenen ve şeytanlaştırılan, kıyafetleri üzerinden değersizleştirilen, fikirleriyle değil de yalnızca seksi bir kadın olmasıyla ilgilenilen benim gibi kadınlar için. Haliyle benim için zorlu olan yolların erkekler için oldukça kolay olduğunu deneyimledikçe kendimi bu mücadelenin içerisinde buldum. Çocukken de sadece annemle iki kadın birlikte bir hayat sürdük. Boşanmış kadınlara ve onların çocuklarına yapılan zulmü çocukluktan beri iyi bilirim. O yüzden bu sistemi besleyecek her şeyden uzak durarak müzik yapmak hayata tutunmak istedim. Sonrasında ise hem kendi sonumu kendim yazmaya yemin ettim hem de benim yaşadıklarımı kimse yaşamasın diye mücadele etmek için çabaladım.

KADIN KADININ YURDUDUR

Bir yandan da Hacettepe Üniversitesi İletişim Bilimleri’nde doktoraya devam ediyorsunuz..

Sadece müzisyen olabilirdim fakat müzisyen bir kadın olmam onların istediği şeye dönüşmem olur diye akademiye de devam ettim. Kendimi eğittim. İnsanları dönüştürmek istiyorsam herkesten daha çok çalışmam gerekecekti çünkü. Yakın çevremde bu dönüşümü başardım da diyebilirim. Toplumsal cinsiyet meseleleri ile de doktorada aldığım insan hakları dersiyle tanıştım kuramsal olarak. Aradığım tüm cevapları buldum. Başta Doç. Dr. Nevin Yıldız Hoca’m olmak üzere çok değerli akademisyenlerden dayanışmayı ve mücadele ederek hayata daha umutlu tutunmayı öğrendim. Çünkü toplumsal yapılarda müzisyen bir kadın olmak ne kadar zorsa akademik alanda da o denli zordu. Hâlâ zor ama doktorada hayatımda ilk kez şarkıcı kadın bir akademisyen adayı olarak varlığımın olduğu gibi kabul edildiğini hissettim. Ne olduğum değil neyi dert ettiğimle ilgiliydiler. Kadın kadının kurdu diyenlere inat kadın kadının yurdudur dedik hep birlikte yüksek sesle. O yüzden başka dünyaların mümkünlüğünü müziğimde de hissettirmek istedim.

‘KADINLAR ÖLÜYOR, ÖLDÜRÜLÜYOR’

Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi neler hissettirdi size?

İstanbul Sözleşmesi’nin tartışmaya açılması kadın cinayetlerinin bu kadar yaygın olduğu bir iklimde çok talihsiz bir karar. Kadın mücadelesi partiler ve ideolojiler üstü bir yerde çünkü en temel hakkımızı korumaya çalışıyoruz henüz. Yaşama hakkımızı. Bu kararın alınması sadece kadınlar açısından değil iktidar açısından da yıkıcı ve acilen geri adım atılması gereken bir karar. Ortada olgusal bir gerçeklik var eğilip bükülemeyen: Kadınlar ölüyor, öldürülüyor. Atılan her adım kimin yanında duracağınızın göstergesi aslında. Katillerin mi? Kadınların mı? Bu yüzden devlet büyüklerinden beklentim siyasi kaygıları bir kenara bırakıp en temel haklarını savunan bir harekete karşı daha yapıcı adımlar atması ve söylemlerde bulunması. Bu konuda inanılmaz üzgünüm. Sosyal medyadaki her kadın cinayeti haberinde günlerce uykusuz kalıp davaları takip ediyorum bazen.

‘BU HASRET BİZİM’

İlgili bir dava var mı hatırladığınız?

Şule Çet davalarına katıldım. Katillerden biri şöyle demişti hakime; “Bu kadınlar yaygara koparmasa siz de biliyorsunuz ki biz ceza almayacaktık.” Bu beni o kadar derinden sarstı ki. Bu sözleri dinlerken yanımda piercingli ve kısa saçlı bir kadın diğer yanımda türbanlı bir kadın oturuyordu. Birbirimizi tanımıyoruz. Aynı anda el ele tutuşup göz göze geldik. Hem dayanışmamızın haklı gururu hem de sistemde ne kadar savunmasız olduğumuzun hüznü vardı gözlerimizde. İşte İstanbul Sözleşmesi tüm kapsayıcılığıyla hepimiz için bu yüzden var. Yalnız bırakılan kadınları ve çocukları da korusun diye. Sesini duymadığımız duyuramadığımız kadınların sesi olsun diye. Ek olarak; bu durumun LGBTİQ+ hareketine mal edilerek tartışılması da korkunç. 2021 yılında halen kimin kimle seviştiği üzerinden kararlar almak ve insanları ötekileştirmek tüm topluma zarar verir. Devletlerin önceliği yaşama hakkını korumak, adaleti ve eşitliği sağlamak olmalı. Nazım’ın dediği gibi; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine; bu hasret bizim.”

‘HEPİMİZ EVSİZ, YURTSUZ, İŞSİZ KALDIK’

Pandemi döneminde kültür sanat alanı ve emekçileri büyük darbeler aldı; çok sayıda insan işsiz kaldı, müzisyenler intihar etti. Yaşananlar sizi nasıl etkiledi?

Çok üzgünüm. Hepimiz için. Müzik dünyası ışıkçısı, sesçisi, rodisi, barmeni, güvenliği, müzisyeni, garsonu, menajeri, servis şoförü, kapıda bekleyen midyecisi, taksicisi, biletçisi o kadar fazla insanı kapsayan bir dünya ki. Hepimiz evsiz, yurtsuz ve işsiz kaldık. Müzik her yerde ama müzisyenin adı yok. Müzik emekçisinin adı yok. Enstrümanlarını satan, intihar eden, müziği temelli bırakan o kadar çok insan kaybettik ki. Gelecekten de umutsuzum açıkçası. Müziği özel kılan en özel alanlardan biri sahne ve temas. Fakat bu şartlarla uzun bir süre daha çok mümkün gözükmüyor. Ben evde şarkı üretmeye, kendimi eğitmeye devam ettim ama şarkı kaydederken hep sahnede nasıl okurum hayaliyle üretirim. Bir gün durdum ve kayıt esnasında ağlamaya başladım. Senelerdir emek verdiğimiz, ekmek yediğimiz her şey yok olup gitmiş gibi. Yine de eğer müzisyenlere azıcık umut olmak isteyen varsa dinleyicilerden ricam sevdiğiniz müzisyenleri desteklemeniz. Sizin için önemsiz görünen onların şarkılarını dijital ortamda dinlemek, paylaşmak gibi eylemler şu an için tüm müzisyenlerin tek geçim kaynağı o nedenle sevdiğiniz müzisyenleri dinleyin, paylaşın ve destekleyin. Devletin de acilen tüm müzik emekçileri için kalıcı çözümler ve politikalar üretmesi gerekli.

‘BU SAVAŞI DERDİ OLANLAR KAZANACAK’

Eskiden hem üretim hem de dağıtım için plak şirketlerine neredeyse mecburdu sanatçılar, ama bugün çok daha kolay ulaşılabilir dijital araçlarla müziğinizi üretebilir, internet ve dijital platformlar sayesinde dinleyiciye ulaştırabilir ve sosyal medyada kendi tanıtımınızı yapabilirsiniz. Siz bağımsız bir müzisyen olarak dijital çağda müzisyenler ve plak şirketleri arasındaki bu dinamiği nasıl yorumluyorsunuz?

Eskiden şarkı üretimi daha kolektif bir eylemdi. Büyük stüdyolar, orkestralar gerekliydi. Hem bu süreçlerin hem de halkla ilişkiler sürecinin yönetimi için şirketlere maddi ve manevi ihtiyaç duyuluyordu. Fakat dijital teknoloji ve neoliberalizm ile birlikte hem üretim süreçleri evlere ya da minik stüdyolara evrildi hem de dağıtım süreçleri de benzer şekilde bir şirketin tekelinden çıktı. İki sistemin de eksileri artıları var. Fakat günümüze bakmamız gerekirse müzik şirketlerinden bağımsız var olabilmeyi özgürleştirici buluyorum. Öncelikle eseriniz üzerindeki her türlü hak size ait oluyor. Sansür, ticari kaygı ve ana akım müzik üretme zorunluluğunuz ortadan kalkıyor. Üretirken ve dağıtırken daha özgürsünüz. Diğer yandan rapin beklenmeyen ivmesi ve müzik piyasasında ana akımlaşmasıyla gördük ki aslında müzik şirketleri trend yaratmayı dert edinmiyorlar kendilerine bu nedenle öyle bir donanımları da yok. Genellikle sadece ticari kaygı üzerine kurulu oldukları için sanata, ayrık seslere değil ana akımlaşmış popüler birbirine benzer işlere yatırım yapmayı tercih ediyorlar. Bu bir tercih sonuçta hepsi kâr odaklı kurulmuş şirketler o nedenle bu kısmı çok dert etmiyorum kendime, eleştirmiyorum da. Çünkü maliyetleri düşürüp tüm haklarımı devrettiğim bir şirketle çalışma fikri bana da sıcak gelmiyor açıkçası. Ya da kadın hakları mücadelesi verirken “bir kadın olarak” ile başlayan cümlelerin şarkılarıma sansür beklentisiyle devam etmesinden de hoşlanmıyorum. Ama onların da yakın zamanda dönüşeceklerine inanıyorum. Bunun sebebi olarak ise günümüz müziğine iki şekilde bakmak yerinde olabilir; ilki ticari amaçla formüllerle üretilen müzikler ikincisi ise derdi olan, insanları başka dünyalara konuk etmek isteyen ve onları aptal yerine koyarak değil de bağ kurabilmek için üretilen müzikler. Bu savaşı ise kısa vadede kâr etmek isteyenlerin ama uzun vadede ise derdi olanların kazanacağına inanıyorum. Bu nedenle şirketler de daha dengeli bir dönüşüm içerisine girebilirler diye umuyorum. Sanırım bağımsız müzisyenlerin çoğunluğu da benimle aynı fikirde ki günlük hesapları dışlayıp büyük riskler alarak büyük eserler ortaya çıkarmaya çabalıyoruz.

ÜÇ DİSİPLİNE YASLANAN BİR HAYAT

Müge müzik üretimini de Müge ismi üzerinden sürdürüyor. Soyadını eril bir sistemin temsili olduğu için kullanmıyor. Bağımsız ve protest müzik yapıyor. Ankara Üniversitesi Bilgi ve Belge Yönetimi Bölümü’nden mezun. Hacettepe Üniversitesi İletişim Bilimleri’nde doktoraya halen devam ediyor. Müzikle birlikte üç disipline yaslanan bir hayatı var. Biraz fazla karmaşaya yol açsa da bazen, akademik hayatın müzikle oldukça iç içe olduğunu düşünüyor. Aynı zamanda müzik üretimindeki ayrıksı yolu da akademiye borçlu olduğunu düşünüyor. Profesyonel olarak müzik hayatına TRT Ankara Radyosu Türk Sanat Müziği Gençlik Korosu’nda başladı. Daha sonra O Ses Türkiye’nin ilk sezonuna katıldı. İyi bir dereceyle elendikten sonra 2012 yılında Türkçe, İngilizce repertuar ile çeşitli şehirlerde sahne aldı. Uzun süreli çalıştığı şehirler Ankara/Eskişehir/Kaş/Bodrum ara ara da İstanbul. Müziği ve dinleyiciyi keşfetmek için biraz uzun süren göçebe bir hayat yaşadı.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler