Kasım Süleymani suikastı Orta Doğu'da savaşı tetikler mi?
ABD'nin İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Heyeti Başkan Yardımcısı Mehdi el Mühendis'i Bağdat'ta öldürmesi tüm bölgeyi bir şok dalgasına soktu. Bu gelişmeyi yorumlayan gazeteci-yazar Fehim Taştekin, "Suikast, İran'ı ekonomik olarak çökertme ve Orta Doğu'daki kollarını kesme stratejisinin gölgesinde alınan tehlikeli virajların sonuncusu" diyor.
ABD'nin İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani ve Haşdi Şabi Heyeti Başkan Yardımcısı Mehdi el Mühendis'i Bağdat'ta öldürmesi tüm bölgeyi bir şok dalgasına soktu.
Suikast, İran'ı ekonomik olarak çökertme ve Orta Doğu'daki kollarını kesme stratejisinin gölgesinde alınan tehlikeli virajların sonuncusu. Bu, tarafları savaş dahil daha tehlikeli virajlara sokabilecek bir istikamet.
Hedefteki isimlerin ağırlığı, İran-ABD gerilimini yeni bir evreye taşırken, Irak-Amerikan ilişkilerine de taşınması zor yükler bindiriyor. ABD ile 1979'dan beri bir kapışma içinde olan İran, Süleymani ile birlikte simgesel kayıplarından birini vermiş oldu. İran için bir genelkurmay başkanı ölseydi belki Süleymani'nin ölümü kadar sarsıcı olmazdı.
Irak da 2014'te Irak-Şam İslam Devleti'ne (IŞİD) karşı bir seferberlik hareketi olarak ortaya çıkan Haşdi Şabi'nin kilit komutanlarından birini kaybetti. Duygular bölünmüş olsa da Irak'ın önemli bir kısmı için saldırı "IŞİD yenilgisinin intikamı" anlamına geliyor. Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi da bu algıyı yansıtan bir mesaj verdi:
"Amerikan güçlerinin IŞİD'e karşı zaferin sembolü olan İran ve Iraklı şahsiyetlere suikast düzenlemesini şiddetle kınıyoruz."
Ayrıca Abdülmehdi saldırıyı Irak'ın egemenliği ve Amerikan güçlerinin ülkede bulunma koşullarının ihlâli olarak niteleyip ekledi:
"Resmi bir görevi olan Iraklı bir komutana suikast, Irak ve Irak halkına saldırıdır."
Suriye açısından da suikast; "IŞİD, Nusra Cephesi/Heyet Tahrir el Şam ve El Kaide'ye sunulmuş bir armağan".
https://www.youtube.com/watch?v=-zb42nKMCnY
Bu suikastın yansımaları, İran ve Irak sınırlarını aşan boyutlar içeriyor. Suikast, 40 yıllık İran-Amerikan kavgasını bitirecek olası diyalog kanallarını havaya uçurdu. Bölgesel düzeyde İran'ın vekil güçlerle Orta Doğu'daki süreçlere müdahale edebilme yeteneğini bitirmeye dönük stratejinin bir suikastla pratik bulması, Amerikan politikasının yarınına ve başarısına dair şüpheler doğurdu. Bu strateji daha kararlı bir dirençle karşılaşabilir.
Irak özelinde de ülkeyi İran'ın nüfuzundan çıkarma ve Haşdi Şabi'yi dağıtma baskısıyla tırmanan restleşmelerin sonucunda gelen suikast, bu ülkedeki Amerikan varlığına karşı cepheyi büyüteceğe benziyor.
Bu noktaya nasıl gelindi?
Şimdiye kadar her iki taraf da doğrudan savaştan kaçınacak şekilde birbirinin ayağına çelme takıyordu. Birkaç yıldır İsrail ve Körfez'deki Amerikan müttefikleri "Savaşın İran sokaklarına taşınması" yönünde Washington'ı yönlendirmeye çalışsa da 'kendini tutma siyaseti' değişmemişti. Fakat ABD Başkanı Donald Trump'ın baskıyla İran'ı masaya oturtma taktiğinin sert ve yıkıcı yanları, Tahran'ı daha fazlasını göze almaya itti. Körfez'de birkaç tanker ile Aramco tesislerinin hedef alınması Tahran'ın caydırıcı kapasitesini ve olası savaşın nerelere kadar uzanacağını gösterme çabası olarak yorumlanmıştı. Bir Amerikan insansız uçağını da düşüren İran, ABD'nin doğrudan savaşı göze alamayacağı varsayımıyla hareket ediyordu.
İran'ın 1979'dan bu yana en ciddi isyan dalgasına sahne olması, Irak'taki gösterilerin "İran'a defol diyen" bir itiraza dönüşmesi ve Lübnan'daki gösterilerle Hizbullah'ın köşeye sıkıştırılması, İran ve müttefikleri arasında Amerikan-İsrail komplosu olarak okundu. Bu tablo İran'ı agresif tepkilere yöneltti.
Bu süreçte Irak'ta da ABD'nin IŞİD'den daha tehlikeli bulduğu Haşdi Şabi'yi dağıtma baskısı ve buna karşı direnç Irak siyasetini felç etti. Haşdi Şabi'nin merkezleri İsrail tarafından vurulurken Amerikan üsleri de milis güçlerinin roket saldırılarına maruz kaldı. İran-Amerikan nüfuz savaşı, Abdülmehdi'nin istifasının ardından yeni hükümet kurma sürecinde daha da kızıştı. Tüm bunların gölgesinde 27 Aralık'ta Kerkük'teki üsse 30 roket atışıyla bir sözleşmeli Amerikan vatandaşı öldü, dört Amerikalı asker ile iki Iraklı asker yaralandı. İki gün sonra ABD misilleme olarak Haşdi Şabi'nin 45'inci bölüğü Hizbullah Tugayları'nı beş yerde vurup 25 kişiyi öldürdü, 55 kişiyi yaraladı. Amerikan elçiliğinin kuşatılması bu saldırının ardından geldi. Nihayetinde Süleymani ve Mühendis'in öldürülmesi gerilimi "gerekirse savaş" çizgisine taşıdı.
Irak, ABD'ye cephe alabilir mi?
Peki, şimdi ne olacak? Savaş çıkar mı? Krizin nasıl şekilleneceği İran'ın vereceği yanıta bağlı. Doğrudan misilleme tarafları savaşa sürükleyebilir. Bu durum İran'ı zor bir yol ayrımına getiriyor. Kendi tecrübelerinden şaşmazsa acele etmeyip daha sofistike yanıtlar verebilir. Bu gelenek genelde yangının ana karadan uzak yerlerde vekiller eliyle çıkarılmasını öngörüyor. Yine de "öngörülemezlik" yeni süreci tanımlayan yegâne şey. Farklı coğrafyalarda Amerikan hesaplarına çomak sokan bu gelenek, Orta Doğu'nun sınırlarını aşan yeni bir yönelim de kazanabilir.
Saldırının başta Irak ve Suriye olmak üzere sıcak bölgelere de yansımaları olabilir. Bir kere saldırılar, bölgedeki Amerikan askeri, diplomatik ve ekonomik varlığını açık hedef haline getirdi.
İran mağduriyetini kullanarak Irak siyaseti üzerindeki nüfuzunu daha da artırabilir. Muhtemel stratejisi, ABD'nin Irak ve Suriye'den çekilmesini sağlayacak baskı mekanizmalarının kurulması ya da tehdit edici ortamların yaratılması yönünde şekillenebilir. Irak Meclisi'nde Amerikan güçlerinin çekilmesi yönünde kadük bırakılmış bir tasarı var. Haşdi Şabi'nin siyasi uzantıları, ABD ile imzalanmış Güçlerin Statüsü Anlaşması'nın (SOFA) iptal edilmesi ve Amerikan güçlerinin çıkarılmasına yönelik yeni bir çalışma başlattı. Üslere saldırılar ve suikast, Amerika ile ortaklığı önemseyen siyasi aktörlerin de elini zayıflatıyor. Sonuçta Haşdi Şabi kontrol dışı unsurlarına rağmen yasal olarak Irak savunmasının bir parçası. Mehdi el Mühendis de resmen komutan. Mühendis, 2011'de Beyaz Saray'da ağırlanan Irak heyetinde de yer almıştı.
Fakat İran arkasına aldığı rüzgâra rağmen Irak'ta istediği sonucu hemen alamayabilir. Irak siyaseti, ABD'yi doğrudan karşısına alamayacak kadar kırılgan ve parçalı. ABD'nin eğitim desteği verdiği Irak güvenlik birimleri de 2003'deki çöküşten beri hala zafiyetler barındırıyor. İçerdeki mezhebi-etnik bölünmüşlüklerin tekrar çatışmaya dönüşmesi ihtimalinin yanı sıra IŞİD'in dönüşü de uzak bir senaryo değil. Daha önce Irak'ın bu olağanüstü kırılganlığını idare etmek ve bundan göreceli istikrar çıkarmak ancak ABD ile İran'ın örtülü işbirliği sayesinde mümkün olabilmişti. Nüfuz kavgasının çatışmaya dönüşmesi Irak'ı 2014'ün koşullarına döndürebilir.
Kendini tutma siyaseti bitti mi?
İran'ın meseleyi tırmandırabileceği senaryosundan gidilirse, ABD'yi 1983'te Beyrut'u 241 askeri kayıpla terk etmek durumunda bırakan bombalı saldırının bu coğrafyada tekrarlanmayacağının garantisi yok.
Suriye'de de Amerikan askeri varlığına karşı İran, Suriye ve Rusya arasında koordinasyon artabilir.
İran'ı iki kez düşünmek durumunda bırakacak koşullar ise kendini tutma siyasetine dönüşü telkin ediyor.
Onlarca yıl içinde kazanılmış nüfuz alanı dikenli bir sahaya dönüşebilir. Irak'ta dışardan müdahaleleri reddeden milliyetçi itirazın yükselişi, Amerikan faktörü devreden çıksa bile İran'ın işini kolaylaştırmayacaktır.
Lübnan'da da son gösteriler sırasında mezhebi fay hatları harekete geçirildiğinde rüzgarın Hizbullah'ın aleyhine nasıl dönebileceği görüldü. İran'ın yönetebileceğinin ötesinde bir gerilimi tetiklemesi, sözüne ettiğimiz tecrübeyle uyumsuzluk arz ediyor. Yani İran nüfuzunun 2003'ten bu yana kazandığı coğrafi genişleme ve derinlik daha temkinli olmayı gerektiriyor. Çünkü Tahran'ın kaybedeceği stratejik unsurlar çoğaldı.
İran çekilir mi?
İran'ın yanıtının ne olacağını kestirmek zor olsa da suikastın, Tahran'ı Orta Doğu'dan çekilmeye zorlayacağını söylemek mümkün değil. Süleymani'nin yerine hızla yardımcısı İsmail Gani'nin atanması, İran'ın Orta Doğu'da ABD'nin önüne çıkmaya devam edeceğine dair bir kararlılık gösterisi.
Saldırının İran iç siyasetine yansıması da Trump'ın arzu ettiği yönde olmayabilir. "Büyük Şeytan'a karşı koyma" söylemi her zaman rejime, kitleleri kendi etrafında mobilize etme imkanı verdi. Son derece popüler olan Süleymani'nin etkisi, zor zamanlardan geçen sistemin kozu olacaktır. Rejimin meşruiyetine yönelik artan itirazlar da bu gerilimin gölgesinde geriletilecektir.
İran'ın zorda kalması, Amerikan unsurlarının güven içinde hareket edebileceği anlamına gelmiyor. Amerikan yönetimi bir seçenek olarak bölgeye daha fazla asker ve istihbaratçı yığıp İran'ı kuşatma stratejisini sürdürebilir. Fakat bu seçenek, ABD'yi Orta Doğu'daki askeri kapasitesini azaltıp Asya'da Çin'i karşılama stratejisinden uzaklaştırabilir. İkinci bir seçenek olarak Trump yönetimi, Süleymani'nin öldürülmesini iç siyasette tüketim malzemesine dönüştürüp "Artık barış zamanı" da diyebilir.
En Çok Okunan Haberler
- Cumhuriyet Savcısı açığa alındı!
- Zam oranı belli oldu: Hepsi artacak!
- Real Madrid Arda Güler için son noktayı koydu!
- Bahçeli'nin 'Öcalan' çağrısına ilk yanıt
- O marka listede: Hamburgerden 'at eti' çıktı
- İktidar harekete geçti
- Milli Savunma Bakanı'ndan 'teğmenler' açıklaması!
- Narin'in cesedini böyle saklamış!
- Bahçeli’nin masasındaki kitapta ne yazıyor?
- Katilleri Türkiye'de yakalandı!