Krizin ayak sesleri (14.01.2017)

Kimi daha sert kimi yumuşak hem muhalefet hem iktidar bir krizin varlığını işaret ediyor. Prof. Hurşit Güneş, teknik anlamda bir kriz olmasa da koşulların olgunlaştığına dikkat çekti.

Krizin ayak sesleri (14.01.2017)
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 14.01.2017 - 22:14

Yeni yılla birlikte üst üste gelen fiyat artışları, dolardaki sert dalgalanma, uzun süredir çözümlenemeyen ve artık yapısal bir soruna dönüşen işsizlik ve işsizliği çözecek yeterli büyümenin bir türlü sağlanamaması bir süredir ekonomik krizin ayak sesleri olarak yorumlanıyor. Son dönemde ekonomide yaşananları gazetemiz için değerlendiren eski CHP milletvekili, ekonomist Prof. Dr. Hurşit Güneş, her ne kadar üst üste daralma yaşanmadığı için teknik olarak bir kriz içinde olunmasa da Türkiye’de kriz koşullarının olgunlaşmış olduğunu dile getiriyor.

Güneş’in gazetemiz için yaptığı değerlendirme özetle şöyle; Bir süreden beri Türkiye’de bir kriz olasılığı tartışılıyor. Muhalefetin bir kısmı politik bir tutumla, halkın kan ağladığını zaten bir krizin içinde olduğumuzu belirtiyor. İlginçtir, iktidar tarafı da krizi tümden reddetmiyor; resmi sözcüler bunun dış kaynaklı olduğunu, Fed’in faiz artırımı ya da seçilen ABD başkanı Trump’ın koltuğuna oturmasıyla, kısa zaman içinde savuşturulacağını savunuyor. Gerçi kimi iktidar yandaşları kriz söylentisinin, hatta kredi kuruluşlarının değerlendirmelerini hükümeti düşürmek için kumpas olarak niteliyor, ama bunları ciddiye almak mümkün değil. Öncelikle şunu belirtelim: elbette Türkiye ekonomisi teknik anlamda henüz bir kriz içinde değil. Üst üste ekonomik daralmalar gerçekleşmedi. Ancak bu asla bir kriz yaşamayacağız anlamına gelmediği gibi, koşullar giderek olgunlaşıyor.,

Kriz nasıl anlaşılacak?

Kriz siyasal alanda olsun, ekonomik alanda olsun (enformasyonun bozulması nedeniyle) karar alma yetisinin ortadan kalktığı ya da irrasyonel davranışların egemenleştiği, böylece sistemik dengenin yitirildiği durumu ifade eder. Krizde birbirini izleyen ekonomik daralmalar vardır. Fiyat dengeleri kimi zaman aşağı, kimi zaman da yukarı çalkalanır. Paraya güven hızla düşer ve likidite sıkışıklığı yaşanır. Ama tabii krizin en önemli sonucu ekonomik çöküş ve patlayan işsizliktir. Birçokları 1994 yahut 2001’de olduğu gibi, kamu borcu ve bankacılık kesimi üzerinden kaynaklanan bir kriz olasılığını değerlendiriyor. Oysa artık bütçe ve kamu borç dengesi daha farklı bir noktada... Faizler, geçmiş dönemlere göre, serbest ve kur sistemi de esnek. Bütün bunlar bir “mali” kriz olasılığını elbette azaltıyor.

Borçlanma hızlandı

Ancak geçmişteki “mali” kriz nedenlerinin ortadan kalkması bir “ekonomik kriz” olasılığını ortadan kaldırmaz. Geçmişteki krizler kamu kesimi ile bankacılık sektörü arasındaki risklerden kaynaklanmıştı. Şimdi ise riskler çok farklı bir alana taşındı. Üstelik boyutları da çok büyüdü. 2001’den sonra ortaya çıkan küresel likidite bolluğunda hem hanehalkı, hem de reel kesim çok büyük ölçüde borçlandı. 2002’de AKP iktidara geldiğinde brüt dış borç stoku 123 milyar dolardı, bugün 416 milyar dolar! Bu borcun da dörtte üçü özel kesimin. Yeni milli gelir serileriyle açıklarsak: Brüt dış borçlar yüzde 34 düzeyinden, özellikle 2011’den sonra hızla artarak, bugün yüzde 50’nin üzerine çıktı.

Borç krizin teknik temeli

Bugün özel kesimin 300 milyar dolarlık dış borcunun yanı sıra 400 milyar dolarlık da iç borcu bulunuyor. Önümüzdeki 12 ay içinde Türkiye 165 milyar doların üstünde dış borç ödemesi yapacak. Rakamlar gerçekten ürkütücü. Ayrıca finans-dışı kesimin döviz pozisyon açığı 210 milyar dolar gibi rekor ve korkutucu bir seviyede. 2002’de kişi başına dış borç 1900 doların altındayken, bugün 5300 doların üstünde. Tüketici borçları da aynı dönemde dolar bazında tam 40 kat artmış! Heyula bir borç yumağı oluşmuş durumda. Özetle; bugün geçmişten farklı olarak, özel kesimin aşırı düzeydeki iç ve dış borçları ile bireylerin ödeme kapasitelerinin çok üstündeki banka borçları kriz riskinin temelini oluşturuyor.

Siyasi riskler yoğunlaştı

Bununla beraber sanki bunlar yetmezmiş gibi, 2011 yılından bu yana hükümet, Türkiye’nin kendi bölgesinde olağanüstü riskli bir dış politika izlemeye başladı. Özellikle Suriye’de iktidarı devirmek için silahlı muhaliflere destek vermesi sonunda Suriye’nin toprak bütünlüğünü yitirmesine neden oldu. Üstelik Türkiye’nin de toprak bütünlüğü tehdit edilir hale geldi. Makul bir ekonomiste sorsanız, kendi sınırları dışında alenen savaşan bir ülkenin ekonomik istikrarı koruyamayacağını söyler. Hele o ülke bir de belli bir bölgesinde ayrılıkçı terör hareketini dizginlemekte zorlanıyorsa! Bütün bunların üstüne, son aylarda o ülke devletin kritik organlarında büyük çapta yuvalanmış metastazlı bir yapının temizlenmesi için amansız bir mücadeleye girmişse, ekonomik istikrarın çoktan çökmesi gerekir. Özellikle ekonomide bu denli kırılganlıklar varsa! Ama ne yazık ki, AKP hükümeti bunlar yetmemiş gibi içeride çok ciddi bir siyasal baskı uygulamaya başladı ve anayasayı çok otoriter bir yapıya dönüştürmeye çalışıyor.

Enflasyon artacak

Bütün bu siyasal ve sosyal gelişmeler, belirsizlikler kanalıyla, tüketici güvenini derinden sarsıyor ve içeride (TL ile) satışları düşen özel kesim, döviz borcunu (artan kur nedeniyle) ödemekte büsbütün zorlanıyor. Taze borç ise hem artan Fed faizleri, hem de artan ülke riskleri nedeniyle çok daha pahalı hale gelmiş durumda. İşte bozulan bu özel kesim borç dinamiği nedeniyle en ufak bir sarsıntıda ekonomi krize sürüklenebilir gözüküyor. Büyümenin yavaşlayacağı, hatta negatif olabileceği öngörülüyor. Artan maliyetler nedeniyle de enflasyon yükseleceğinden bir stagflasyon olasılığı beliriyor.

Fiili işsizlik yüzde 20

2017 yılının beklentileri arasında düşen enflasyon ya da işsizlik yok. Aksine fiili işsizliğin (umutsuzlar dahil) yüzde 20’yi aşması beklenmeli. Turizmde ya da sermaye akışlarında gelişme beklenmediği gibi, portföy yatırımlarında çıkışlar yaşanabilir. İnşaat da 2016’dan farklı olarak durgunluğa girecek görünüyor. Kısacası, 2017’de stagflasyon olasılığını destekleyen çok gösterge var. Hükümet ne denli farkında, bilmiyoruz ama bugün Türkiye’de olası bir krizin hasarı çok dramatik olabilir. Çünkü bu kriz (geçmişten farklı olarak) reel kesimden kaynaklanacağı için sosyal hasarı (özellikle işsizlik) çok yüksek ve kalıcı olabilir.

Çıkış elbette mümkün

Aslında ekonomik ve siyasal krizler birbirleriyle iç içedir. Bugün ise çok daha belirgin bir biçimde siyasal gelişmelerden kaynaklanan bir ekonomik krize sürüklenmekteyiz. IŞİD, FETÖ ve PKK ile yoğun mücadele veren devlet toplumsal ve siyasal gerginliklerden güç derleyemiyor, takatsiz kalıyor. Bu durum elbette çözümsüz değil. Bölgesel barış yolunda atılacak adımlar, toplumsal uzlaşma, demokratik parlamenter sistemin restorasyonu, Batılı müttefiklerle ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, siyasal temeldeki riskleri azaltacaktır. Gerisi ise ciddi bir stagflasyondan sıyrılmak için çok güçlü bir mali stimulus (uyarıcı) paket gerektirir. Altyapı ve özellikle eğitim gibi sosyal harcamaların artmasıyla ekonomi yeniden canlanabilir.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon