Kahrolsun bağzı şeyler!

Umur Talu’nun incelemesi ‘Senin Adın Corona Olsun... İnsanlığın Salgın Maceraları’ (Literatür Yayınları), bir gazetecinin salgınlar boyu iz sürümü. Fiili yaşamın içinde kıssadan gayet somut ve herkesi eşit kılan hisseler bütünü. “Tarihin böyle bir tanımı olamazdı ama şunu söyleyip sonra lafı geri alabilirdik: Tarih, iki büyük salgın arasında cereyan eden birtakım olaylardır!” vargısıyla, insana, bilime, araştırmaya, meraka, buluşa saygıyla kaleme aldığı; tarihten koparılıp birleştirilmiş sayfalar, zaman sıçramalarıyla değişmeyenler, birbirini kovalayan, iç içe geçen yaşam ve salgın hikâyeleri. Bugün yaşadığımız distopik günlerde yakından duyumsanan her çeşit insani kaygı ve umut satır satır işli. ‘İnsanlık tarih boyu küresel salgınlarla nasıl mücadele etmiş’in yanı sıra salgınların her şeyin üzerinde nasıl bir oyun kurucu, tarih yapıcı, tarih bozucu ve tarih yıkıcı” olduğunu, tarihin gidişatını nasıl değiştirdiğini apaçık ortaya koyuyor Umur Talu.

Kahrolsun bağzı şeyler!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 11.12.2020 - 11:36

İNSANLIĞIN SALGIN MACERALARI

“Ülkemizde salgına karşı “ön cephe”de ve her cephede mücadele ederken yitirdiklerimizle birlikte, tüm ülkelerden her yaş, her cins, her ırktan bütün kayıplarımızın anısına; mücadeleyi sürdürenlere saygıyla…”

‘Senin Adın Corona Olsun... İnsanlığın Salgın Maceraları’ (Literatür Yayınları) kitabına bu cümlelerle başlıyor Umur Talu.

Kitabını yerli ve yabancı çok sayıda araştırma, kitap, makaleye dayanmakla birlikte bir tarih ya da bilimsel kitap olarak nitelemiyor. Bir gazetecinin salgınlar boyu iz sürümü, fiili yaşamın içinde kıssadan gayet somut ve herkesi eşit kılan hisseler bütünü okuyacağınız hikâyeler.

Tarihten koparılıp birleştirilmiş sayfalar, zaman sıçramalarıyla değişmeyenler, birbirini kovalayan, iç içe geçen yaşam ve salgın hikâyeleri. İnsana, bilime, araştırmaya, meraka, buluşa saygıyla kaleme alınmış. Bugün yaşadığımız distopik günlerde yakından duyumsanan her çeşit insani kaygı ve umut satır satır işli.

SALGIN, TARİH YAPAR, BOZAR VE YIKARI!

‘İnsanlık tarih boyu küresel salgınlarla nasıl mücadele etmiş’in yanı sıra salgınların her şeyin üzerinde nasıl bir oyun kurucu, tarih yapıcı, tarih bozucu ve tarih yıkıcı” olduğunu, tarihin gidişatını nasıl değiştirdiğini apaçık ortaya koyuyor inceleme.

Kolay değil milyonlarca can alan uyumayan bir düşman sözün konusu. Kimse bundan azade değil! Ünlü müsünüz fark etmez! Lider misiniz hiç bakmaz! Zengin misiniz geçmiş olsun! doktor musunuz zaten en ön cephede, topun ağzında, süngünün ucundasınız!

EVLERDEN IRAK!

Kitabında salgınlara ilişkin hepimizin evvel zaman yani korona öncesi yaygın bireysel ve sistemsel farkındalık düzeyimizi de anımsatıyor Umut Talu:

“‘Salgın’ sanki Ebola gibi Afrikalılara, bir de AIDS’lilere mahsustu. Çocukluğumda hâlâ korkulan ‘kolera’ bile, koca İstanbul’da nihayetinde Sağmalcılar’a sıkışmış sayıldı; onun adı da Bayrampaşa yapılınca geçti gitti.

Kızamık, kızıl, tifo, tifüs, verem, sıtma, sarı humma, çiçek, çocuk felci, kuduz gibi dünyayı ve bu toprakları kavuran hastalıkları ise, çoğumuz anca, dünyayı bu dertlerden kurtarmış görünen aşılarla bildik. Yine çocukluğumun sanatoryumlarındaki ‘tüberkülozlular’ adeta birkaç yüzyıl öncesinden kalan cüzzamlılar gibiydi ve üstelik cüzzam da bu ülkede öyle birkaç yüzyıl önce silinmiş değildi.

Yeter ki işte ‘evlerden uzak dursun’du bunlar ve çoğu haneden hakikaten uzak durdukları için ‘ötekinin derdi’ydi. Başımıza gelmedikçe, vah vah, tüh tüh!

Oysa doğduğum 1957’deki küresel virüs, İspanyol Gribi ardından, 20. yüzyılın ikinci büyük küresel salgınıymış. Savaşlardan, kıyımlardan, açlıktan, kıtlıktan, yokluktan, salgınlardan çıkmış kuşakların torun ve çocuklarıydık.

Onların ölümün doğallığını kabullenme ve sağ kaldığına şükretme kültüründen elbette bize düşen epey pay da vardı. 68’li ve 78’li cesaretinin ve cüretinin kökenlerinde böyle evrensel ve yerli bir şey de vardı belki!

Okullar desen, tarihi sadece büyük adamların büyük işleri olarak anlatıyor, elbette hijyen, halk sağlığı, aşı gibi yine de üstlendikleri çok önemli sosyal sorumluluklar dışında, zaten kitleleri pek dikkate almadan anlatılan tarihe, kitlesel kıyımları ve büyük salgınları hemen hiç bulaştırmıyorlardı.”

İSPANYOL GRİBİ VE CORONA MERKEZDE

Bildiği bilmediği, bağlantılarını asla kurmamış olduğu insanlar, olaylar ve dönemler arasında zamanı bükerek bir özdeşlik kuruyor Talu. Bilinen bilinmeyen vakaları ve insanları, “Geçmiş, bugün ve gelecek” tünelinde birleştiriyor. Salgınlar, pandemiler, savaşlardan bile can alıcı olduğunu imlediği kıyımlar ve onlarla mücadeleyi pusulası kılarak yola devam ediyor.

Besso’dan Einstein’e, Freud’a, İspanyol Gribi’nde kaybettiği kızına, Klimt’e, Einstein’dan Nissen’e, oradan İstanbul Tıp’a, Charite’ye ve derken Corona’ya uğrayan bir seyahat o “zamansız” hikâyelerin rotasında. Salgınlara, hastalıklara, yıkımlara, rastlantılara, ilişkilere, öncülüklere, bir o yüzyıla bir bu yüzyıla, bazen bu topraklara uzanan bir zaman yolculuğu sunduğu.

İncelemenin merkezinde yer verilen iki salgın ise Apollinaire, Gustav Klimt, Egon Schiele ve hamile eşi, Sultan Reşad’ın (5. Mehmet) da canını almış İspanyol Gribi ve elbette Corona.

Hepsine yer yetmez kuşkusuz bir seçme yaparak devam edelim…

SALGINLARA YABANCI DEĞİLİZ! HEM DE HİÇ!

Balkan Savaşı’nın şiddetlendirdiği salgında, İstanbul Şehremini yani Belediye Başkanı askerlerde kolera tespit eder. Şehremini Cemil Topuzlu Çatalca, Yeşilköy, Yakacık, Tuzla’da karantina oluşturur. Şeyhülislam, tüm camilerin hasta ve muhacirlere tahsisi için fetva verir. Ayasofya, Sultanahmet, Şehzadebaşı hastaları alır.

Belediye Başkanı, Türkiye’de tıbbın öncülerinden Cemil Paşa’dır (Topuzlu). Şeyhülislam da Topuzlu’nun kayınpederi Cemaleddin Efendi’dir. Salgınlara ne yazık ki yabancı değildir Topuzlu. Küçükken annesini veremden, kısa süre önce tek evladını menenjitten yitirmiştir. İntihara bile kalkışır.

Camide karantina döneminin padişahı Sultan Reşad, 1918’de İspanyol Gribi’ne yenilir. Bir mikrop yüzünden tarihin ray değişimlerinden biri yaşanmak üzeredir. Galipler mağlupların canına okumak, paramparça etmek için Paris’te toplanmıştır.

Almanya İmparatoru Kayzer II. Wilhelm ile İngiltere Başbakanı Lloyd George da hastalanır ama kurtulurlar. Fransa Başbakanı Georges Clemencau da epey mücadele eder.

En şiddetli hasta ise, ABD Başkanı Wilson olur öyle ki neredeyse delirir! Ve Almanya’ya (belki Osmanlı’ya da) ağır şartlar dayatılmasına karşıyken, İspanyol Gribi ateşi altında, Fransa’nın ısrar ettiği Versailles Anlaşması’nı kabullenir. Versailles’ın aşağılayıcı hükümleri, mağlup-mazlum Almanya’dan zalim Nazi Almanya’sını doğurur.

MUSTAFA KEMAL, İSPANYOL GRİBİNE YAKALANIR

Mustafa Kemal Veliaht Vahdettin’le çıktığı Almanya gezisi ardından İspanyol Gribi’yle mücadele eder. İspanyol Gribi onu da Avusturya’da yakalamıştır ve iyileşene kadar orada kalır.

Mustafa Kemal, Cottage Sanatoryumu’nda tedavi gördüğü 28 Temmuz’da günlüğüne şöyle yazar: “7.30’da uyandım. Üzerimde rahatsızlık derecesinde kırgınlık. Üşütmüş gibi öksürüyorum. Viyana Hatıratı için yeni defter açıyorum.”

Cemil Topuzlu’nun oğlu Mehmet’in ilk eşi, İsviçre kökenli İngiliz Lilimina’dır. Lilimina, daha sonra boşanıp Galiçya Gazisi inşaatçı Fasih Galip ile evlenecek, Müslüman olup Leyla adını alacaktır ve kızları Türkan Saylan, toplumun ittiği cüzzamlılar için ve çocuklar için mücadele verecektir. Yıllarca cüzzamlıların kapatıldığı manastırlar ve benzeri binalar çoktan hastaneye ya da tımarhaneye çevrilmiştir.

PROF. CEMİL’DEN PROF. CEMİL’E BİR ASIR

Dr. Cemil Topuzlu Fransız Cerrahi Cemiyeti Üyesidir (1894). Covid-19'dan ilk kaybettiğimiz doktor ise Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu’dur. Mehmet Topuzlu’nun oğlu Prof. Cemalettin Topuzlu ve torunu Prof. Gonca Topuzlu Tekant da 2020’de Corona salgınına karşı tıp seferberliği içinde yer alırlar.

Zaten bir asırlık tarih bir bakıma bir salgından bir salgına da yazılmıştır: İspanyol Gribi’nden Corona’ya.. Bir Prof. Cemil’den bir Prof. Cemil’e... İspanyol Gribi’ni zor atlatan Topuzlu’dan, Corona’nın Türkiye’deki ilk doktor kurbanı Prof. Cemil Taşçıoğlu’na!

TIBBIN ASIRLIK TAVSİYESİ: ‘ELLERİNİZİ YIKAYINIZ!’

Topuzlu, Paris’te Dr. Lucas-Champonniere’le de çalışmıştır. Lucas-Champonniere, salgınların birbirini kovaladığı o günlerde, basit bir hijyen kuralıyla, sadece el yıkamayla ölümleri azaltan bir öncüdür. Onca yıl sonra, tıbbın ilk tavsiyesi yine bu olur: Ellerinizi yıkayınız!

1968-69 HONG KONG GRİBİ SALGINI

Umur Talu, 1969’da Lyon’da Edouard Herriot Hastanesi’nde çalışan genç doktor Pierre Dellamonica’nın 1968-69 Hong Kong Gribi salgınına ilişkin tarihe düştüğü sarsıcı bir notu da paylaşıyor kitabında:

“Ölüleri taşımaya vaktimiz yoktu. Yoğun bakımın sonundaki bir odaya yığıyorduk cesetleri. Ve ne zaman biraz vaktimiz olursa, isterse gece yarısı olsun, oradan çıkarıyorduk. İnsanlar felaket bir halde geliyordu. Akciğerleri iflas ediyor, dudakları grileşiyor, ölüyorlardı. Her yaştan insan. 20, 40... Aralıkta bu 10-15 gün böyle çılgın gibi sürdü, sonra sakinleşti. Ve çok gariptir ki, daha da hızlı unutuldu.”

KAHROLSUN BAĞZI ŞEYLER!

Hong Kong Gribi salgınında -ki aşısı diğer salgınlara kıyasla daha çabuk bulunmuştur- sadece ABD’nin 50 bin ölü verdiğini öğreniyoruz. 1918’den 1920’ye Avrupa’daki savaştan dönenlerden sonra, bu kez salgını Vietnam’dan dönen askerler taşıyordur. Fransa’da ölü sayısı 31 bindir. Dünyada ise 1 milyon ölüm olduğu tahmin edilse de 3 milyon diyen de vardır.

İnsanlığın uyutulmasına ibretlik bir örnektir de bu. Zira 68 Mayıs’ı, Vietnam Savaşı, Ay’da ilk adımlar, Prag Baharı, Afrika savaşları arasında koskoca Dünya Sağlık Örgütü, 1969 Ekim’inde salgın için, “Avrupa’da bir salgın yok. Her zamanki grip” demiştir.

Korona patlak verdiğinde Wuhan’da böyle diyen yetkililer olduğunu anımsayınca zamanı bükmeye gerek bile kalmıyor, Umur Talu’nun kitabında bir tarih ve günümüz yolculuğunda bir bir ortaya koyduğu gibi “kahrolsun bağzı şeyler” de değişmiyor!

KİTAPTAN…

DİRİLEN ESKİMOLAR!

- Kanadalı “Tıp coğrafyacısı” Kirsty Duncan, 1992’de okuduğu, Alfred Cosby’nin ‘Unutulan Salgın’ kitabından ilham alıp heyecanla harekete geçti: 1918 İspanyol Gribi salgınında Alaska’da hemen ölen 162 Eskimo’nun mezarında “donup kalmış” virüsün peşine düşecekti. Salgının etkisi o kadar şiddetliydi ki, henüz ölmemiş olan, tedaviye alınan Eskimolar da, uyanınca, ölüp dirildiklerini düşünerek intihar etmişti.


ADANA’DA 4 BİN YILLIK HEMŞİRE ANITI

- 2020’ye gelirken, Türkiye de bir Hemşire Anıtı’nın peşindeydi. 1862’de Adana’da bir inşaat için yapılan kazıda çıkan heykel, Montgomery adındaki misyoner rahip tarafından ABD’ye kaçırılmıştı. Vermont’lu Giles Foster Montgomery 1888’de, heykelin çıktığı Adana’da ölmüştü. Yine rahip olan oğlu Marshall Foster Montgomery 1868 Maraş doğumluydu. Heykel 1918’e kadar ailede kalmıştı. 4000 yıllık heykel bir süre sonra New York Metropolitan Müzesi Met tarafından alındı. İşadamı Jacob S. Rogers’ın 1901’deki ölümünden sonra Met’e bıraktığı servetle. Heykel, “Tarihte bilinen ilk hemşire, Mısırlı Satsneferu”ya aitti! Tarihte bilinen ilk hemşire heykeliydi tabii! Mısır’dan bir görevle Adana bölgesine gelmiş olan Hemşire Satsneferu diyordu ki, “Hastaları bakımsız bırakamam. Adana’da ölür de heykelimle gömülmezsem, ruhum Mısır’a dönemez.” 2020’de de dünyanın her yerinde hemşirelerin büyük çoğunluğu “Hastaları bırakamam” diyordu. Bazıları o nedenle veda ettiler sevdiklerine.

İLK TÜRK HEMŞİRE; SAFİYE HÜSEYİN

- Safiye Hüseyin, denizci, devrin büyük mühendisi Ferik Ahmet Paşa ile İngiliz soylusu Josephine’in, sonraki adıyla Firdevs Hanım’ın kızıdır. İki erkek kardeşi doktor olan Safiye Hüseyin, kız kardeşi Nesime ile Balkan Savaşları’nda gönüllü hemşirelik yapar. Hilal-i Ahmer’e çağ atlatan Doktor Besim Ömer Bey’in kadın hemşire yetiştirme kararıyla, onun yardımcısı ve Türkiye’de hemşireliğin öncüsü olur. “İlk Türk Hemşire” diye yazılır tarihe. Savaştan sonra da kız kardeşiyle Avrupa’da esir kamplarını inceleyen heyette olurlar. Kamp kamp dolaşırlar yurtdışında. Hastane gemisi Reşit Paşa, Çanakkale-İstanbul arası mekik dokumaktadır. Yaralılar, salgın kurbanları. Bomba yağdıran İngiliz uçakları. Gemide tek Türk hemşire, Safiye Hüseyin’dir. Esir alınan yaralı İngiliz askerleri bile, iyi İngilizcesiyle “Ölmeyeceksin” diye teselli eder, çoğu belki de son nefesini vermek üzereyken.

FLORANCE NIGTINGALE’DEN TOM MOORE’A

- Kırım seferi sırasında, Kaptan’ın bir yolcusu, Florence Nightingale’dir. Hemşireliğin Çanakkale sayfalarına tanık olamadan ölecektir ya... Dünyada hemşireliğin öncüsü sayılan Florence’ın adı, doğduğu Floransa’dan gelip Türkiye tarihine de yazılmıştır. Yaralıdan yaralıya, hastadan hastaya koşturduğu Selimiye Kışlası’nda ölümlerin çoğu salgınlar yüzündendir. Florence Hemşire, el yıkama gibi hijyen tedbirleriyle ve istatistikleri kullanarak yöntem belirlemesi sayesinde ölüm oranını büyük ölçüde düşürür. Aradan bir asır ve epeyce yıl daha geçer; Corona Çağı başlar. Önce “sürü bağışıklığı”nı deneyip sonra vakalar ve ölümlerle sarsılan, hastaneleri tıkanan İngiltere’de altı geçici Nightingale Hastanesi birden açılır. Birinin açılışını ise kaldığı kamu huzurevinin bahçesinde, yürüteç yardımıyla bir aşağı bir yukarı yürüyerek, sağlık çalışanları için 1000 sterlin toplamayı hedeflediği “Tom’un 100 Yaş Yürüyüşü”yle bir kampanya başlatan ve 1,5 milyon kişinin katılımıyla 30 milyon sterlinden fazla toplanmasını sağlayan 99 yaşındaki Tom Moore, yani “Yüzbaşı Tom” yapar! 30 Nisan 2020’de, “Kaptan Tom”un 100’üncü doğum günü, uçakların gösteri uçuşuyla, askeri geçit töreniyle ve ülkenin birçok yerinde sağlık çalışanları ile halkın alkışlarıyla kutlanır. Asırlık çınarın ilk adımlarına ise, Liverpool taraftarlarının ünlü şarkısı “Asla Yalnız Yürümeyeceksin” eşlik etmiştir.

SALGINDAN ÖLEN OSMANLI ESİRLERİ

- İsviçreli Doktor Frederic Blanchod ile E. Schoch ve F. Thormeyer, Kızılhaç Enternasyonal Komitesi adına, Mısır, Korsika ve Fransa’daki kamplarda Osmanlı esirlerinin durumunu incelediler. “Avrupa Savaşı 1914-1917” başlıklı raporları Mart 1917’de yayınlandı. Raporda, “Beslenme, giyim şartları iyi. Bağ ve tarlalarda çalışıyorlar. Günde 20 santim (kuruş) alıyorlar. Sigara vb. ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Biz de her birine 1’er Frank verdik. Bir şeyler alabilsinler diye.” deniyordu. Raporun üstünden bir yıl geçti. Avrupa’yı ve savaşın sonunu İspanyol Gribi salgını istila etti. Kamptaki esir Osmanlı askerlerinin birçoğu da salgında ölecekti. Adı bilinebilenler, 1992’de bir Cezayirli araştırmacı sayesinde mezarları bulunan ve artık Fransa’da Carcassone’daki şehitlikte yatan, salgın kurbanı askerlerdi. Bir kısmı da yine bölgede başka mezarlıklarda bulundu. 1917’deki raporuyla “sağ salim” bıraktığı Osmanlı harp esirlerinin bazıları İspanyol Gribi’nde ölürken, Dr. Blanchod da İsviçre dağlarında at ve eşek sırtında İspanyol Gribi’yle mücadele etti. Kızılhaç kayıtlarında, 5 Mayıs 1915’de Hilâl-ı Ahmer’in, İngilizlerin elindeki esir Osmanlılara dair 60 sayfalık liste verdiği, 27 Mayıs’ta Fransızların elindeki Osmanlı esirlerinin listesini istediği yazılıydı. 8 Eylül 1916’da, Kızılhaç şu notu düşmüştü: Fransa’nın Türk esirlere kendi dillerinde mektup yazma hakkını vermesi üzerine, Osmanlı hükümeti de ayda iki kez, ikişer sayfalık mektup ile dört kartpostal izni verdi. Savaşın rehin aldıkları, sevdiklerini düşünüyordu bir yandan. Ne şartlar altında olurlarsa olsunlar, muhtemelen her dilde “İyiyim, merak etmeyin” diyorlardı... Birçoğu dönemeyecek olsa da!

99’UNDA SALGINI YENDİ, KOD ADI ROCKY!

- 99 yaşındaki bir Covid hastası, Boston Lahey Hastanesi hemşiresi Danielle Lyons’tan maskesini bir saniyeliğine çıkarmasını rica etti: “Ben buradan sağ çıkamam. Son bir kez sizin gülen yüzünüzü görmek istiyorum.” Ama oradan sağ çıktı. Ona da “Kod Rocky” dediler. Boksör Rocky gibi. Rocky 1, Rocky 2... Hastalığı yenen ve boks eldiveni verdikleri diğer hastalar gibi. Hemşire de maskesini çıkarıp ona doya doya gülümsedi.

PENDİK BAKTERİYOLOJİNİN BABASI; ŞEFİK BEY

- Balkan Savaşları’nın mucize veterineri Şefik Bey, Çanakkale Savaşı sonrası, Pendik Bakteriyoloji Enstitüsü’ne geçmişti yeniden. Mütarekeyle İstanbul teslim olurken, önce Eskişehir’de, sonra Ankara Etlik’de kurdu merkezi. Bugün de orada merkez. İstanbul Pendik’ten malzeme ve araç gereç kaçırılmasında, hocası Nikolaki Mavridis (Mavroğlu) müthiş işler yapmıştı. Mavridis de bakteriyoloji tarihinin önemli ismiydi.


FRANSA’DA HUZUREVİ-BAKIMEVİ FACİASI

- 2020’de Paris hastaneleri dolup taşmanın eşiğine geldi; morglar resmen taştı, Hal binalarından morg yapıldı. 14. yüzyıldaki büyük veba salgını Kara Ölüm’de, Paris’in mezarlık bulunamayan, kentten uzaklaştırılmak istenen kurbanları, takalarla nehirden taşınmıştı. O takalar yedi yüzyıl sonraki Corona kurbanı liseli Julie’nin memleketi Essonne-Corbeille yapımıydı. O yüzden cenaze arabasının Fransızca adı da o takalardan kalmıştı, “Corbeille” diye! “Sağlıklı” Julie, Corona’nın o sıradaki en genç kurbanı olarak şaşırtmıştı ama her ne kadar “Corona yaşlıları öldürüyor” dense de, en gelişmiş ülkelerdeki “yaşlı katliamı”, bir başka adıyla da “Huzurevi-Bakımevi Faciası” da şaşırılmayacak gibi değildi. Fransız Rivierası Cote d’Azur’deki huzurevlerinden hatta en lükslerinden biri de “zengin” köy Mougins’de, aylığı 4 bin Avroyu bulan “La Riviera”ydı. Oradan 40 kadar yaşlının cenazesi çıktı Corona yüzünden! O sırada bile, huzurevi şirketinin web sitesinde tanıtım olarak “imtiyazlı bir hayat sunar” yazıyordu!

İSPANYOL GRİBİNİN RESSAM KURBANLARI

- İspanyol Picasso, İspanyol Gribi’ni Fransa’da atlatmış ama salgın yüzünden kahrolmuştu. Çünkü en yakın dostu, savaştan yaralı başıyla ama sağ döndüğü için kutlanan şair Apollinaire, 9 Kasım 1918’de, Paris’te İspanyol Gribi’ne yakalanarak 38 yaşında ölmüştü. Şair’in ölüm ilanını ise Ressam yazacaktı! İki ünlü ressam, Klimt ve Schiele’nin, hatta muhtemelen Renoir’ın da İspanyol Gribi’yle öldüğü zamanlardı.

OSMANLI’DA SALGINLA MÜCADELE VE ÇAYKOVSKİ

- Çaykovski, St. Petersburg’daki konserden sonra Leiner’de yemeğini yedi. O gece fenalaştı. 6 Kasım 1893’de öldü. Teşhis koleraydı. Kimilerinin iddiası ise intihar ettiğiydi! Kimine göre arsenikle, kimine göre, kolera salgınında bile bile kaynatılmamış su içip kendini enfekte ederek... Kolera salgınında Rusya’da 800 bin kişi öldü. Osmanlı Devleti, topraklarını da kavuran salgında Rusya’yı suçladı ve suçlarken de, “şöhretli bestekâr” Çaykovski’nin ölümünü kanıt gösterdi. Osmanlı’da salgınla mücadelenin kilit ismi, İstanbul doğumlu Sıhhiye Genel Müfettişi Leh asıllı Charles Bonkowski Paşa’ydı. Edirne ve Kosova’da iki büyük karantina merkezi kurdu; güvendiği Doktor Şerafeddin’i de Suriye, Beyrut, Adana ve salgının şiddetli olduğu Tarsus’a yolladı. Çaykovski gibi küçük yaşta annesiz kalan Şerafeddin Bey, “Hüzünlü, gamlı” manasında Mağmumi lâkabı almıştı. Salgında perişan olan Tarsus’u şöyle anlattı Mağmumi: “Başta İstanbul, yüzlerce koleralı gördüğüm halde buradaki gibisine rastlamadım. Muayene bitirip ilaç yazarken reçete yetiştiremeden ölüm geliyordu. ‘Giderken düştü, otururken düştü’ sözüne inanmayanlar Tarsus’u görmeliydi mutlaka.” 20 küsur yıl sonra, İspanyol Gribi’nde de bütün dünya böyle bir tanıklık yapacaktı: “Sokakta yürüyordu, birden düştü... Sandalyesinde oturuyordu, birden düştü!”

PEABODY PARADOKSU

- Rockefeller Enstitüsü’nün tanınmış otoritesi Rufus Cole. Dr. Vaughan, “Salgın bu hızla giderse medeniyet yok olur” diyecek kadar ürkmüştü İspanyol Gribi sırasında gördüklerinden. Yaptıkları otopside, “Mavileşmiş yüzler, kömürleşmiş ciğerler” görmüşlerdi. “Bu vebaydı adeta!” Fort Devens “salgının sıfır noktası” olarak da görüldü. Virüs, tamı tamına, 27 Ağustos 1918’de Boston Commonwealth İskelesi’ne yanaşan bir gemiden inmişti! Dr. Francis Weld Peabody, İspanyol Gribi’yle mücadele ettiği gemiden Boston’a indiğinde, sağlık sisteminin çöktüğünü, deneyimli doktorlar savaştayken 4. sınıf Tıp öğrencilerinin doktorluk, 3. sınıf öğrencilerinin de hastabakıcılık yaptığını gördü. Ve tıp tarihine, “salgın sırasında tıp eğitimimin çöküşü”ne dair “Peabody Paradoksu”nu armağan etti. Sadece o değil: Hastanın Bakımı ya da Hastaya İyi Bakmak diye çevrilebilecek kitabı ve “Hastaya iyi bakabilmenin sırrı, hasta için kendine iyi bakabilmek” şiarını, “Aile hekimliğinin temel ismi” olarak bir asır sonraki salgına da miras bıraktı! Kitabı, Türkiye’de halk sağlığının temel eserlerinden biri oldu.

CUMHURİYETİN HEKİMLERİ VE AŞILARI

- Mustafa Kemal Samsun’a hareket ederken, İspanyol Gribi’ni henüz atlatmıştı. Bandırma Vapuru’nda üç askeri hekim, Albay İbrahim Tali (Öngören), Binbaşı Refik (Saydam), Yüzbaşı Behçet vardı. Bir yıl sonra, yani 2020’den 100 yıl önce; ilk Meclis’te 15 hekim milletvekili olacaktı: Refik Saydam, Suat Soyer, Mehmet Fuat Umay, Asım Sirel, Fikret Onuralp, Rıza Nur, Ali Haydar, Mazhar Germen, Mustafa Elvan Cantekin, Mustafa Şevmet Bengisu, Abidin Atak, Tevfik Rüştü Aras, Emin Erkul, Eşref Akman ve Halide Edip’in eşi Adnan Adıvar. Osmanlı’da olmayan Sıhhiye Bakanlığı kurulmuştu hemen. Kimi cepheden gelmişti, kimi doktorsuz cephelere gitti. Doktor Eşref, kuduz aşısı için İstanbul’a gidip Dr. Haim Nahum’dan virüslü tavşan alıp dönmüştü. Doktor Refik, Hıfzısıhha’yı kuracak, yıllarca sağlık bakanı olacaktı. Doktor Adnan, Cumhuriyet’in değilse de Ankara’nın ilk sağlık bakanıydı. Berlin Charite’de ihtisas yapmıştı. Virüsle mücadelenin babası Robert Koch’un ocağı, Almanya ve dünyanın Corona mücadelesinde farkı yaratan en önemli hastane ve okuldu Charite. Dört ay sonra, Sivas Kongresi’ndeki üç İstanbul delegesinden biri, 18’inde bir gençti: Tıbbiye öğrenci ve gençlik temsilcisi, doktor adayı Hikmet. İstiklal Savaşı’nda Ankara’da, Doktor Adnan Adıvar’ın yönettiği Cebeci Hastanesi’nde, Bandırma yolcularından Doktor İbrahim Tali’nin laboratuarında, Tıbbiyeli arkadaşı Yusuf’la birlikte tifüs aşısı üretti Hikmet Bey. Aşıları önce kendilerinde denedikleri için rütbe verildi, maaş bağlandı. Doktor adayı Hikmet, İstiklal Savaşı’nın ardından İstanbul’da Tıbbiye’yi bitirdi. Cerrah Doktor Hikmet Boran olarak Anadolu’yu dolaştı. Sarıkamış’ta vereme yakalandı. Ömrünün son yılı sanatoryumda geçti. 44 yaşında veda etti. Sivas Kongresi’nin gençlik temsilcisi genç ölmüştü. Salgınlarla mücadele eden doktor, bir salgın hastalığa yenilmişti. Oğlu Orhan o sıra Galatasaray Lisesi’ndeydi. Mezun oldu, yetişti; tarihe birkaç kuşağın bilgi, moral, neşe kaynağı, gazeteci, spiker Orhan Boran diye yazıldı.

KADIN DOKTORLAR…

- Birazdan okuyacağınız kadınlar da, kadınlara tıp eğitiminin kapalı olduğu Osmanlı’da, 4 şehirde doğdu, 4 yabancı şehirde tıp okudular ve savaş, işgal, salgın, yetim çocuklar arasında, bu toprakların ilk kadın doktorları oldular:

Adapazarlı Zaruhi Kavalcıyan, Boston Tıp mezunu Doktor Serob Kavalcıyan’ın kızıydı. 1903’de Illinois Tıp’tan mezuniyetle vatanına döndü, Adapazarı’nda hasta baktı, biyoloji öğretmenliği de yaptı. I. Dünya Savaşı’nda yaralılara, İspanyol Gribi salgınında hastalara baktı. Bilinen diğer salgınlarda da. Sonra hep Üsküdar’da yaşadı ve hep hasta baktı. 1969’da 92 yaşında ölene kadar Üsküdar Amerikan Koleji’ne ve hastalara adanmıştı, halkın taktığı isimle “Doktor Kaval.” Anadolu’nun ilk yerli kadın doktoruydu!

Ofelya Nergararyan da Adapazarı’ndan çıkıp dünyanın ikinci kadın tıp okulu, Philadelphia-Pennsylvania Women’s Medical College’i bitirdi. Sonra Türkiye’ye döndü. Doktor Dikran Kasabyan ile evlendi. Doktor Dikran, I. Dünya Savaşı’nda Tabip Yüzbaşıydı. Galiçya cephesinde yaralı askerleri toplarken şehit düştü. Doktor Ofelya, iki kızıyla, savaş yetimlerine bakacaktı bu kez. 1923’de ABD’ye gitti; 1952’de 70 yaşındayken Los Angeles’da kansere teslim oldu.

Sebat ya da Tabat İslambuli, Osmanlı Şam’ından çıkıp Kadın Tıp Okulu’ndan mezun oldu. 1919’da, İspanyol Gribi salgını sırasında Şam ve Kahire’deydi. Suriye’nin ilk kadın doktoru olarak tarihe yazıldı, 1941’de ölen Osmanlı tebaası Musevi Tabat.

Amelia Frisch, Macar göçmeni Musevi ailenin kızıydı. Edirne’de doğdu. 1907’de İsviçre’de Bern’de tıbbı bitirdi. Sonra Osmanlı kadın hareketinde yer aldı. Kadın Dünyası’nın yazarlarındandı. Balkan Savaşları’nda İstanbul Avusturya Hastanesi’nde yüzlerce yaralıya baktı. I. Dünya Savaşı’nda da. Mütarekeden sonra Fransız İşgal Komutanlığı, onu, Avusturya-Macaristan uyruklu diye salgın ortasında sınır dışı etti. Bir sonraki dünya savaşında, 1941’de, Nazi işbirlikçisi Macar yönetimi sırasında akıl hastanesinde öldü.

Mekke’nin “şeyhülislam”ı Hacı Emin Paşa’nın torunu Safiye Ali, Türkiye’de kadınlara kapalı olan tıp eğitimini Almanya’da, Würzburg’da gördü. Her iki dünya savaşında da Almanya’da yaralı askerlere bakacaktı. 1920’lerde Türkiye kadın hakları hareketinde bir savaşçı oldu. Müslüman olan Alman kocası, göz doktoru Ferdinand Krekeler ile muayenehane açtı. Kadın doktoru tanımayan bir dönemde adı kayıtlara “Safiye Ali Bey” diye geçti.

Türkiye'nin ilk kadın doktorlarından Amalia Frisch. 77 Doktorluğu ve özeni, Süt Damlası bakımevleriyle, yüzlerce anne ve bebeği kurtardı, beslenmeyi, hijyeni öğretti. 58 yaşında, Dortmund’da kansere yenildi.

Graceanna Lewis hem ABD’nin ilk bilim kadını, hem de kadınlara oy hakkı hareketinin öncülerindendi.

Hindistan’ın ilk kadın doktoru ve yurtdışında üniversite bitiren ilk Hintli kadın Gopal, ABD’de vereme yakalanmasına rağmen mezun oldu. Henüz 22 yaşındayken, Hindistan’a dönüp doktorluğa başladıktan bir yıl sonra verem karşısında yenik düştü.

Doktor Kei Okami, ABD’nin ilk Kızılderili kadın doktoru, halk sağlığı kahramanı Susan La Flesche Picotte’la birlikte mezun oldu. Japonya’da çalışmaya başladığı hastaneden, İmparator Meiji’nin bir kadının tıbbi desteğini reddetmesi üzerine istifa etti. Kadınlar için okul, hastane, hemşire enstitüsü açtı.

Onları yetiştiren okul ve hastaneler de, kabul etmeyen camialar da, bir asır sonra, Corona savaşında birçok kadın doktorun özeniyle de ayakta duracaktı.

SIFIR HASTA!

- ABD Hastalıkları Önleme ve Kontrol Merkezi, Kamu Sağlığı Hazırlığı Direktörlüğü yapmış Ali Khan, 2016’da bir kitap yayınlamıştı: Gelecek Salgın: İnsanlığın En Büyük Tehlikesine Karşı Ön Cephede Olmak. Ne de olsa meslek hayatına Epidemik İstihbarat Servisi’nde başlamıştı ve 1995’de Ebola Salgını üzerine gittiği Zaire’de “sıfır hasta”yı bulan da oydu. Ve tek macerası da bu değildi! Dr. Ali Khan, 2020 Haziran’ında, “ABD’lilerin yüzde 90’ı hâlâ Corona virüsüne açık durumda. Ve yüzde 30’u için risk hâlâ çok büyük. Hastalığın temel biyolojisi değişmez” diyecekti.

HASTALIK DEDEKTİFLERİ!

- Corona ile birlikte yeniden çok izlenen Contagion (Salgın) filminde, yönetmen Steven Soderbergh’in temel kişisi “Epidemik İstihbarat”tan Dr Erin Mears’di. Doktoru canlandıran Kate Winslet günlerce merkezde, “Hastalık Dedektifleri”yle çalışmıştı. Corona salgınında, Columbia Üniversitesi, halkı aydınlatmak için, filmin Winslet ile Matt Damon gibi oyuncularından yararlandı. Zaten filmin ana danışmanı Virolojist ve “Enfeksiyon ve Bağışıklık Merkezi Direktörü” Prof. Ian Lipkin de Columbia’dandı ve Corona salgını ile “mutlaka gelecek diğer salgınlar” için devletlerin vurdumduymazlığını suçluyordu. Prof. Lipkin 29 Ocak 2020’de Corona’nın patladığı Çin’e, Guangzu’ya gitti. Şubat başında, Çinli doktorların verdiği çok sayıda kan örneğiyle döndü. TV kanallarını dolaştı. Doktor Mehmet Öz’ün popüler TV programında, Corona’nın boyutunu küçümsemeleri sonucu ikisi de tepki alacaktı. İlginç olan, “Virüs Avcısı” denen Prof. Lipkin’in TV’den TV’ye gezerken esasında “Corona pozitif” olduğunun anlaşılmasıydı sonradan! “Arkadaşı” Çinli Bakan Chen Zhu ona “Plazma” yollamayı teklif etti. Onun yerine Hidroksiklorokin’i tercih etti Profesör. “Çin’de bir laboratuardan virüs sızması”na dair teorilere karşı makaleler yazdı.

ÇAĞLAR ARASI SAKINCALI TEMAS!

- Ekim 1918’di. Brest yargıcı François Le Lepvrier aynı gün iki çocuğunu kaybetti İspanyol Gribi’nde. Yine orada, 75 yaşındaki Marie-Yvonne Thomas, kocası, oğlu, 13 ve 16 yaşında iki torunu 11 gün içinde peş peşe öldüler. Virüsü, asemptomatik bir asker akrabaları taşımıştı onlara. Ailenin diğer yarısı ise başka bir kasabada oldukları için hiç kayıp vermedi. Bugün Plaudelmezau’da kreşte, caddede ismi bulunan Doktor Amedee le Meur, yakından tanıdığı aileye kesinlikle dışarı çıkmamayı, eve kapanmayı, kimseyle temas etmemeyi buyurmuştu. Paris’teki Pasteur Enstitüsü Müdür Yardımcısı Dr. Martin de bölgeye gelmişti: “İnsan temasıyla çok hızlı bulaşıyor. Tek bir hasta çok sayıda kişiyi hasta yapıyor” demişti. Bugün de, çok iyi bildiğimiz ama zor anladığımız bir şeydi bu.

ROBERT MARCHAND: ‘BU VİRÜS TABİATIN SALDIRISI’

- Robert Marchand, dünyanın en uzun ömürlü sporcusu. En yaşlı rekortmen, en eski bisiklet yarışçısı. Corona’nın “yaşlı katliamı”nda hâlâ umut veren 108 yaşında bir genç oldu. Fransız Komünist Partisi ve işçi örgütü CGT’nin yaşayan en eski üyesi. “N’olmuş 100 yaşındaysam” kitabını, “107 yaş mantık çağı mıdır?” izlemişti. Doktorlar 105’inde bisikletle yeni rekor denemeyi yasakladı; ancak 107’de bıraktı. Marchand, Macron gibi Amiensli. Cumhurbaşkanı ‘savaş’ diyordu ama o hemşerisi olan Macron’la aynı fikirde değildi: “Savaş nedir görmemiş. Savaş insan iradesiyle olur. Bu virüs, tabiatın saldırısı.”

JULES VERNE’İN YAPITLARINDA SALGIN

- Jules Verne, Doktor Ox’un Fantazisi’nde şöyle yazmıştı: “Şiddetli salgın patladı. Hastalık ve ölüm halkı çıldırttı... Salgın şehri ele geçirdi, evlerden sokaklara yayıldı.” Denizler Altında 20.000 Fersah’ta ise şu satırlar vardı: “İnsanoğlu yararlı canlıları yok etti. Hava kirlendi, sarıhumma salgını çıktı. Güzelim ülkeler mahvoldu. Tuhaf yaratıklar enfeksiyon yaydı.” Jules Verne’in ilgisi, bilgisi, hayal gücü bir ara İstanbul’a da uğramıştı. İnatçı (Türk) Keraban veya İnatçı Kahraman Ağa: Hollandalı tüccar Mitten İstanbul’a geldiğinde sokaklar bomboştur. Top atılır, oruç açılır, insanlar sokağa fırlar. Biraz Corona yasaklarının önü ve sonrası gibi. Tüccar Keraban, misafiri Mitten’i Üsküdar’a geçirecektir ama “parasız devlet” Boğaz’dan kayıkla geçişe de vergi koymuştur. Keraban protesto eder. İnadına karadan, bütün Karadeniz’i, Kırım’ı geçip varacaktır Üsküdar’a! Maceradan maceraya.

SALGIN VE HACILAR!

- Paris Konferansı’ndaki Avrupalılar “Kıtayı saran salgının kaynağı, Arabistan’dan dört bir yana dağılan hacılar” diyordu. Osmanlı Devleti temsilcisi, somut kararlar alınabilmesi için şu şartı koştu: Madem ki söz konusu olan Osmanlı, İslam topraklarıdır. O vakit, bu mevzudaki karar İstanbul’da alınmalıdır. Büyük Kolera Salgınının (1865) ardından 13 Şubat 1866’da İstanbul’da toplandı Konferans. Kapalıçarşı kapıcısı bir babanın oğlu, sadrazamlık da yapan, Islahat Fermanı ve Paris Konferansı’nın başrollerinden olup sekizinci kez bakanlığa gelen Hariciye Nazırı Mehmed Emin Âli Paşa, Milletlerarası 3. Sağlık Konferansı’nı açarken “enternasyonalist” bir vurgu yapmaktan kendini alamadı: “Tam manasıyla insaniyete hizmet olan bu vazifede... İlerlemenin temel kanunu olan Beşeri Kardeşlik, medeni milletlerin birbirine karşılıklı teminatıdır.” Muhtemelen Corona günlerinden sıcak bir “kardeşlik” ifadesiydi! Üstelik çok somut ve yoğun bir enternasyonal işbirliği. Konferans 7 ay sürdü. Avrupalılar “Hacıların deniz yoluyla dağılmasının engellenmesi, çölden nakli” önerisinde bulununca, İran delegesi, “Bu onları çöllerde ölüme atmaktır. Merhametsizliktir” diye sert çıktı. Karar şöyle çıkacaktı: Salgın, Hindistan-Hicaz-Mısır-Akdeniz-Osmanlı-Avrupa hattında seyrettiği için, Kızıldeniz girişinde hacıların temizliği için tesisler ve kıyılarda karantina merkezleri.

MÜSLÜMAN AŞI SİSTEMİ!

- İstanbul doğumlu ve İstanbul’da 49 yaşında ölen doktor Emmanuel Timoni, İstanbul’da çiçek salgınıyla mücadele ediyordu ve bu alanda, “Müslüman” aşı sistemini uygulayarak Avrupa çapında bir isme sahip oldu: Kadınların, kendilerini ve çocuklarını korumak için bir iğne ucuyla bedenlere “azıcık” hastalık zikretmesinden ilham almıştı! Voltaire’e göre, bu “iğne” usulü, Türklere Çerkezlerden geçmişti. Timoni’nin yöntemini tanıtan, Britanya Elçisi Montagu’nün çiçek hastalığıyla mücadele eden eşi Mary Wortley Montagu’ydü. Dr. Timoni’ydi ve ona bu “iğne”den bahsetti. Erkek kardeşi daha önce çiçekten ölmüş olan Lady Montagu oğlunda denetti iğneyi. İngiltere’ye dönünce bebek de aşılandı. Sonuç iyiydi ve Saray’a önerdi. Galler Prensesi önce mahkumlar ve bir yetim üzerinde denetti bu iğneyi. Ardından Kraliyet çocukları iğnelendi. Sonra yöntem yayıldı. Ancak iğne olanlarda yüzde 10 ölüm görülünce, birçok yerde yasaklandı. Aslında çiçekten ölüm oranı yüzde 40’dı zaten. İngiltere’de o iğneleme kampanyasında 8 yaşında bir çocuk da aşılanmıştı.

ÇİÇEK AŞISININ MUCİDİ JENNER

Aradan 50 yıl kadar geçti ve o çocuk, Edward Jenner, o iğneden aldığı ilhamla, hakiki çiçek aşısının mucidi oldu. Aynı zamanda, tarihteki ilk aşının. Hatta Avrupa dillerindeki “aşı” yani “vaccine” kelimesinin. En büyük oğlu Edward’ın 21 yaşında veremden ölmesini ise engelleyememişti Doktor Jenner. Doktor Timoni, Lady Montagu’nün oğluna iğneyi yaptıktan bir yıl sonra ölecekti. Tıp tarihine, “İtalyan, Yunanlı, İngiliz” ve “Türk doktor” olarak da geçecekti. Lady Montagu ise, “Doğu’nun sosyolojik tablosunu çıkaran ilk Batılı kadın” sayıldı. “Çiçek iğnesi”ni İngiltere’ye sokan kadındı aynı zamanda!

1722’de, İngiltere’de iğneyi mahkumlar üzerinde deneyen Doktor Maitland’dı! Mahkumlar deneyden sağ çıkmış ve bir yıl sonra serbest bırakılarak ödüllendirilmişlerdi. Ardından da yetimler üzerinde denendi aşı. Sonuç iyi olunca, Kraliyet çocuğu Frederick aşılandı! III. Napolyon’un çok istediği İstanbul’daki konferansta Fransa’yı Doktor Antoine Fauvel temsil etti.

Parisli olduğu kadar, İstanbul’un önemli bir tıp adamıydı. Henüz 1847’de, yine kolera salgınıyla mücadele için İstanbul’a gelmiş, bir yıl sonra Osmanlı’nın yüksek sağlık kurulunun üyesi ve Tıbbiye’nin patoloji hocası olmuştu. 1854 Kırım Savaşı’nda Padişah onu Varna ve Dobruca’ya yolladı. Kolerayla mücadelesinde Osmanlı ve Fransız askerlerini ciddi biçimde korudu ve Legion d’Honneur’le ödüllendirildi. Ona bir de Osmanlı Mecidiye Nişanı eklenecekti.

Limanlara yanaşan gemilerin ve yolcularının 15 günlük karantinaya alınması onun fikriydi ve 1874 Viyana Sağlık Kongresi’nde, karantinanın ticarete zarar verdiğini söyleyen İngiltere ve destekçilerine karşı amansız bir mücadele verecekti. Koleraya açtığı savaş, ABD Senatosu’nda da takdir edilecekti.

KARANTİNA VE HASTANE OLAN KÜLLİYELER!

- Dr. Ambroise 36 yaşında İstanbul’da veremden öldü, Beyoğlu’nda kiliseye gömüldü. Mezar taşına “Fakirler arkasından ağladı” yazıldı, hâlâ da öyle yazıyor! İstanbul Konferansı’nın açılışını yapan Hariciye Nazırı Âli Paşa’nın yattığı Süleymaniye Camii külliyesi ise, 1865 salgını da dahil, çok zaman “karantina ve hastane” işlevi de görmüştü.

JOSEPHİNE BAKER’DAN İDİL BİRET’E…

- 1931’de Paris’te öldüğünde, Amerikalı bir siyah dansçı ve şarkıcı, Josephine Baker, Paris’i yıkıyordu. Pera’daki Saray Sineması, 1934’deki adıyla Gloria ağırlayacaktı Baker. Josephine Baker, doğduğu, 1917 ırkçı katliamını ve İspanyol Gribi’ni gördüğü Saint Louis’e ancak 1952’de tekrar gidebildi.

Beyazlara ayrı, siyahlara ayrı konser tekliflerini hep reddetmişti. 3 Şubat 1952’de St. Louis’de yüzlerce kişi karşısında, “Irkçılığa Karşı” önemli bir konuşma yaptı. Konuştuğu Belediye salonunun adı Kiel’di; 600 binden fazla ABD’linin öldüğü 1918-20 İspanyol Gribi salgınında, Alman asıllı Doktor Max Starkloff’un dediklerini yapıp St. Louis’yi 1700 kayıpta tutmuş, beyaz ya da siyah, çok sayıda insanın hayatını kurtarmış Belediye Başkanı Henry Kiel.

Josephine Baker 1947’de ünlü müzisyen Jo Bouillon’la evlenmişti. Kocasının müzisyen kardeşi, keman ustası Gabriel Bouillon’un iki yıl sonra çocuk yaşta bir Türk öğrencisi oldu: “Harika Çocuklar Kanunu” ile 7 yaşındaki İdil Biret’le birlikte yurtdışına gönderilen 12 yaşındaki Suna Kan, büyük yolculuğuna Paris’te Baker’ın kayınbiraderi Bouillon’la başladı.

Salgınlar ve müzik, tabii fikirler, bir de sürgünler, mülteciler ile maceracılar sınır tanımadan dolaşıp duruyordu. Hikâyeler de. Bazen bir ötekiyle buluşarak, bazen ne kadar yakın olduklarını dahi fark etmeden.

İLK KÜRESEL GRİP SALGINI: INFLUENZA!

- Sicilya, Covid19’dan 510 yıl önce, “Adı resmen konan ilk büyük grip salgını”nın Afrika’dan Avrupa’ya atladığı merkezdi. Virüsün Çin’den yola çıktığı, Kudüs ve Mekke’den geçip Osmanlı topraklarına bulaştığı, oradan Kuzey Afrika, Mağrip derken Malta Adası yoluyla gemilerle Sicilya’ya gelip İtalya ile Fransa’da Marsilya ve Nice limanlarından bütün Avrupa’ya yayıldığı kayda geçmişti. Hastalar kapüşonlu pelerin giydiği için, “Boğmaca” anlamına da gelen “Koklüş” ya da “Kokkoluçio” adları da verilmişti ama hastalık “Influenza Salgını” diye tescil edildi.

İspanyol Gribi’nden dört asır önce, ilk küresel grip salgınıydı. Fransa ile İtalya Birlik ordularının Cenova Savaşı’nın ortasına denk gelmişti. Paris’te günde bin kişi ölüyordu; hastanelerde yer kalmamıştı. Osmanlı topraklarındaki bazı Levanten mektuplarında ise “Fluxo” deniyordu hastalığa.

PAPA KIL PAYI KURTULDU VE TARİH DEĞİŞTİ!

O sıra, Bologna’da 8 yaşındaki Ugo Bancopagni de çok hastalandı. Ama kurtuldu. Kurtulmasa, Papa 13. Greguar başkası olacaktı belki; Gregoryen takvimi belki var olmayacaktı. O Papa, Osmanlı Donanması’nın Kutsal Papalık Donanması’na yenildiği 1571 İnebahtı (Lepanto) Savaşı’yla bir tuttuğu, Fransa’da Katoliklerin Hueguenot Protestanları katlettiği Saint Barthelemy katliamlarını kutsayacaktı.

na göre 1510 “Küresel Grip Salgını” da, Tanrı’nın; Papalık’a yani “İlahi Otorite”ye isyan eden Fransa Kralı 12. Louis’ye cezasıydı. 8 yaşında ateşli hastalıktan kurtulan Papa, 83 yaşında ateşli hastalıkla öldü!

MARCEL PROUST VE DOKTOR AİLESİ….

- Doktor ailenin hasta çocuğu, astımlı yazar Marcel Proust, 1922’de bronşitten ölecekti. Babası Prof. Adrien Achille Proust, salgınlarla mücadelede ün kazanmış bir hekimdi ve hijyen açısından bir öncü sayılıyordu. Avrupa’da koleranın silinmesi onun da eseri sayılıyordu. Ailedeki ikinci doktor, Marcel Proust’un kardeşi Robert Emile Sigismund Leon Proust oldu. Seyyar revirleriyle ün kazandığı I. Dünya Savaşı’nda, çok önemli bir vakanın içinde buldu kendini. Başta prostat, kanser tedavisinde radyoterapinin gelişimi Doktor Proust’a da bir şeyler borçluydu. Doktor Proust, adına bir bölüm açılan Tenon Hastanesi’nde öldü. 2020 Mart ayı başında, Tenon’un 50 sağlık personeli birden Corona pozitif olarak karantinaya alınacaktı!

BABA PROUST İSTANBUL’DA

Marcel Proust’un babası Adrien Proust, 1866’da İstanbul’daki Uluslararası Sağlık Konferansı’na katıldı. Konferansta, Osmanlı temsilcileriyle birlikte 6 ay kadar çalıştı Proust; Hindistan’dan Hicaz’a gelen ve sonra dönüşteki hacılarla, Süveyş Kanalı’ndan geçen gemilerle yayılan salgına karşı sert tedbirler önerdi.

Kanal boyu karantina ve arınma merkezleri kuruldu. Yine de 1884 salgını Kanal’dan geçen gemilerle Avrupa’ya ulaşacaktı. Fakat Dr. Adrien Proust’un istediği “Sağlık Kordonu” kurulmuştu. Marsilya ve Toulon limanları kurtuldu.

Aslında nörolog olan ama 40 yaşına doğru, Avrupa’yı kasıp kavuran kolera karşısında salgınlarla mücadeleyi seçen bakkal çocuğu Baba Proust, salgınların peşinde Rusya, İran, İstanbul, Mekke, Mısır dolaşıp durmuştu. Bütün dünya konferanslarına katılmış, ölümü de 1903 Paris Uluslararası Sağlık Konferansı’nda beyin kanamasından olmuştu.

Tam da, çok istediği, bugünkü Dünya Sağlık Örgütü’nün anası, Uluslararası Halk Hijyeni Bürosu kurulmak üzereyken. “Sosyal mesafe, karantina, kapanma, evde kal, sağlık kordonu” gibi 2020 Corona uygulamalarının neredeyse hepsi, salgınlarla mücadele silahı haline gelmeyi ona da borçluydu.

AGATHA CHRISTIE VE DİJİTOKSİN!

- Pera Palas ve Boğaz’da Arif Paşa ya da Muhayyeş Yalısı misafirlikleri, Londra Isokon “casuslar” binasındaki günleri hep esrar dolu olan Agatha Christie, daha çocuk yaşta kendisini yazmaya iten “hastalık”ı şöyle anlatmıştı: “Ağır bir gripten yatmıştım. İyileşiyordum ama çok sıkılmıştım. Annem Claire Miller, bana bir hikâye yazmamı önerdi.”

Sonra bildiğiniz öyküler geldi. Hatta birinde, dedektif Hercule Poirot da ağır bir gribe rağmen cinayeti çözmeye koyulmuştu. Tüm cinayetlerde en çok kullandığı araç, “zehir”di. Zehri keşfi, I. Dünya Savaşı dönemindeydi.

İlk kocası Archie hava kuvvetleriyle Fransa’daydı. Agatha gönüllü olarak hastanede hastabakıcılık yapmaya, yaralılarla ilgilenmeye başladı. Kızılhaç kayıtlarına göre, 1914-1916 dönemi, ücretsiz 3 bin 400 saat çalışmıştı. Sonra yine ağır bir grip geçirdi. İspanyol Gribi salgınından önce.

Tekrar hastaneye döndüğünde, bir eczane açıldığını gördü ve onu yöneten iki kadının yanına yardımcı girdi. Eczanede Stikin, Dijitoksin, Arsenik ve 10 kadar zehri öğrendi. Hepsini kullandı! Öykülerdeki sır dolu cinayetlerinde.

Savaşın ardından bir de İspanyol Gribi salgınının atmosferine tanık olunca, esrar perdesi kendiliğinden kalınlaşmıştı. 1920’de, ilk Poirot serüveninde Strikinin kullanılmıştı cinayette ve Dedektif, bir eczane broşürü sayesinde çözmüştü vakayı.

Poirot 1938’de de, Ölümle Randevu’da Dijitoksinli bir gizemi çözecekti. Dijitoksin’i en etkili kullanan ise, bir yazar değil, mütevazı bir modacı, Belçikalı Marie Alexandrine Becker oldu. İşler kötü gidince, zengin kadınlarla ahbaplık etmiş, onları soymaya başlamıştı. 11’ini Dijitoksin’le zehirleyip öldürerek hem de.

Dijitoksin, Corona salgını sırasında, virüsün akciğerleri çürütmesini engelleyici bir alternatif olarak gündeme geldi. “Fırtına”, bir asır önceki İspanyol Gribi salgınında, yüz ve bedenlerin rengini değiştirmişti, hızlı ölümden az önce. Dijitoksin o zaman da akla gelmişti! Agatha Christie’nin aklından çıkmayan Dijitoksin!


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon