Kansere karşı hep birlikte: Ben, fotoğraf makinem, kardeşim
Carly Clarke, 2012 yılında kendisine kanser teşhisi konulduğunda hayatının son günlerini belgelemek istedi. Bedeninin gün be gün nasıl değiştiğini görmek için resimlerini çekmeye başladı. Şimdi yedi yıl sonra, erkek kardeşine de kanser teşhisi konuldu. Carly yeniden kamerasını eline aldı, aynı çileyi çeken kardeşinin fotoğraflarını çekmeye koyuldu.
Carly Clarke, 2012 yılında kendisine kanser teşhisi konulduğunda hayatının son günlerini belgelemek istedi. Bedeninin gün be gün nasıl değiştiğini görmek için resimlerini çekmeye başladı.
Şimdi yedi yıl sonra, kaderin zalim bir oyunu sonucu erkek kardeşine de kanser teşhisi konuldu. Carly yeniden kamerasını eline aldı, aynı çileyi çeken kardeşinin fotoğraflarını çekmeye koyuldu.
"Ellerimde, kıyafetlerimde, banyo küvetinde, her yerde saçlarım vardı. Yıkandığım zaman, taranırken, sürekli saçlarım dökülüyordu" diyor Carly:
"Aynaya her baktığımda biraz daha değiştiğimi görüyordum. Tel tel yok oluyordu saçlarım…"
Kanser tedavisi gördüğü altı ay boyunca çektiği portrelerini bana gösterirken, o günleri sanki yeniden yaşıyor.
Bir noktada saçlarının dökülmesine artık katlanamadığını, babasından kafasını tıraş etmesini istediğini söylüyor.
"Çok gür saçlarım vardı. Şimdi ise tam bir kanser hastası gibiyim" yazmış resimlerinden birinin yanına. Yaşı daha 26'ymış.
Bu fotoğrafların çekilmesinden altı ay önce Carly, Kanada'da rüya gibi günler geçiriyordu. Üniversitenin son yılı için bitirme tezi olarak Vancouver'ın yoksul mahallelerinde bir fotoğrafçılık projesinin çekimlerini yapıyordu.
Aslında altı aydır rahatsızdı, sürekli öksürüyor, kilo veriyor, göğsünde ve sırtında ağrılar hissediyordu. Doktorlar ona zatürre, astım gibi teşhisler koymuşlar, akciğerlerinin iflas edebileceğini söylemişlerdi. Carly hiçbirine kulak asmamıştı.
"Bu hastalık her ne idiyse, hayatımı ele geçirmesine izin vermemeye kararlıydım" diyor ve ekliyor:
"Vancouver'da hastalıklarla ve bağımlılıklarla mücadele eden insanlarla empati kurabiliyordum. Kendi hayatımdan, sağlığımdan duyduğum endişe beni çekimler sırasında onlara daha da yakınlaştırmıştı."
Dondurucu soğukta sokaklarda konuştuğu, fotoğraflarını çektiği insanlardan bazıları hastanede tedavi gördükleri sırada kendilerine verilen uyuşturucu ilaçlara bağımlı olmuşlardı.
Üç ay sonra Carly de göğsündeki ve sırtındaki ağrıya dayanabilmek ve geceleri uyuyabilmek için morfin almaya başlamıştı.
Kanada'daki doktorların telkinleri sonucu Londra'ya dönen ve nihayet kapsamlı bir tetkikten geçen Carly'ye Mart 2012'de Hodgkin lenfoma teşhisi konuldu. Bu çok ender görülen, saldırgan bir tür kanserdi. Akciğerinde ve göğüs duvarında bir greyfurt büyüklüğünde tümör oluşmuştu.
"Londra'da Guy's Hospital'da gözyaşlarına boğuldum. Kemoterapiden sağ çıkıp çıkamayacağımı bilmiyordum. Teşhis çok geç konulmuştu. Çok korkuyordum" diyor.
Kanser teşhisi, ailesinde de şok etkisi yaratmıştı:
"Annem ve babamın dünyaları karardı. Ailede o güne kadar kanser vakası pek görülen bir şey değildi. Erkek arkadaşım da yıkıldı. Yanımda olabilmek için Kaliforniya'dan ayrıldı, İngiltere'ye geldi."
Carly'nin daha birkaç hafta öncesinde ders notları ve fotoğraf çekimlerinin tarihleriyle dolu olan takvimi bir anda hastane randevularıyla, ilaçların ne zaman alınması gerektiği gibi bilgilerle dolmaya başladı:
"Hayatım artık sadece acı dolu her bir anı geride bırakmaya odaklanmaktan ibaret olmuştu. Bir ilaçtan diğerine, sonu gelmez tetkikler, dev iğneler, biyopsilerin kemiklerine işlemesi, boğazından aşağı itilen borular ve günün birinde tüm bu acının bitmesi umudu…"
Göğsündeki ağrı koluna kadar inmiş, ciğerlerindeki sıvı nefes almasını güçleştirmeye başlamıştı. Sürekli olarak da korkunç bir öksürükle boğuşuyordu.
"Kolumdan geçirdikleri plastik bir hat, midemi bulandıran ama şifa taşıyan bir ilacı kalbime yolluyordu. Bir yandan kanseri öldürmeye çalışıyor, ama diğer yandan beni güçten düşürüyordu" diyor ve ekliyor:
"Her geçen gün iskeletim daha bir görünür hale gelmeye başladı. Göz göre göre eriyordum. Durup dururken hayatta kalma savaşı vermeye başlamıştım."
Carly'nin yaşadıkları dünyayı ve kendisini algılayış biçimini de değiştiriyordu. Bunun üzerine karar verdi: Kendi fotoğraflarını çekecekti.
"Eğer yaratıcı bir sürecin içerisine girersem, bu gerçekliğin içinden biraz olsun çıkabilirim ve yaşadığım travmaya başka bir gözle bakabilirim diye düşündüm" diyor.
Travma Gerçekliği, değişen görüntüsünü belgeleyen bir dizi portreden oluşacaktı. Hastanedeki ve dışarıdaki hayatını, kansere karşı verdiği mücadeleyi resmedecekti.
Hastaneye gittiğinde tripod ve kablolarla fotoğraf çekmesine izin veriliyor, kimi zaman fotoğrafı çekme düğmesine doktorlar ya da hemşireler basıyordu:
"Başkaları bu fotoğraflara bakarken ne düşünecekler diye merak ediyordum. Tabii bir de ben hâlâ ortalıkta olacak mıydım acaba hikâyemi anlatmak için?"
Carly, çalışmasının kendisiyle aynı durumda olanlara kanserin dimdik karşısında durmaları, hastalığın tüm kimliklerini esir almasına müsaade etmemeleri için cesaret vermesini istiyordu.
Çektiği her fotoğrafta, derisinin daha da soluklaştığını, kemiklerinin üzerinde gerginleştiğini fark etmeye başladı. Bu ona neredeyse bir yabancıymış gibi bir görüntü veriyordu.
İki ay içinde 12 kilo verdi ve vücudundaki azalan oksijen seviyelerini takviye etmek için düzenli olarak kan nakli yapılmaya başlandı.
"İnsanlar bana bakmaya korkuyorlardı. Özellikle de çocukları kanserle mücadele eden anne-babalar. Çünkü bana baktıklarında en büyük kabuslarını karşılarında görüyorlardı. Kendimi o şekilde görmek beni de çok korkutuyordu" diyor.
Bir süre sonra Carly, hastanede tam zamanlı tedavi görmeye başladı.
En kötü olduğu zamanlarda, sürekli midesi bulanırken ya da uyuklarken, hastanede verilen yemek tepsisini hiç dokunmadan geri yolluyordu. Bazı günler kendi resmini çekemeyecek ya da erkek arkadaşına bir telefon bile edemeyecek kadar yorgun hissediyordu.
Artık öksürüğü de öyle bir hale gelmişti ki kan tükürdüğü bile oluyordu. Kimi geceler soğuk terler boşanarak uyanıyor, kaşıntılarla boğuşuyordu. Yatağı sanki üzerinde duş almışçasına sırılsıklam oluyordu.
Üç aylık kemoterapiden sonra günün birinde öksürüğü bir anda kesiliverdi. Diğer semptomları da azalmaya başladı.
Tedavi işe yarıyor, diye düşündü. Biyopsi sonuçları da bunu doğruluyordu. Kansere karşı mücadelesini kazanıyordu. Carly'nin hayatı algılayışı bir kez daha değişiyordu:
"Çaresizlik bir anda yerini umuda bırakmaya başladı. İçim neşe doluyordu. Ölüme o kadar yaklaştıktan sonra artık hayatı sonuna kadar, doyasıya yaşamaktan başka bir şey düşünemiyordunuz."
Hastanedeki odası artık acı çektiği bir yer olmaktan çıkıyor, evi haline geliyordu. Hemşireler, doktorlar arkadaşı, kimi hastalar dostu olmuştu.
Carly artık odasından da çıkmaya başladı. Lobideki akvaryumun etrafında her yaştan hasta toplanıyordu.
Onunla sık sık aynı gün kemoterapiye giren, ölümcül lösemi hastası yaşlı bir çift vardı. Adam Carly'ye karısının ömrünün Noel'i görmeye yetmeyeceğini söyledi. Carly kadına sıkı sıkı sarıldı.
"Ona iyi şanslar dilediğimi hatırlıyorum. O çift hiçbir zaman aklımdan çıkmıyor" diyor.
Carly kendini iyi hissetmeye başladıkça dış dünyayla da etkileşimini arttırdı. Erkek arkadaşı ve dostları onu öğlenleri yemeğe çıkarıyor, bazen yakınlardaki deniz kenarına gidiyorlardı. Carly burada ufuğa doğru yavaşça açılan tekneleri izlerken bazen gelecekten söz ediyordu.
Çektiği fotoğrafların okul arkadaşlarını ve öğretmenlerini etkilemeye başladığını da görüyordu.
Fotoğraflar sadece kanser tedavisinin fiziksel ve duygusal etkilerini yakalamakla kalmıyor, bunun her zaman da korkulması gereken bir şey olmadığını gösteriyordu Carly'e göre. Bu resimler, pozitif bir bakış açısı da sunuyordu:
"Çektiğim resimlere dönüp baktığımda, kendimi çok daha güçlü hissediyordum. Çünkü ölümle burun burunaydım ama bir yanım hâlâ bu savaşı kazanabileceğimi söylüyordu."
Carly fotoğraflarını başka kanser hastalarına gösterdi ve onların da resimlerini çekmeye başladı. Bu şekilde onlarla iletişim kurabiliyor, iki lafın belini kırıyor, yüzlerinde bir tebessüm yaratabiliyordu.
"Küçücük bir gülümseme, ufacık bir yardım ya da kibar bir söz bir insanın nasıl hissettiğini değiştirebiliyor, gününü aydınlatabiliyorsa ve vücudundaki her bir hücreyi olumlu etkileyebiliyorsa, o zaman pozitif bir fotoğraf öyküsü de bir insanın hayatını değiştirebilir" diyor ve ekliyor:
"İnsanın ruhsal dengesini koruyan, bu mücadeleyi vermek için onlara gereksinim duydukları iradeyi tanıyan şey bu acıların bir gün son bulacağı umudu. İşte bu, her şeye rağmen hayatta kalmanızı sağlıyor."
Carly'nin tedavisi Eylül 2012'de son bulduğunda, çektiği 15 rulo film ve 150 fotoğraf ile yolculuğunun her aşamasına geri dönüp bakabiliyor ve "Kanseri işte böyle yendim" diyebiliyordu.
Ama aile evine dönmek ve hayatını tekrar rayına oturtmak Carly için çok kolay olmadı. Kullanmadığı ilaçlarla dolu olan kutuyu geri götürdüğünde, hastanedeki günlerini özlediğini fark etti:
"Hastanede çalışanlar ve bazı hastalar artık ailem gibi olmuştu. Zaman içinde hepsiyle çok yakınlaşmıştık."
Carly birkaç ay sonra Kaliforniya'ya döndü ve sonraki yılın büyük bölümünü erkek arkadaşının yanında geçirdi.
Birkaç kez İngiltere'ye döndüğünde hastaneyi de ziyaret etti, altı ayda bir yaptırması gereken kontrollerden geçti. Her hastaneye girişinde tanıdık yüzler arıyordu. Tedavisine yardımcı olan hemşireler ya da kader ortaklığı yaptığı hastalar…
Bir defasında, tedavisinden birkaç yıl sonra, doktorla randevusuna biraz erken gelmiş lobide beklerken yanında oturan kadınla bir an bakışmışlardı. Carly bir anda gözyaşlarına boğulmuştu.
Bu, 2012'de kocasının Noel'e kadar yaşayamayacak dediği kadındı.
"O olduğuna inanamıyordum. Böylesi anlar öyle güzel, öyle değerliydi ki" diye hatırlıyor o anları.
Carly, artık dünya genelinde insanların hayatlarını resmetmek için büyük bir açlık duymaya başlamıştı. 2014'te Hindistan'da dört ay geçirdi.
Bu seyahati sırasında yaptığı çalışmalar, 2018 yılındaki Uluslararası Fotoğrafçılık Ödülleri'nde adından övgüyle söz ettirdi. Aynı yıl, Travma Gerçekliği serisinden 'Kemoterapinin Son Günü' isimli çalışması İngiltere Portre Ödülleri'nde finale kaldı.
Ödül törenlerine davet edilip, çekim üstüne çekim yaparken bir yandan da yerel hastanesi olan St. Wilfred's ile görüşüp, kanser hastalarının hayatlarının son evresini fotoğraflamak üzere bir proje geliştirmeye başladı.
Ölümcül hastalıkların insanların psikolojik durumunu nasıl etkilediğini ve hastaların geri kalan zamanlarını yeni hobiler edinerek ya da son vedalarını ederek nasıl değerlendirdiklerini belgelemek istiyordu.
Ama bu projesi, geçen yıl Eylül ayında erkek kardeşi Lee'den aldığı bir telefonla alt üst oldu.
Lee, küçük kardeşleri Joe'ya Hodgkin lenfoma teşhisi konulduğunu söyledi. Bu, Carly'nin altı yıl önce yendiği kanserin aynısıydı. İki kardeş telefonda karşılıklı ağlamaya başladılar.
Joe daha 16 yaşındaydı ve üniversiteye başlamak üzereydi. Kanseri Carly'ninki kadar ilerlememişti ama aynen onun gibi teşhis konulmadan önce aylarca hasta dolaşmıştı.
Doktorlar sürekli kaşıntıyı deri kuruluğuna ya da hayal gücüne bağlamışlardı.
Carly "Joe böyle bir teşhis konulmasına hazırlıklı değildi. Hiçbirimiz değildik" diyor.
Hodgkin lenfoma
İngiltere'de Ulusal Sağlık Hizmeti NHS, lenfomanın damarlar ve lenf bezlerinden oluşan lenfatik sistemde gelişen, ender görülen bir kanser türü olduğunu belirtiyor. Lenfoma, vücutta hızla yayılabiliyor, ancak kanser türleri içinde en kolay tedavi edilenlerden biri.
Joe, kendisine kanser teşhisi konulduktan sonra mümkün olduğunca normal hayatına devam etmeye çalıştı. Kız arkadaşıyla zaman geçirdi, araba kullanmayı öğrendi, kariyer planları yaptı.
Ancak hastaneye gidiş gelişleri arttıkça ders notları tepetaklak düşüşe geçti ve arkadaşlarıyla giderek daha az buluşmaya başladı.
Carly, kardeşiyle daha çok zaman geçirmek istediğinden bu yılın başlarında Joe'ya kanserle mücadele yolculuğunda fotoğraflarını çekmesine izin verip vermeyeceğini sordu. Joe tamam dedi.
Joe'yla aralarında 16 yaş fark olan Carly, kardeşi daha çok küçükken evden ayrılmıştı. Ama tek ablası olduğu için her zaman ona karşı bir sorumluluk hissetmiş, örneğin bebekken ona resim yapmayı öğretmişti.
Carly üniversitede okumak için Londra'ya taşındıktan sonra çok az görüşmeye başlamışlardı. Erkek kardeşini her gördüğünde boyu biraz daha uzamış, sesi biraz daha kalınlaşmış oluyordu.
Ama şimdi hastane odasında kameranın arkasında durduğunda, her bir resimde ne kadar hızlı bir değişim yaşadığını görüyordu.
Joe saçını önce platin sarısına, sonra yine gösterişli başka bir renge boyamıştı. Saçları dökülmeye başlayınca, aynen Carly gibi o da kafasını tıraş etti.
Fotoğraflarda sürekli şapka takıyor, peruk kullanmaktan bahsediyordu.
Kemoterapinin bir sonraki evresi için verdikleri steroidler onu bir anda yaşlandırmış ve dramatik bir değişikliğe neden olmuştu.
"Joe o kadar çok kilo aldı ki onu tanımak neredeyse imkânsız hale geldi. Fotoğraflarda kilo aldığı yerlerdeki çatlaklar görülüyordu" diyor Carly.
Joe ondan giderek daha çok yardım ve tavsiye ister olmuştu. Genç bir çocukken ablasının kanserle mücadelesini izlemişti. Kanserin ablasını nasıl yorduğunu görmüştü. Ama ablasının kanseri yendiğini de.
Carly "Korkuya ya da şüpheye düşse bile, benim kanseri yenmiş olmam ona da umut veriyordu. Tedavisine devam etmek için gerekli azmi veriyordu ona" diye anlatıyor.
Joe'nun kanseri çok ileri aşamada olmadığı için, Carly tedavinin kısa süreceğini düşünüyordu. Dolayısıyla fotoğraf seçkisi de daha sınırlı olacaktı, koleksiyon genç bir adamın kanseri nasıl yendiğini anlatacaktı.
Ancak Joe'nun ilk kemoterapisinden başarılı sonuç alınamadı.
"Bu haber herkesi darmadağın etti. Bizim ilişkimizi de etkiledi" diyor Carly.
Joe şimdi dört ay daha kemoterapi görecek, kendi vücudundan kök hücre nakli yapılacaktı. Yeni yeni çıkmaya başlayan saçları tekrar dökülüyordu.
Joe artık fotoğraflarının çekilmesini istemiyordu. Carly bu kararı anlayışla karşıladı ve saygı gösterdi. Ama zaman içinde hastalığı yenme kararlığı ve umut geri geldi. Bir ay kadar sonra Joe fikrini değiştirdi.
Carly, "Joe'nun en sevdiğim fotoğrafı, düşünceli bir şekilde kafasını çevirdiği şu resim. Başına gelecekleri biliyordu ve gözleri uzaklara dalmış gitmişti" diyor ve ekliyor:
"Bu resim onun ne kadar değiştiğini ve genç bir kanser hastası olmaya, bu yeni role uyum sağladığını gösteriyordu."
Joe, doktorların tavsiyesine rağmen kök hücre tedavisini sonlandırdı. Nefes darlığı, deri sorunları, sarılık ve ishal gibi yan etkilerin ömrünü kısaltmasından endişe ediyordu.
Bu karardan kısa süre sonra, Mayıs ayında yapılan tetkikler temiz çıktı. Bu, Menorca'daki ailesinin yanına ve sonra da ağabeyi Lee'nin düğününe gidebileceği anlamına geliyordu.
Joe birkaç ay boyunca kontroller için hastaneye düzenli olarak gitmeye devam edecek. Ama daha şimdiden aldığı kiloları vermiş durumda ve saçları da yeniden çıkmaya başladı.
Carly, çektiği fotoğrafların hem onun hem de Joe'nun "bedenlerinin, akıllarının ve ruhlarının son limitlerine kadar zorlandıkları" bir dönemde, böylesi bir gerçekliğin aile hayatlarını nasıl etkilediğini gösterdiğini söylüyor:
"Joe ve benim bu fotoğraflarımız acı dolu hatıraları geri getiriyor. Ama bana insan vücudunun nasıl cehennemlere göğüs gerebileceğini de hatırlatıyorlar.
"Bu fotoğraflar belki o dönemlere küçük bir pencere açıyor olabilir ama umudum o ki bu resimlere bakanlar sadece bir hastalığın korkunç yüzünü görmekle kalmasınlar. Kanseri yenen bir insan olmanın nasıl bir güç verdiğini ve bunun aynı durumdaki hastalara nasıl büyük bir umut aşıladığını da görsünler."
Fotoğraflar: Carly Clarke
En Çok Okunan Haberler
- Erdoğan belayı satın aldı
- ‘Kar leoparı’ neden cezaevinde
- Kılıçdaroğlu'na 'Meral Akşener' yanıtı
- Elazığspor'dan maça çıkmama kararı!
- Ünlü kebapçının kardeşi 20. kattan aşağı düştü!
- Kayyum belediyeyi kapattı!
- Ali Koç'tan çok sert Kayserispor açıklaması!
- Al Nassr'dan Talisca açıklaması!
- Yetki kısıtlayan teklif komisyondan geçti
- Çete lideri savunma yaptı, tutukluluğa devam kararı!