Karadeniz'in saygın çocuğu
Bedeninin toprağa karışmasından bu yana 10 yıl geçti Kazım Koyuncu’nun; şimdi, “ölümsüzler mahallesi”nin yürekli çocuğu olarak anılıyor.
Şairin dediği gibi “her ölüm erken ölüm”dü de, Kazım’ın ölümü çok erkendi. En yakışıklı zamanında kaybettik, en devrimci, en üretken döneminde göçüp gidiverdi önümüzden. “İşte gidiyorum, bir şeyler istemeden...” diye diye.
Bedeninin toprağa karışmasından bu yana 10 yıl geçti Kazım Koyuncu’nun, şimdi, “ölümsüzler mahallesi”nin yürekli çocuğu olarak anılıyor; her gün, her saat, her yerde, bir yerlerde muhakkak ki onurlu bir duruş olarak hatırlanıyor. Ne zaman “barış ve özgürlük meydanı” toplansa, ne zaman bir “Gezi Parkı” kurulsa, ne zaman en çevrecisinden “yeşil bir yol”dan geçilse, en dirençlisinden bir Kazım Koyuncu posteri kaplıyor her yanı, Kazım Koyuncu şarkıları yankılanıyor, kendi sesinden özgürlük ve hayat melodileri kalabalıklara umut veriyor... Ve ne zaman ki tarihe Çernobil Faciası diye geçen, yerli yabancı tüm kravatlı alçakların geçiştirmeye, gizlemeye çalıştıkları nükleer felaketin (yani Kazım’ı öldüren çevre cinayetinin) yıldönümü olsa, hatta her nükleer protestonun ortayerinde Kazım, dimdik duruşuyla önder oluyor.
Kazım Koyuncu’yu benim ilk ve son görüşüm, Yeni Melek Sineması’nda iki bine yakın kişinin izlediği konserinde oldu. Hasta zamanlarıydı. Canının çok yandığı ama yaşam umudunu elden bırakmadığı dönemleri... Şarkılarını coşkuyla söylüyor, söyletiyor, herkesi bağrına basıyor, herkes ona ve şarkılarına uyum sağlıyor, o da her şarkı arasında memlekette kötü giden durumlara dair kısa ve öz konuşmalar yapıyor, bu arada kendisiyle ilgili şakalar da yapıyordu. (Ki derlerdi ki “Onkoloji Servisi”nde hastalara mini resitaller veriyor, “konserle kanser arasında tek harf fark var” diye hastalığıyla dalgasını geçiyordu).
Kazım Koyuncu, farklı, etkileyici, düşünen, düşündüren muazzam bir sahne adamı olarak “şarkılarla ve kelimelerle gelip geçmişti” aramızdan. Kısacık ömrüne çok şey sığdırarak, hayatı ve eserleri iğne oyası gibi işleyerek.
Açıkçası, o “kısa ömür”den etkilenmemek, (dostlarının ona uygun gördüğü) şair ceketli çocuğa saygı duymamak mümkün değildi sahiden. Kendi tarzını, kendi alanını yaratmıştı Kazım Koyuncu. Hikâyesini hatırlayacak olursak.
1996 yılının bir bahar akşamıydı...
İstanbul’da bir konser salonunda sahne adı “Zuğaşi Berepe” olan rock grubu, ardı ardına Kafkas dillerinden şarkılar, türküler söylüyordu. Zugˆas¸i Berepe, yani “Denizin Çocukları” demişlerdi kendilerine ve art arda, atalarından, ninelerinden, dedelerinden dinledikleri ağıtları, ninnileri sıralıyorlardı konserde. Seyirci de bir yandan tempo tutuyor bir yandan da kimi türkü ve şarkıya eşlik ediyordu.
İstanbul’daki o konser aksamının seyircisi de müzisyeni de Arhavi’nin, savs¸at’ın, Artvin’in, Hopa’nın, yani Doğu Karadeniz’in çocuğuydu.
Örneğine daha önce rastlanmamış bir müzik söyleniydi yaşanan...
Asırlık Kafkas türküleri Hems¸inceden Lazcaya pek çok ağıt ve melodi, rock formunda söyleniyor, sanki “kayıp şarkılar” dile geliyordu.
Zugˆas¸i Berepe, Türkiye’nin, hatta dünyanın ilk Laz rock grubuydu. Kurucusu da Kazım Koyuncu.. Ve “hırçın Karadeniz’in saygın çocuğu” olarak kalabalıklara karışacaktı.. Koyuncu, Kafkas dillerinin sesi olacak Tiflis’ten Çayeli’ne asırlık türküler derleyecekti.
Kazım, çocuk yaşlarda müziğe sevdalanmış, fındık bahçeleri arasında dolaşırken de eğitimini sürdürürken de türkülerle, şarkılarla haşır neşir olmuştu. Önce gitarçalmayı o¨gˆ renmis¸, bebekligˆinden itibaren kulagˆına c¸alınan, dedesinin, ninesinin, anasının tu¨rku¨lerini, ninnilerini, ağıtlarını kendince yorumlayıp durmus¸tu.
Sonraki yıllarda, Tiflis’ten Trabzon’a kadar Karadeniz’i boydan boya dolas¸acak, ko¨ylerden, ko¨ylu¨lerden dinlediklerini kaydedecek, adeta bir müzik araştırmacısı gibi bo¨lgenin ses dokusuna derininden dalacaktı.
Farklı dillerle, farklı ku¨ltu¨rlerle harmanlanmıs¸ bir topragˆın, o¨zellikle Dogˆu Karadeniz’in degˆis¸ken ikliminin, fırtınasının, yagˆmurunun, hırc¸ın dalgasının izlerini su¨recek, birbirinden tempolu, akıcı ve c¸es¸itlenmis¸ dilleri, agˆızları, s¸ive ya da lehc¸eleri hep cebine aktaracaktı kelime kelime, melodi melodi...
Lazca, C¸erkezce, Rumca, Mergelce, Hems¸ince Gu¨rcu¨ce ve Tu¨rkc¸e Kazım Koyuncu’nun kozasında adeta armoniye do¨nu¨s¸ ecekti. Horon tepercesine kol kola girmis¸ diller, ku¨ltu¨rler karmas¸asının ortasındaydı sanki. Karadeniz mu¨zigˆine de tutkundu, Ku¨rt mu¨zigˆine de... Gu¨rcu¨ ezgilerini de merak ediyordu Ege ezgilerini de...
Sonra... Yol arkadas¸larıyla Zugˆas¸i Berepe’yi kurdu Koyuncu... O¨nce memleketi Artvin ve c¸evresinde konserler verecek, ardından da I·stanbul’da sesini duyuracaktı.
Hikâyesi Karadeniz’den gec¸en televizyon dizilerinin de mu¨zigˆini yapacak, Tu¨rkiye’nin en sevilen, en c¸ok dinlenen yorumcularından biri olacaktı.
‘Bizde duygular radikal’ diyordu
Lazcanın bir agˆız, bir s¸ive degˆil, kendine has bir dil oldugˆunu anlatacaktı konserlerde, ro¨portajlarda. Ses egˆitimi yoktu aslında Kazım Koyuncu’nun ama... Artık orta yerde kendi tarzını yaratan bir mu¨zik bilgesi, Dogˆu Karadeniz ya da Kafkas dillerinin sesi vardı ac¸ıkc¸ası... O fındık bahc¸elerinde bu¨yu¨yen Hopalı c¸ocuk, bir tu¨rku¨de “Dido” diyor, bir bas¸kasında “Hayde” diye sesleniyordu.
Kendisiyle yapılan so¨yles¸ilerde “Bizde duygular radikal” diyordu. “C¸ocukluk u¨topyalarımı gerc¸ekles¸tirdim, mu¨zisyen oldum, ko¨klerimin tu¨rku¨lerini aktardım” diye o¨vu¨nu¨yordu; bir de gu¨cu¨nu¨, ilhamını, yemyeşil bir cogˆrafyadan, asırlık geleneklerden alan besteleriyle...
Kazım Koyuncu, “Denizde kararti var bu gelen kayik mudur
Ben o¨zledim yarimi, agˆlasam ayip midur” diye gelip gec¸en tu¨rku¨ler de so¨ylemis¸ti, hoyratlığı, zalimliği, savaş simsarlarını, çevre katillerini lanetleyen melodiler de... Kazım Koyuncu, doğup büyüdüğü topraklarda yatıyor şimdi. Kişiliğine yön veren, hiç kopmadığı köyünün yamaçlarında fındık, ağaçlarının dibinde bir anıt mezarda...
Zülfü Livaneli’nin konuk olduğu Kültür Yolcuları belgeselimiz için geçen yıl Doğu Karadeniz’e uzanmıştık. Tabii ki Çernobil’den kalanların izini de sürdük, Kazım’ın köyüne de uğradık, o anıtmezarda Zülfü Abi, Can ve Coşkun’la birlikte saygıya durduk. Kazım’ a, aramızdan çok erken ayrılan bu “yiğit adam” a gözyaşı döktük bir kez daha... Geride muhteşem çalışmalar ve onurlu bir hayat bırakan Kazım’ın “Yaşarsam yaparım, yaparsam yaşarım” sözünü hatırlaya hatırlaya... Keşke yaşasaydı Kazım, alçaklara inat, tüm yapıcılar gibi barış, özgürlük ve hayat türküleri söylemeye devam etseydi. Çook iyi olurdu.
En Çok Okunan Haberler
- Kriminal raporun ayrıntıları ortaya çıktı
- İstanbul'da aile katliamı
- İktidarın '25 Kasım' korkusu
- 250 bin TL'nin getirisi ne kadar?
- AKP sayesinde bu düş de gerçek oldu!
- Akalın'dan İYİ Parti'yi karıştıracak açıklama
- Gökçek döneminde belediyeden geçen karar pes dedirtti!
- Hedefteki teğmenlerle ilgili yeni gelişme!
- Türk ordusunun Kubilaysızlaştırılması
- 'Açız' diye bağırdı, yaka paça dışarı atıldı!