Melisa Sözen: Alya'yla karanlığa dalıp sonra ışığa kavuştum
Melisa Sözen'in Kırmızı Oda'nın Alyası ile hepimizin hayatının tam ortasına bıraktığı kız çocuğu kendi yolunu buldu. Kapkara, kocaman gözlü, pamuk yürekli Melisa Sözen'in yolunu dinledik.
Fotoğraf: VEDAT ARIK
Binnur Kaya onu diziden uğurlarken "Bir varmış, bir yokmuş... Güzel memleketimin, güzel insanları yaşadıkları acıları içlerine gömerken, bir prenses onlardan birine nefesini üflemiş, acılarını dillendirmiş ve can katmış canına... Prenses Melisa... Bağrımıza basıp şefkatle saçlarını okşamak istediğimiz bir can bıraktın hayatlarımıza. Dilerim hayat da senin saçlarını şefkatle okşayıp gözünden sakınsın seni... Bizi onurlandırdın... Güle güle git, yolların açık olsun. Şimdiden özledim" dedi. Melisa Sözen'in Kırmızı Oda'nın Alyasıyla hepimizin hayatının tam ortasına bıraktığı kız çocuğu kendi yolunu buldu. Kapkara, kocaman gözlü, pamuk yürekli Melisa Sözen'in yolunu dinledik...
- Koronavirüslü günler nasıl geçiyor? Hepimizin hayatında birşeyler değişti, baktık ki kıymet verdiklerimiz aslında gereksizmiş... Gereksiz gördüklerimiz ise vazgeçilmezlerimiz haline gelmiş. Siz bu süreçten neler öğrendiniz, nelerden vazgeçtiniz, nelerin farkına vardınız?
İlk şaşkınlık ve paniği atlattıktan sonra beynim bu kocaman boşluğu nasıl doldururum diye düşünmeye başladı, internet üzerinden Yunan mitolojisi ve felsefe derslerine yazıldım, gitar öğrenmeye başladım, spor yapmaya gayret ettim. Sanırım kendini meşgul ederek dağılmama gayreti oldu ilk başlarda. İnsanlar verimli hissetmek istedi kendini. Ben bu saydıklarımın hepsine çok fazla devam edemedim. Çok severek ilgileniyordum ama bir yerden sonra aslında durmaya ihtiyacım olduğunu da gördüm. Galiba herkes bir şeylerle ilgilenirken öylece durunca kendimi kötü, eksik hissetmiştim. Ama en önemlisi sigarayı bıraktım. Senelerdir en çok istediğim şeydi sonunda başardım.
- 35 yaşındasınız, eski zamanlarda yolun yarısı ediyordu, şimdi işler değişti ama, yine de sorayım. Nasıl bir yaştasınız? Eski Melisa Sözen'e göre kendinizde ne gibi değişimler hissediyorsunuz, gözlemliyorsunuz? Hayata, insanlara bakışınız değişti mi?
Eskiden derlerdi 30’lar çok güzel, hele 40’larda gör bak nasıl hafifleyeceksin diye... Doğruymuş. Ama bu demek değil ki sancısız, tasasız bir ferahlık içindeyim. Benim için çok zor zamanları da içinde barındıran çok kıymetli bir 5 yıl oldu. Kendimde gözlemlediğim en büyük fark: “Evet” ve “hayır”larım netleşti, kendimi ifade ederken çok daha net ve rahatım. Bir gruba, bir fikre, bir şekle ait olmak zorunda hissetmiyorum kendimi. Sabit fikirlilikten kurtulmanın ve değişime açık olmanın gücünü daha iyi anlıyorum. Kendimi kendimle kıyaslamayı öğretti son 5 yıl bana, kendimin en iyi versiyonu olmak istiyorum. Bu müthiş bir rahatlama.
- Fransız basını Kış Uykusu'ndaki rolünüzle sizden çok söz etti. Hatta komitenin En İyi Film Ödülü'nü Kış Uykusu aldığı, dolayısıyla ikinci ödülü de aynı filme vermek istemedikleri için hak ettiğiniz halde size ödül verilmediği yazıldı. Cannes'da En iyi Kadın Oyuncu ödülünü Julianne Moore aldı. Neler hissettiniz?
Ne yazık ki festivalin böyle bir kuralı varmış. Ben festival sona erip İstanbul’a vardığımda almıştım bu haberi, elbette ki üzüldüm ama duymak bile çok mutlu etmişti beni. Palm d’Ore aldığına üzülmemeli bir insan.
- Alya karakteri size neler hissettirdi, kilitli duran bazı kapılarınızı açtı mı? Setten eve dönünce üstünüzde neler kaldı? Sizi zorlayan yanları ve karakterin sevdiğiniz özellikleri...
Okuduğum ilk andan itibaren Cem’e (Karcı, yönetmenimiz) dedim ki “ben onu çok iyi anlıyorum, onu çok seviyorum ve onun hikâyesini anlatmayı çok istiyorum”. Şu an her şey çok taze, set daha yeni bitti sayılır o yüzden hala içinde hissediyorum kendimi. Aradan biraz zaman geçince her şey daha net oturacak ve daha iyi ifade edebileceğim hislerimi. Alya’yı oynarken kendi yaralarımdan kaçmadım, onunla birlikte karanlığa dalıp sonra da ışığa kavuştum. Şimdi size biraz şairane geliyor tahminen ama romantize etmek değil niyetim. Dedim ya daha yeni vedalaştık. Alya’nın kendini ifade etme biçimine, çektiği her şeye rağmen, herkes tarafından dışlanmış olmasına rağmen kendi dünyasını yaratıp hayatta kalma azmine, “ben buradayım beni görün” diyebilmesine hayranım. İnsanın kendi zaaflarını, acılarını, açlıklarını ortaya dökmesi ve onları sahiplenmesi çok zor bir şey, çok güçlü bir karaktere sahip olması lazım insanın ama Alya bunu başardı, hiç pes etmedi. Ona hayranım. Her neredeyse ve bir gün bunları okursa onu çok sevdiğimi bilmesini isterim.
- Psikolojiyi konu alan diziler Türkiye'de hiç olmadığı kadar ilgi görüyor. İnsanın insana ettiği, en yakınlarının insana ettikleri, özensizlikler, kadın erkek ilişkilerindeki aksaklıklar... Sizce bu diziler sayesinde bir farkındalık oluşur mu, toplum kendi kendini tedavi etmede bir adım atar mı? Deli diye yaftaladıklarımıza bir kere daha dönüp bakar mıyız?
Haklısınız... Pandemi sürecine denk gelmesinin de etkisi büyük bence. İnsan çektiği sıkıntıda yalnız olmadığını bilmek istiyor sanırım, korkusunu paylaşmak, bir tek kendisinin başına gelmediğini duymak. Hem buna vesile oluyor hem de bilinçlenme, şifalanma isteğinde olduğumuzu düşündürüyor bana. Kimileri de içindeki karanlığa bakıyor, o karanlığın nelere mal olduğuna... Şunu da düşünüyorum; belki de insan, o karanlığın nereden doğduğunu bilirse nasıl iyileşeceğini de bulur.
- Alya'nın üstünden çıkaramadığı hırkası gibi... Sizin de üstünüzden atamadıklarınız var mı? Belki bir his, ya da kızgınlık, yaşanmışlıkların bıraktığı tortular...
Elbette var. Onlara tutunmamaya, sığınmamaya çalışıyorum hep. Nasıl başımıza gelenler bizi biz yapıyorsa, bitmiş gitmiş, geride kalmış mutsuzluklar da bizi ilerlemekten alıkoyuyor. Onlar iyileştikçe hayat yeni bir başlangıç yapmama müsaade ediyormuş gibi hissediyorum.
- Alya rolü size nasıl geldi, karakterle karşılaştığınızda neler hissettiniz, role nasıl hazırlandınız?
Aslında ben başka bir role hazırlanıyordum Kırmızı Oda için ama o karakter ileriki bölümlere ertelendi, derken Alya’nın hikayesini yazdılar ve yönetmenimiz Cem Karcı bu rolü oynamalısın dedi. Senaryoyu okuduktan hemen sonra Hayata Dön kitabını alıp soluksuz okudum. Gülseren Hanım’la görüntülü konuşma yaptık ve bir de kendisinden dinledim. Ardından Cem ve Binnur’la birlikte provalar yaptık ve kısa bir süre sonra da başladık çekimlere. İyi ki Alya’nın hikayesinin bir parçası oldum.
- Alya sevgiye aç, sevilmek istiyor, bir yandan da karşısındaki insanı sürekli deniyor, kızdırıyor, sabrını zorluyor. Hayatınızda böyle insanlarla karşılaştınız mı? Onlara nasıl davrandınız, zırhlarını delebildiniz mi, yoksa vaz mı geçtiniz?
Hepimizin temelde ihtiyacı olan şey bu. Sevilmek. Onaylanmak. Başımızın okşanması. Varlığımızın kabul görmesi. Buna ben de dahilim tanıdığım herkes de. Sadece farklı geçmişlerden geliyoruz, kimimiz daha aç o sevgiye kimimiz daha şanslı. Bu sebeple ben artık ne zaman hırçın ya da kızgın birini görsem önce anlamaya gayret ediyorum, belki de başka bir şeyi ifade etmeye çalışıyor. Kendi tepkilerimi de aynı şekilde yokluyorum, altındaki sebebi bulmak ve becerebilirsem iyileştirmek istiyorum.
- Kırmızı Oda'nın üçüncü bölümünde Alya, bir seans önce çok kızdırdığı terapistine bir oda dolusu çiçek gönderip kendini affettirmeye çalışıyor. Affedilmek için siz ne yaparsınız?
Ben kolay özür dileyen biriyim. Hatamı kabul etmekten çekinmem, kırdığım kalbi tamir etmek için de elimden geleni yaparım. Herkesin hata yapabileceğini biliyorum. Kendime de o hakkı tanıyorum. İnsanların başkalarının hatalarını büyütmesini, onun üzerinden beslenmesini ya da onu yererek kendini yüceltmesini son derece sağlıksız ve yapay buluyorum. Bir şeyleri öğrenmek için önce bilmiyor olmak gerek, tamir edebilmek için bazen kırmış olmak gerek, doğruları bulmak için de hata yapmış olmamız gerekli. Dolayısıyla kimseyi yargılamayı sevmem ben. Hatasını telafi etmeye, içtenlikle özür dilemeye çalışan insanlara da olaydan ders çıkarmayı başardığı için sevinmek yerine “tepki gördü diye geri basıyor işte” gibi yaklaşılmasına hele inanılmaz şaşırıyorum.
- Kendinize neleri dert edersiniz? Neler sizi mutlu eder, neleri affetmezsiniz?
Şunu bunu affetmem demek istemem, ruhumda yük taşımak istemiyorum o yüzden ne yargılamayı ne de kin tutmayı severim. Rijit bir kişiliğim yok, hani insanlar bir beğeni bir övgü sözü olarak “hiç değişme” derler ya ben hiç hoşlanmam bu cümleden. Umarım değişirim, umarım değişiriz ancak bu şekilde gelişir insan, sabit fikirli olmaz, yenilenir. Değişim korkulacak bir şey olmamalı. Toplum olarak da kendimizi bir yerde sabit durmaya, bir fikri ağızdan çıktıysa ömür billah savunmaya zorluyoruz gibi hissediyorum ve bunu tehlikeli buluyorum. Kusurunu fark edip özür dileyen yahut yanlışından döneni bile yaftalayabiliyoruz. Bunları dert ediyorum işte ben. Mutluluklarımsa çok fazla, hiç tanımadığım biri yoldan geçerken bana gülümsedi diye bile mutlu olurum ben.
- Ortalamanın üstünde bir zeka, fazla farkındalık, sezgilerin açık olması sizce iyi mi kötü mü? Bazı şeyleri görmemek, anlamamak, sezmemek daha mı iyi, hangisini tercih edersiniz? Özellikle Türkiye şartlarında...
Bence daha iyi ama kesinlikle daha zor bir hayatı da beraberinde getiriyor. Farkındalık empatiyi geliştiriyor, empati uzlaşmayı getiriyor ve bu da kimilerinin orta yolculuk olarak negatif anlamda kullandığı ama aslında her fikri anlamaya açık olma halini, dönüşmeye, değişmeye direnmeme, kibirli olmamak gibi aslında bizi daha yaşanası bir dünyaya kavuşturacak özellikleri sağlıyor. Aynı ölçüde de hassas oluyor insan, biraz daha kırılgan oluyor, o yüzden de deriyi kalınlaştırmak gerek. Duygularımızı anlamak ama esiri olmamak istiyorum ben.
- İnsanlardan canınızı yaksa da gerçekleri duymayı mı tercih edersiniz, yoksa tam tersi mi? Gerçeklerle aranız nasıl?
Her zaman gerçekleri duymayı yeğlerim, kendi kendimi kandırmayı da sevmem ben. Değişmeye, dönüşmeye, iyileşmeye, hafiflemeye inanıyorum ben. Gerçekler de bunlara yardım ediyor.
- Binnur Kaya ile karşılıklı oynamak nasıl? Size neler kattı?
Binnur’suz düşünemiyorum bu yolculuğu. Çok seviyorum onu. Meslektaşı olarak hayranım ona. Çok zor bir rol oynuyor. Alışılmışın dışında bir psikiyatrist izliyoruz Kırmızı Oda’da. Gülseren Hanım'ın bizzat kendisinin onayından geçen ve yine kendisinden yola çıkılan Doktor Hanım’ı öyle incelikle oynuyor ki... Dilerim daha birçok projede karşılıklı oynarız, ben hiç doyamadım Binnur’a.
- Terapiye inanır mısınız?
Ben asıl terapisiz bir hayata inanamıyorum. Sadece kriz anları, kayıplar, mutsuzluklarda sığınılan ve destek alınan bir yöntem değil benim için. İnsanın kendini ve dünyayı anlayabilmesi, keşfedebilmesi için en kuvvetli anahtarlardan biri olduğunu düşünüyorum. Neyi hangi sebeple yapıyor olduğuna bakmak, bunun ne kadarının tercih ne kadarının öğretilmiş- dayatılmış olduğunu anlamak ve kabuğunu kırıp dipte yatanı keşfetmek paha biçilmez bir şey.
- Normal sizce bir illüzyon mu?
Öyle olduğunu düşünüyorum ama “kesinlikle” böyledir diyemem.
- Sizi en çok ne sinirlendirir, nelere tepkisiz kalamazsınız?
Haksızlık, kötülüğün yüceltilmesi...
- Alya sizi değiştirdi mi?
Hem de çok. Tam olarak son bölüm öncesi yazdığım gibi: hayatımın bir dönemini aldı, şifalandırdı, sarıp sarmaladı. Alya’yla çıktığım bu yolculuğun ömrümün en kıymetli dönemlerinden biri olduğunu biliyorum. Geriye bir tatlı huzur kaldı.
- Setlerde durum nasıl? Gerek koronavirüs, gerekse çalışma şartları açısından. Yerli diziler hala yersiz uzun mu?
Kesinlikle yerli diziler hala yersiz uzun. Dijital platformların hayatımıza girmesi televizyonu olumlu anlamda etkiler diye düşünmüştüm ama kısalmak bir yana gittikçe uzuyor bölümler. İçeriğin ve çekim kalitesinin artması, çalışma şartlarının düzelmesi için önünde sonunda yapılmak zorunda olan bu aslında. Seyirciyi kısa sürede kendinden bıktırmayan ve işlerin ömrünü uzatacak olan da bu.
- Eğlenceli bir insan mısınız?
Evet eğlenceli bir insanımdır, gülmeyi çok severim hatta yaramaz bir yanım olduğu bile söylenebilir.
- Neşelenmek için ne yaparsınız?
Stand up izlerim, arkadaşlarımla buluşur kahve içerim. Biraz o zamanki duruma bağlı.
- Sevgilinizin en çok nesine gülersiniz?
Kelime oyunlarına.
- Pop mu rock mu?
Rock.
- Hangisini seçersiniz ve neden?
* mış gibi yaparım
*Olduğum gibi görünürüm.
Birincisi tersini neden tercih edeyim ki? Ve ikincisi mesleğim gereği ne kadar kendime yaklaşıp şeffaflaşırsam empatimi geliştirip yeni karakterlere o kadar yer açabileceğime inanıyorum.
- Komedi mi dram mı?
Komedi.
- Kedi mi köpek mi?
Bu soruyu kedim cevaplıyor.
- Fenerbahçe mi Beşiktaş mı?
Artık takım tutmuyorum ama futbol seyretmekten zevk alıyorum.
- Büyüyünce geçer mi?
Yüzde yüz!
- Botoks mu dolgu mu? Hiçbiri mi? Neden?
Botoks efenim, dolgu işini riskli buluyorum.
- En son neye kahkahalarla güldünüz?
Arkadaşlarımla yaptığım görüntülü konuşmada.
- Çay mı, kahve mi?
İkisi de.
- Kimlere 'Sana ne!' dersiniz?
Haddini arsızca aşan insanlara derim.
- Hangi dizileri izliyorsunuz?
En son Queen’s Gambit, The Crown ve The Hounting Hill serisini izledim.
En Çok Okunan Haberler
- Avrasya tüneli trafiğe kapatıldı!
- İtirafçı Nevzat Bahtiyar'dan sürpriz hamle geldi
- Nasuh Mahruki'nin tutuklanma gerekçesi belli oldu!
- Elektronik kelepçeyi kırıp cinayet işledi
- Cem Garipoğlu soruşturmasında karar!
- Beşiktaş'tan Talisca açıklaması: 'Karar verilmiştir'
- Albaya verilen ceza belli oldu!
- MSB açıklamasında 'Erdoğan' ayrıntısı
- Kaynanasını hiçbir zaman sevemeyen 4 kadın burcu
- Teğmenlerin avukatlarından açıklama geldi!