Kürşat Başar: İnsanlar bazen ölümden daha korkutucu
Kürşat Başar’ın ilk kez 25 yaşındayken yayınlanan, Haldun Taner Öykü Ödüllü ilk kitabı Dışarıda Kötülük Vardı Mehmet Güleryüz çizimleriyle tekrar yayımlandı.
Kürşat Başar’ın Dışarıda Kötülük Vardı kitabındaki öyküler zamansız çizimler etkileyici. Başar ile aradan geçen bu uzun sürede yaşadığımız değişimleri, hayatı ve lezzetli yemekleri uzun uzun konuştuk. Nice 30 yıllara…
- “Dışarıda Kötülük Vardı” Mehmet Güleryüz çizimleriyle 30 yıl sonra tekrar basıldı. Geçen yıllarda Kürşat Başar’da neler değişti?
Gerçekten uzun bir zaman... Bu kitaplarda ilk gençlik yıllarını yaşayan insanların ve tabii benim, o yıllardaki duygularımız, düşüncelerimiz, hayatla hesaplaşmalarımız yer alıyordu. Daha sonraki kitaplarda da edebiyat anlayışım çok fazla değişmedi ama sanıyorum daha sadeleşti. Aslında benim hayatım da aynı şekilde bu 30 yılda daha sadeleşti.
- Kitap “İnsan kendini bir başkasına anlatırsa arınabilir mi?” ile başlıyor. Çok etkileyici. Dostlukların tükendiği hatta arınmak için işin profesyonellerine başvurduğumuz bu hızlı çağda anlattıkça arınabilir miyiz?
Belki rahatlayabilir ya da günah çıkartarak arındığına inanabilir ama insanın vicdanı dönüştürülebilecek, ayarlanabilecek birşey değil. Suçluluk duygusu kime ne anlatırsanız anlatın bence hep içinizde bir yerde kalıyor.
- “Hem ölüm yeni birşey değildi ki, zor birşey değildi ki, insanlar kadar korkutucu değildi ki!” İnsanlar ölümden daha mı korkutucu?
Tabii bu cümleler bazı olayları yaşayan genç insanların o olayın içinde yaşadıkları duyguları, düşünceleri ifade ediyor. Bazen gerçekten insanlar daha korkutucudur çünkü ölüm sonuçta kimi zaman bir kurtuluştur.
- Hâlâ “Ben Kimim” sorgulamaları devam ediyor mu? Yoksa artık yaşıyorum diyebiliyor musunuz?
Evet ben kimim sorusuna cevap aramak hiç bitmiyor. Kendimle, yazdıklarımla, yaptıklarımla bunca yıldır didişip durdum. Bu herhalde insanın elinde olan birşey değil. Kendiliğinden olan birşey. Genetik kod gibi... Bazen artık yoruldun, keyfine bak, kendinle uğraşmayı bırak diyorum hatta buna baya ikna oluyorum ama pek uzun sürmüyor.
- Son dönemde dünyada, ülkemizde yayınlanan romanları incelediğimizde satış odaklı ya da güncel konuların ağırlıklı olarak işlendiğini görüyoruz. Halbuki sizin yıllar önce yazdığınız romanı okuduğumda hiçbir trendin etkisinde kalmadığınızı hatta ilk yayımlandığı yıllarda yenilikçi bir bakış açısıyla yazıldığını söyleyebilirim. Gündem ya da satış baskısı olmadan sadece kendi istediklerinizi yazmak kolay bir şey değil sanki. Ne dersiniz?
Evet aslında eskiden daha da zordu. Çünkü şimdiki gibi kolay basılmıyordu kitaplar. Ama ben ilk öykülerimi yazarken bunları ille de kitap haline getirmek veya yazar olmak gibi bir derdim yoktu. Sadece böyle yazmak istiyordum ve öyle yaptım. Kitap olarak basılınca bu öyküler doğrusu fazlasıyla ilgi gördü ve ondan sonra da baskı, satış gibi bir baskı hissetmedim çünkü yayınevleri her zaman talip oldu kitaplarıma. Bugün de bu baskıyı hissetmiyorum ve gerçekten de hiçbir zaman gerçekten istemediğim birşey yazmadım. Oturup birşey yazayım diye asla yazmam zaten .
- İlk kitaptan itibaren kitaplarınızda aforizmalar önemli bir yer tutuyor. Bu kitapda da bir çok cümlenin altını çizdim Sorgulamalarınız nerede başlıyor?
Bunda belki benim felsefe eğitimi almamın etkisi vardır. Bir anlamda bu romanlar, öyküler aslında hayatla hesaplaşmalardan oluşuyor. Konulardan, olaylardan çok beni insanın hayatla meselesi ilgilendiriyor. Yazılmamış pek bir konu olduğunu düşünmüyorum zaten. Önemli olan onun içindeki düşüncelerin, duyguların, bakış açılarının evrimi...
- Selin başka romanlarınızda da karşımıza çıkıyor. Karakterin yolculuğu gibi adeta. Sanki bir kozanın içinde kalmayı tercih etmişsiniz. Romanlarınızda otobiyografik öğeler fazlaca var değil mi?
Evet doğru bir kozanın içinde... Bu atmosfer aslında kurgusal bir ülke yaratan yazarların yaptığına benzer bir şey. Onlar buğulu bir camın ardında, sisli bir ülkede yaşıyorlar ve bize kendi ülkelerinin dilinde birşeyler anlatıyorlar. Belki de onlar aslında hiç varolmadı. Ya da benimle birlikte gizli bir yerde yaşamaya devam ettiler.
- Acılı kent İstanbul sizde neyi temsil ediyor?
Doğrusu bendeki izleri çok farklı. Acılı bir kent değil. Tabii herkes gibi ben de bu yıllar içinde acılar, kayıplar yaşadım ama İstanbul benim için vazgeçilmez bir yer. Yaşamak istediğim kentler oldu ama her zaman buraya dönüp gelmeyi tercih ettim. Çocukluğumun anılarıyla, ilk gençliğimin semtleriyle, yazı serüvenimin her yerinde İstanbul var.
- Aşk acısı ölüme eşdeğer mi?
İnsan kimi zaman bunu gerçekten hisseder. Ama artık aşkla ölümü bir arada düşünmek istemediğim bir yaştayım. Aşkla mutluluk bir arada olmalı ama ne yazık ki bu pek olmuyor. Yine de aşkı çok yücelterek, o duygunun büyüsüyle gözümüzü “kör ederek” hayatımızı mahvedecek şeyler yapmamak gerek...
- Bağlılık mı korkutucu, bağımlılık mı daha korkutucu?
İkisi de korkutucu bence. Bağlılık bazen iyi de gelebilir insana ama bağımlılık iyi değildir. Hem insanı yorar hem zarar verir hem de saçma şeyler yapmanıza yol açabilir.
- Yıllardır devam eden bir yemekli sohbet programı yapıyorsunuz. Başladığı dönem için farklı bile diyebiliriz. O dönem çok tepki almış mıydınız? Devam edecek misiniz programa?
Bir iki tepki gelmişti ama sonra çok beğenildi. O zamanlar televizyonda yemek yemek diye birşey yoktu tabii. Ama yıllar sonra bugün gördüğünüz gibi neredeyse yemek yenmeyen program kalmadı. Bizim amacımız bir yemek programı değildi, farklı kesimlerden, mesleklerden insanları bir sofra sohbetinde biraraya getirmek ve televizyonun yapaylığını kırabilmekti. Bugün de aynı şekilde devam ediyor.
- Hürriyet Gösteri Dergisinde yıllarca Doğan Hızlan’la çalıştınız. Tüm duayen yazarların içinde olduğu rüya gibi ortam. Nasıldı? O günlerden bir anınız?
O kadar çok anı var ki... O sıralar Gösteri dergisi aynı zamanda bir toplanma yeri gibiydi. Her gün yazarlar, ressamlar, sanatçılar gelir çaylar içilir sohbetler edilir. Ben onsekiz ondokuz yaşlarımda isimlerini ancak kitaplarda gördüğüm tüm değerli sanatçılarla, yazarlarla orada tanıştım. Benim için büyük bir şanstı. O günlerin bir bölümünü “Aslında Hayal” adlı kitapta anlattım.
- Yemek yapıyor musunuz? Özel bir tarif?
Evet yemek yapıyorum özellikle bu pandemi sürecinde çok yemek yapmaya başladım. Sebze çorbası, her türlü bulgur pilavı ve makarna itinayla yapılır.
BALIKÇI BUĞULAMASI
Balıkçı buğulaması yapmayı severim. Çok da basit. Büyük dilimler halinde fırın tepsisine dizilen limon, soğan ve patateslerin üstüne istediğiniz balığı (fileto veya bütün) yerleştirdikten sonra sarımsak, yeşillikler, domates ve baharat koyup fırına veriyorsunuz.
- Sizin evdeki sofralarınız nasıl? Sofranızda saatlerce süren muhabbetler olur mu? Neler konuşursunuz?
İlginç gelebilir size ama benim evimde öyle kalabalık sofra hiç olmaz. Hatta doğru dürüst bir yemek masam bile yok. Galiba bu hevesimi televizyonda ya da dışarıda alıyorum. Ben çok kalabalığı sevmem. Hele her kafadan bir ses çıkan ortamlardan hemen uzaklaşmak isterim. Genellikle ilgi alanım olan şeylerden konuşmayı severim. Öyle maç, araba, para filan gibi konulardan değil. Bir de arkadaşlarımla uzun uzun politika konuşmayı sevmem. Daha çok bir şey öğrendiğim insanlarla beraber olmayı isterim tabii...
En Çok Okunan Haberler
- 87 yaşındaki iş insanı İnan Kıraç evlendi
- Özgür Özel'den grev çağrısı!
- 2025 yılının asgari ücreti belli oldu!
- AKP koridorlarında konuşulan 'erken seçim tarihi' sızdı
- Özel'den Erdoğan'a 'Esad' ve 'HTŞ' yanıtı
- Teğmenler soruşturmasında flaş gelişme
- Açıklanan asgari ücrete tepki yağdı!
- Muhalif gruplarla anlaşmaya varıldı!
- Milli Eğitim Bakanı Tekin'e şok protesto!
- 1 Ocak'tan sonra resmen tarih oluyor