Kahraman mı, sorumlu mu?..
Ana jürinin başkanı Cate Blanchett, kendisine verilen özel bir onur ödülünü alırken, La Mostra’nın yöneticisi Alberto Barbera’yı, salgın sonrası ilk büyük sinema etkinliğini fiziki olarak yaşama geçirmeyi başardığı için, “kahraman” olarak niteleyerek gönülden kutluyor.
Cannes’dan iki yıl sonra, Venedik’te de aynı göreve getirilen Avustralyalı yıldız oyuncuya içtenlikle teşekkür eden Barbera’nın yüz çizgileri daha gergin. Altı aydır mahpus kalan sinema dünyasının profesyonelleri, yaşamlarının ayrılmaz parçası olan yolculuklara çıkıp film alıp satmaya, söyleşiler vermeye maskeli de olsa yeniden başlamanın, toplantılara ve küçük davetlere katılabilmenin heyecanı içinde mutlular ama, O, “12 Eylül’e kazasız belasız ulaşmayı iple çekiyorum” anlamına gelen dolaylı sözleriyle, çok boyutlu sorumluluğunun bilincinde olduğunu hemen vurguluyor.
Festival sonrası, katılımcıların bir bölümü hastalanır da, her davetlinin kendini karantinaya alması gerekirse, bunun sorumluluğu nasıl paylaşılacak?
“Yok abi bir şey olmaz. En kötü ihtimalle, beş kıtadaki farklı köklerden gelen virüs türleriyle tanışıp, en sağlam aşıyı olmuş sayılırız, boşver!...” diyebildiği için, sorumlu aramayı anlamsız bulacak olan bu ‘zararsız sorumsuzlar’ azınlığı dışında kalan çoğunluğun tepkisi ne olacaktır o zaman?
Gündeme gelme olasılığı hiç te düşük olmayan bu sorununun bilinciyle alınan önlemlere (salonlarda iki yanınızdaki koltuğu da boş bırakarak mesafeyi korumak, her giriş çıkışta ateş ölçmek, film izlerken bile maskelerin burun altına dahi düşürmemek kurallarına) uyulup uyulmadığı, çok sıkı biçimde, sürekli denetleniyor...
Bu bağlamda, ana jüride görev almayı kabul eden Romanyalı yönetmen Christi Puiu’nun, “Maske takarak bu koşullarda film izlemeyi kabul edemem. Jüriden çekiliyorum” diyerek aldığı tavır sonrası, yerine Amerikan aktör Matt Dillon’un getirildiğini de anımsayalım...
İzlediğimiz güzel, önemli, anlamlı başarılı ya da en azından ilginç filmler kadar, içinde bulunduğumuz bu “acayip” ortamın etkileri de yer yer kayda değer olabiliyor. Örneğin, adı büyük bir Amerikan sinema dergisinin aklı evvel bir kalemi, bu yıl kadınların Venedik ana jurisinde %60, Altın Aslan
yarışında da %44 oranında yer almasına sevinmekle yetinmeyip, jürilerdeki etnik ve ırksal çoğunluğu da sorgulamaya kalkmış. Oturup, son beş yılın Cannes, Venedik ve Berlin festivallerindeki tüm jürileri tarayıp, Asyalılar dışında diğer ırkların, özellikle de Siyah Afrikalıların hemen hemen hiç temsil edilmediğini saptayarak(!) en kötü notu da Venedik’e vermiş...
Beyin hücrelerini, özellikle de nöronları hedef alan virüslere karşı aman çok dikkatli olun ! Aşısı var gerçi ama, hergün yaptırmak gerekiyor : Bol bol okumak, izlemek, gözlemlemek, tartışmak, düşünmek, önyargıları kovmak, acaba diyebilmek, hemen suçlayıp yargılamanın şehvetine kapılmamak, her şeyle dalga geçebilmek, özellikle de kendimizle alay edebilmek vb...
Bundan böyle, hem film seçkilerini hem de jüri üyelerini, yapay zekası geliştirilmiş ve ‘’politically correct” eşitlikçi paradigmalarla koşullandırılmış akıllı bilgisayarlara bırakıp, sanal festivaller düzenlemek en iyisi galiba, ne dersiniz?
Bu soruyu yanıtlamadan önce, Fransız müzisyen, yönetmen ve senaryo yazarı Quentin Dupieux’nün (1974), festivalde yarışma dışı sunulan, saçma güldürü türünün incelikli bir pırlantası sayılacak kadar çarpıcı filmi “Mandibules”ü izleme fırsatı bulmanız dileğiyle...
En Çok Okunan Haberler
- Kriminal raporun ayrıntıları ortaya çıktı
- İstanbul'da aile katliamı
- İktidarın '25 Kasım' korkusu
- AKP sayesinde bu düş de gerçek oldu!
- 250 bin TL'nin getirisi ne kadar?
- Akalın'dan İYİ Parti'yi karıştıracak açıklama
- Gökçek döneminde belediyeden geçen karar pes dedirtti!
- Türk ordusunun Kubilaysızlaştırılması
- Hedefteki teğmenlerle ilgili yeni gelişme!
- 'Açız' diye bağırdı, yaka paça dışarı atıldı!