Külleri Ege’ye piyanosu bize düştü

2 Aralık 1923’te New York’ta doğan ve La Divina (İlahe) unvanıyla tüm zamanların en tanınan sopranosu olan Maria Callas, sansasyonel olaylarla da gündeme geldi. Çağdaşı ünlü soprano, Tebaldi ile rekabeti ve atışmaları, İtalyan iş insanı Meneghini ve Yunan armatör Onassis’le aşkları ve zayıflamak için denediği yöntemler, sesini kaybetmesi, yarıda bıraktığı konserler nedeniyle hep tartışmaların odağ

Külleri Ege’ye piyanosu bize düştü
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 01.12.2018 - 22:43



Sansasyonlar ölümünden sonra da yakasını bırakmadı. Vasiyeti gereği yakılan Callas’ın bu kez de külleri çalındı. Külleri bulunduktan sonra Ege Denizi’ne serpildi. Piyanosu da Amerika’dan okyanusu aşarak Yunanistan’a, oradan da Türkiye’ye doğru yolculuğa çıktı ve son durağı Pera Müzesi oldu. Gelin, La Divina’nın ve piyanosunun yolculuğuna eşlik edelim...

Mordo Dinar, müzik dünyası ile içli dışlı uluslararası üne sahip bir hukukçuydu. Şili Fahri Başkonsolosu unvanına da sahip Dinar’ın yaşamında hukuk, müzik ve şarabın ayrı bir yeri vardı. İlhan Selçuk’la 2000’li yılların başında Mordo Dinar’ın Ayaspaşa’daki evinde yemeğe davetliydik.

Mordo o gece bize birbirinden güzel Şili şarapları ikram etti. İlhan Abi şarapları içtikten sonra kadim dostu Mordo’ya takıldı:

- Mordo, bu güzel şarapları sana göndersinler diye mi Şili’nin Fahri Başkonsolosu oldun? Ne akıllı adamsın sen böyle ya...

Şili’yi çok sevdiğini söyleyen Mordo, “Fahri Başkonsolos olmamda şaraplarının da payı var kuşkusuz. Ayrıca beni akıllı bulmana sevindim” dedi. İlhan Abi, Mordo’ya takılmayı sürdürdü:

- Akıllı olman Şili, şarap ve hukuk konularında geçerli sadece. Diğer konularda çok akıllı olduğun söylenemez. Akıllı olsaydın Maria Callas’ın piyanosunu bire satıp üçe geri almazdın.
İlhan Abi, bu sözüyle Mordo’nun yarasına dokunmuştu. “Yaa evet piyano konusunda sen haklısın” demişti.

Bu sohbeti dinledikten sonra Callas’ın piyanosunu görmek istedim. Mordo gösterdi ve piyanonun öyküsünü anlatmaya başladı.

Piyano, Callas’a doğduğu New York’ta ailesi tarafından alınmış. Annesi, babasından boşanınca Maria Callas ile ablasını yanına alarak Yunanistan’a dönmüş. Tabii Callas’ın piyanosu ile birlikte. Okyanusu gemi ile aşarak Pire limanına gelen piyanoyu Callas, babasını bulmak için 1945’te Amerika’ya dönerken hocası Elvira de Hidalgo’ya hediye etmiş.

Hidalgo kimdir?

Peki Maria Callas’ın hocası Elvira de Hidalgo kim? 1892 - 1980 yılları arasında yaşamış, döneminin en iyi koloratur sopranolarından biri. İl barbiere di siviglia’da 16 yaşında sahne alan İspanyol sanatçı, 1936 yılında kariyerini noktalayarak hocalığa başlamış. 1939’da Yunanistan’a gitmesinden sonra Maria Callas’la yolları kesişmiş ve onun hocalığını yaparak dünya çapında bir sanatçı yetiştirmiş.
Nazi karşıtı olduğu için Almanya’yı terk ederek Arjantin’e yerleşen, 1936’da da Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından Ankara’ya davet edilen ve 1936 - 1945  yılları arasında Türkiye’de çağdaş opera ve tiyatronun temelini atan Carl Ebert de, Ankara Devlet Konservatuvarı’nı kurduktan sonra Callas’ın hocası Hidalgo’yu Ankara’ya davet eder. Hidalgo, artık Türkiye’de öğrenciler yetiştirecektir. Ankara’ya gelirken öğrencisi Maria Callas’ın kendisine hediye ettiği piyanosunu da beraberinde getirir. Hidalgo, Ankara’da Leyla Gencer, Suna Korat ve Esin Afşar gibi sanatçılar yetişmesine vesile olur. Hastalanıp Türkiye’den ayrıldığında ise öğrencisi Callas’ın kendisine hediye ettiği piyanoyu müzik dünyasının içinde olan Av. Mordo Dinar’a bırakır.

İşte o piyanoyu da Dinar alır Istanbul’daki evine getirir. Çok yer kapladığı için piyanoyu antikacıya satan Dinar, birkaç gün sonra radyoda Callas’ı dinlediğinde “Ben ne yaptım” diyerek antikacının yolunu tutar. Piyanoyu satmaktan vazgeçtiğini söyler. Ama antikacı piyanoyu Dinar’dan aldığı fiyattan geri vermeye yanaşmaz. Piyanoyu satın aldığı Mordo Dinar’a iki katı fiyata geri verir.
2004’te  Mordo Dinar yaşamını yitirdiğinde piyano yurtdışında yaşayan kızına kalır. İspanya’da yaşayan kızı, Steinway piyanoyu Inan Kıraç’ın Pera Müzesi’ne bağışlar. Callas’ın piyanosu halen Tepebaşı’ndaki Pera Müzesi’nde sergilenmektedir.

‘Çirkin ördek yavrusu’

Yunanistan’ın Mora Yarımadası’ndan Amerika’ya göç eden bir ailenin ikinci kızı olarak 2 Aralık 1923’te New York’ta dünyaya gelir Maria. Babası George Kalogeropoulos, 1929 yılında soy ismini Callas olarak değiştirir.

Annesi Litsa’ya göre, “çirkin ördek yavrusu” olan Maria, evde hep ablasının gölgesinde kalır. Abla Jackie, annesinin gelecekte yatırım yaptığı yegâne kişidir. Zarafet kursları, piyano dersleri hep Jakie içindir. Maria’ya sadece gıpta ile izlemek düşer. Onun tek sığınağı ilgi ve sevgi gördüğü babasının eczanesidir. Eczanede el ve kol hareketleri ile bağıra çağıra şarkı söylemek en mutlu anlarıdır. Sesindeki büyüyü ilk keşfeden de babasının eczanedeki yardımcısı Rosalinda’dır.
Sonunda annesi de evde yatırım yapılması gereken kişinin büyük kızı Jackie değil, küçük tombul kızı Maria olduğunu fark etmiştir. Maria, 9 yaşında piyano dersleri almaya başlar. 1937’de ailesi şiddetli geçimsizlik yüzünden ayrılınca, Maria, annesi ve kız kardeşi ile Atina’ya döner. Annesi Maria’yı ‘5 drahmi ve bir tabak çorba’ karşılığında miçoların gittiği bir tavernada işe verir. İlk gecesi kâbus gibidir. Sahneye çıkan şişman kızla dalga geçerler. Islıklar, gülüşmeler ve sahneye atılan çatal, kaşıklara rağmen Maria, yılmaz ve sesi ile müşterileri kendine hayran bırakır.

Zirveye uçar...

Şansı ablasının sevgilisi Milton’la döner. Sesindeki gizemi fark eden Milton, konservatuvara yönlendirir. Atina Konservatuvarı’na  16 yaşından küçükleri almadıkları halde 14 yaşında girmeyi başarır. Sahneye ilk olarak Cavalleria Rusticana’nın köylü kızı Santuzza rolü ile çıkan Maria, 1941’de gelindiğinde artık profesyonel bir sanatçı olma yolundadır.

Doğuştan gelen yeteneklerini aldığı eğitimle geliştirir ve zirveye adım adım değil adeta uçarak tırmanır. Küçük bir rol ile Yunanistan ulusal operasında başlayan kariyerini, Madam Butterfly ve Tristan und Isolde ile pekiştirmiştir. İlk başlarda Wagner’in operalarını yorumlayan Callas, Norma’yı, Carmen’i, Puccini ve Verdi’nin operalarını yorumlamaya başlar.

 

Onassis yüzünden kocasını terk etti

İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerika’ya dönerek babasının izini sürer. Babasını bulduktan sonra Metropolitan Operası’na giren Maria Callas, bir süre Amerika’da kaldıktan sonra operanın mabedi İtalya’ya giderek orada sahne alır. 1952’de Emi şirketi ile ilk plak anlaşmasını yapar. Londra’da da plaklar yaptıktan sonra yeniden Amerika’ya dönen Callas, Lu Çino Fiskonti ile çalışmaya başlar ve New York Metropolitan Operası’nın başyıldızı olur.

Soprano ve mezzo-soprano rolleri ile artık dünyanın en iyi sopranoları arasına, hatta ilk sırasına adını yazdırmayı başarır. La Divinia unvanını alan Callas’ın, üç oktavlık ton aralığı olan esnek sesi, tüm vokal tekniklerini  kullanarak Belcanto şarkılarını söylemesinde bile üstünlük sağlar. Maria, 1949 yılında  İtalyan iş insanı Giovanni Battista Meneghini ile evlenir ve İtalyan vatandaşlığına geçer.
Callas, 1950’lerde İtalyan lirik soprano Reneta Tebati ile rekabet yarışına girmiştir. Karşılıklı atışmaları, birbirini aşağılayan polemikleri yıllarca sürmesine karşın sonuçta her ikisi de birbirini taltif ederek bu rekabeti iyi sonla noktalamıştır.

Maria Callas, bir yandan sanattaki başarıları manşetleri süslerken diğer yandan skandallarıyla basının ilgi odağıdır. Bir gün İtalyan cumhurbaşkanının onuruna sahnelenen operaya rahatsızlığını gerekçe göstererek sahneye çıkmak istemediğini söylemesine karşın sahneye çıkmaya zorlanınca şarkı söylemeden sahneyi terk etmesiyle gündeme gelir, başka bir gün anlaşma yaptığı halde konsere çıkmaz. Başka bir gün Onassis’le birlikteyken kendilerini takip eden gazetecilere çantasında ne bulduysa fırlatır. Kilolarından kurtulma yöntemiyle de manşetlerdedir. Zayıflamak için tenya yumurtaları bile yutar.

Kennedy olayı ile yıkılır...

Kocası Meneghini’ye olan büyük aşkı, Yunan armatör Onassis’le tanışmasına kadar sürer. Onassis’i daha önce “züppe ve görgüsüz” bulduğunu açıklayan Maria Callas, bir partide onunla tanışınca deliler gibi âşık olduğu kocasını terk ederek Onassis’le yaşamaya başlar. Öyle ki, onunla daha çok zaman geçirme uğruna konserlerini ve provalarını bile aksatır. Varlık nedeni olan operayı bile bırakacak kadar sevdiği Onassis ile evlenmeyi çok isteyen Callas’ın bu düşü ne yazık ki gerçekleşmeyecektir. Onassis, Maria ile birlikteyken ABD’nin suikast sonucu öldürülen Başkanı Jonh F.Kennedy’nin dul eşi Jackie Kennedy ile evlenince bunalıma girer. Kennedy ile evli iken bile Onassis’i terk etmek istemez. Hamile kalıp Onassis’in baskısıyla düşürdüğü bebeğini sahte isimle bile gömmeye razı olur. Sonunda Onassis’i kaybettiğini kabullenerek 1962’de yeniden sahnelere döner.

1969 yılında Pier Paolo Pasolini’nin yönettiği “Medea” filminin çekimi için Türkiye’ye geldiğinde Pera Palas’ta konaklar. Pera Palas Oteli’nin önü onu görmeye gelenlerle dolup taşar. Hiç şarkı söylemediği filmin çekimleri Kapadokya’da Göreme Milli Vadisi’nde yapılır.

Eşi yok


Zayıflama çabaları sonrasında yakalandığı hastalık nedeniyle sesinin rengi ve aralığı değişmiştir.
Son konserini 1974’te Japonya’da veren Callas, bir yıl sonra Onassis’in bir dalak operasyonu sırasında ölümü üzerine yaşama küser ve Paris’teki evinde inzivaya çekilir. 16 Eylül 1977 tarihinde Paris’teki evinde geçirdiği kalp krizinde yaşama gözlerini yuman Callas’ın vasiyeti üzerine cesedi yakılır. Skandallar ölümünden sonra da yakasını bırakmaz. Bu kez de külleri çalınır. Nihayet külleri bulunur ve vasiyet ettiği üzere Ege Denizi’ne serpilir. Sembolik mezarı Paris Père Lachaise Mezarlığı’nda bulunan Callas, hâlâ tüm zamanların en ünlü ve en iyi sopranosu olarak anılıyor.

 

 

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler