Kıyamet mesihi

“Bitik Adam”, Giovanni Papini’nin nasıl bir dünyası olduğunu ve bizim de o dünyada nasıl bir yer kapladığımızı anlatması bakımından, yazarı tanımak için oldukça elverişli bir roman.

Kıyamet mesihi
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 30.08.2016 - 15:20

Bir Papini eserini okuyacağımız günü beklemek, mahkemeye çıkacağımız günü beklemek gibidir. Onun satırlarını okumaya başladığımızda, kendimizi nasıl olup da dünyanın hâkimi sandığımızı görürüz. En azından sadece bir tanık gibi masum olduğumuza dair ikna etmeye çalışırız kendimizi ama bir okur olarak, hepimiz birer sanığızdır Papini’nin gözünde. Pek de adil bir mahkeme değildir bu, ama Papini adaletin zaten hiç var olmadığını göstermeye çalışır bize. Arayışımız, beklentimiz yersizdir bu yüzden.

Bitik Adam, Papini’nin nasıl bir dünyası olduğunu ve bizim de o dünyada nasıl bir yer kapladığımızı anlatması bakımından, yazarı tanımak için oldukça elverişli bir roman. Bir “Papini’ye giriş” kitabı olarak da görebiliriz Bitik Adam’ı; henüz Gog ve Düşsel Konçerto gibi eserlerini okumayanlar için öncelikle Bitik Adam’la tanışmalarını tavsiye edebiliriz. Bu sıradan bir roman değil elbette, daha ziyade sövgü dolu bir itirafname, fırtınalı bir hayatın öyküsü, zevale yüz tutan insanlığın karşısında cesur bir direniş manifestosu. Aynı zamanda başarısız bir günah çıkarmanın, insanın kendisiyle barışamamasının öyküsü.

Cioran’ın 20. yüzyıla yayılan karanlığını müjdeleyecek bir huzursuzluğu, Huysmans’ın çöküş edebiyatının yansımalarını ve Ambrose Bierce’ın başkaldırısının çağrışımlarını görmek mümkün bu kitabın satırlarında. Papini, uygarlık duvarının tuğlalarını birer birer sökerek yazıyor. Temellerle sorunu olan, tam da bu yüzden yeni bir dünya kurmaya çalışan bir kahramanı anlatıyor bize. O dünyayı bir kıyamet bekliyor ve kendisini de bu kıyametin mesihi ilan ediyor.

MÜKEMMELİYET HEDEFİ

Bitik Adam’dan önce yine yine Sinem Carnabuci’nin çevirdiği Düşsel Konçerto ciltlerinde Papini, yüksek tempolu bir giriş bölümüyle, okura seslenip, onu hor görüp, silkeleyerek başlıyordu Konçerto’suna. Bitik Adam’da ise “Andante” bölümüyle, ağır bir tempoda, kendi karanlık dünyasını çocukluğundan itibaren ele alarak açılışı yapıyor. “Ben hiç çocuk olmadım,” cümlesiyle Papini’nin karanlık dünyasında adım atmaya başlıyoruz. Böylece suçlu olduğuna peşinen inandığımız yazarın insanlık mahkemesine sunduğu ifadesini okuyoruz. Bu, suçu insanlık, uygarlık olan, sanat, edebiyat, felsefe yapmak olan bir sanığın ifadesi ama aynı zamanda bir tanığın, zamane insanının çöküşe ve yozlaşmaya, yok olmaya nasıl yuvarlandığını anlatan bir tanığın da ifadesi. Hatta kalemini kırmayan, acımasızca hükmünü veren, cezalandırırken kahkahalar atan bir hâkimin tutanakları…

Kahramanımızın çocukluğundan otuz yaşına kadar, “her şeyden hiçbir şeye” yaptığı yolculuğun öyküsünü dinliyoruz bu romanda. Önceleri ne öğrenmek, ne yapmak istediğini bilmeyen, sürekli “nedensiz bir kedere” kapılan kahramanımız, bir ansiklopedi yazmaya karar veriyor. Her şeyin, bilimin, tarihin ve edebiyatın tamamının eksiksiz bir şekilde yer alacağı bir ansiklopedi bu. Bir mükemmeliyet hedefiyle girişilen bu tasarı, kaçınılmaz olarak başarısızlıkla sonuçlanıyor. Ansiklopedi fikrinden vazgeçince, kendini tarihe, daha sonra da edebiyat tarihine adamaya karar veriyor. Sonra da hedefini daraltıp Latin edebiyatına teslim oluyor. Bu da hüsranla sonuçlanınca İspanyol edebiyatı tarihine dair bir kitap yazmayı düşünüyor. Bu, “büyüklük” hastalığına, mükemmeliyet idealine takılan kahramanımızın son macerası oluyor. Başarısız adımlarla dolu “Andante” bölümü bu şekilde biterken, ideallerinin tamamı yok olan kahramanımızın kötülüğü keşfettiği, daha doğrusu içindeki kötümserliğin kötülüğe evrildiği ikinci ve coşkulu bölüm başlıyor. “Hayat yaşamaya değer mi?” sorusuna cevap ararken asıl önemli olanın “hayatın reddi” olduğunu keşfediyor kahramanımız. Kötümserliğin “pozitivist bir ispatını” oluşturmaya karar veriyor bu defa. İlk bölümde nasıl yaşayacağını, hayatta ne istediğini ararken, ikinci bölümde “hayat, katlanılabilir bir şey olsun diye yaşanır” düşüncesine ulaşıyor. Az da olsa bir umut taşıdığını görüyoruz ama bu oldukça karanlık bir umut aslında. Papini’yi apokaliptik bir mesih olarak görmemizi sağlayan bir umut: “… bütün insanların benimle birlikte öleceğine dair olan gülünç umut sayesinde yaşamayı kabullenmiştim.”

'TANRI OLMAYI BECEREMEMİŞ BİR ADAM'

Kahramanın dönüştüğü bu ikinci bölüm, romanın kırılma anlarından birini yansıtıyor. Hayata karşı kötümser, nefret dolu karakter, yavaş yavaş şahlanıyor uygarlığın karşısında, köle ya da kurban değil, efendi olmaya niyetleniyor. Tanrıcılık oynuyor hatta, kendisini dev aynasında görmeye başlıyor. Ama diğer yandan şahlandıkça küçülmeye başladığını da fark ediyor. Onu daha çok kıyamete sürükleyen de bu keşif oluyor. Sadece kendisini değil başkalarını da felakete sürüklemek için, hem kendisini hem de başkalarını özgürleştirmeye karar veriyor. Bu özgürleştirme işinin aracı olarak bulduğu çözüm ise bir gazete kurmak. Gazetenin manifestosu da Papini’nin itirafnamesinin en vurucu bölümlerini kapsıyor: “Herkese sıkıntı veriyoruz: Tanrıyı gökteki bulutlardan aşağı atıyoruz ve kralları yeryüzündeki tahtlarından yere indiriyoruz… Her şeyden ve herkesten kurtulmak istiyoruz… Dinin mantolarını, felsefenin ceketlerini, ön yargıların gömleklerini, ideallerin düğümlü kravatlarını, mantığın ayakkabılarını çıkarmak istiyoruz… ” Bu özgürleştirici gazete, insanlara rağmen ve insanlara karşı, ama aynı zamanda insanlar için bir oluşum. Tıpkı Papini’nin kendisi gibi, bir çelişkiler yumağı: “Onları küçümsemek, dahası onlardan nefret etmek ve onları öldürmek! Ama alttan alta onları sevmek! Yaptığımız her şey onlar için… Aslında tek amacımız onların öğretmeni, rehberi ve peygamberi olmak.”

Gazetenin yayına girmesiyle beraber coşkulu bir dönem başlıyor kahramanımız ve dünyası için. Ancak beklenileceği gibi, okları yine kendisine çeviriyor. Gazetenin de ona yetmediği noktada, artık herkesten üstün olduğu, insanlığın mesihi olduğu bir dünyanın hayalini kurmaya başlıyor, yeni bir dinin peygamberi hatta tanrısı olmanın büyüsüne kapılıyor. Herkesi kurtarma, özgürleştirme ve böylece kendisini de kurtarma fikrini muhafaza etmeye devam ediyor ama tıpkı çocukluğundan itibaren içine düştüğü mükemmeliyet saplantısı, kusursuzluk takıntısı onun bu tahayyülünün de karşısına dikiliyor. Bir tanrı olamayacağını, tüm insanlığı kıyamete sürükleyemeyeceğini anladığı noktada romanın ikinci kırılma noktasıyla karşılaşıyoruz. Beşinci bölümden itibaren bir günah çıkarma perdesi çıkıyor karşımıza. Kahramanımız yükseldiği hızla çökmeye başlıyor. “Tanrı olmayı becerememiş bir adam” ya da “dünyayı kabullenmeyen adam” olarak utanç ve suçlulukla dolu kara bir sayfa açıyor hayatında.

Her şeye başlayan, hiçbir şeyi bitiremeyen adamımızın, yani Bitik Adam’ın gerçekten bittiğini düşündüğümüz yerde o yeniden başlıyor var olmaya, küllerinden doğuyor adeta. Bitik Adam’ın yeni sayfası bembeyaz değil elbette. Tüm gelgitleriyle, çelişkileriyle, fırtınalarıyla gri bir sayfa. Papini’nin bizi davet ettiği yer ise, görmekten sakındığımız, yüzleşmekten korktuğumuzu bile yadsıdığımız nihai kıyametimiz. Papini’yle aynı fikirlerde olmasak bile, onun kıyametini paylaştığımız kaçınılmaz bir gerçek.

Bitik Adam / Giovanni Papini / Çeviren: Sinem Carnabuci / Monokl Yayınları / 276 s.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon