Kadın can derdinde
Yazar Gaye Boralıoğlu, Dünyadan Aşağı adlı romanıyla 2018 Duygu Asena "Kadının Hala Adı Yok" ödülünü aldı. Ödülü Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı'na bağışlayan yazar, "Kadınlar sonunda başkaldıracak" diyor ve ekliyor: "Dünyayı kadınlar değiştirecek. AKP’yi iktidara başörtülü kadınlar taşıdı. Onları iktidardan yine o kadınlar indirecek."
Yazar Gaye Boralıoğlu, “Dünyadan Aşağı” romanıyla 2018 Duygu Asena “Kadının Hâlâ Adı Yok” ödülünü aldı. Tören, Haziran’ın 20’sinde Karaköy Mahkeme Lokantası’ndaydı. Ödülle verilen 10 bin TL’yi Mor Çatı’ya bağışlayan Boralıoğlu, konuşmasında, “Dünyanın alacakaranlığında edebiyat daima benim için bir sığınak oldu. Bu ödülün manevi değeri benim için çok büyük. Bu sığınakta yalnız olmadığımı hissediyorum. Ödülün maddi değerini ise eziyet gören kadınlara bir sığınak olması umuduyla Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı’na bağışlıyorum” dedi. Boralıoğlu ile tören öncesi bir araya geldik. Duygu Asena, kadınların nafaka hakkına yönelik tehditler ve erkeklik hallerine dair söyleştik. Boralıoğlu, “Erkeklik hali babadan oğula hatta anneden oğula sirayet eden ve çok derinlere işleyen bir mesele. Eğitim, teorik bilgi, her gün muhtelif mecralarda bu konuya dikkat çekilmesi... Hiçbir şey kâr etmiyor” diyor.
Boralıoğlu, "Aile dediğimiz şey sırlarla örülüdür ve bu sırlar daima erkekleri korur" diyor.
Fotoğraflar: Kaan Sağanak
- Önce ödülü sorayım. Ne hissettirdi size?
Dünyadan Aşağı’nın bir ödülle onurlandırılması elbette ki beni mutlu etti. Ödüller yalnızca eseri ya da yazarı onurlandırmakla kalmaz, aynı zamanda edebiyat yolunda yürüyen genç yazarların yolunu da aydınlatır. Dünyadan Aşağı’nın böyle bir ışık olma ihtimali beni mutlu ediyor. Öte yandan kadın cinayetlerinin, kadına yönelik şiddetin, hak gasplarının yaşandığı şu dönemde, bu ödülün kadın haklarına vurgu yapması ve Duygu Asena’nın adını taşıması ayrıca kıymetli tabii ki.
- Duygu Asena’dan söz etmişken devam edelim. Duygu Asena’yı ilk kaç yaşınızda okumuştunuz? Sizde nasıl bir etki bırakmıştı?
İlk gençliğimde okudum. O zamanlar feminizm tartışmaları yoğun bir şekilde belli çevrelerde yapılıyordu. Ancak dar alandaydı. Daha çok entelektüel, bu konuda duyarlığı olan kadınlar dert anlatma mücadelesi içindeydiler. En önemli mesele kitleselleşme, farklı gelir ve eğitim grubundan kadınlara ulaşma, harekete geçirme konusuydu. Bu anlamda Duygu Asena ve Kadının Adı Yok kitabı önemli bir işlevi üstlendi. Kadın meselesi bir anda ummadığımız çevrelerde tartışılmaya başlandı. Sanki bir fitil ateşlenmiş gibiydi. O yangın hâlâ sürüyor.
HAYATLARIMIZA SİNSİCE GİREN ŞEY
- Duygu Asena’yı unutulmaz kılan şey ne size göre? Devrimci mi, isyankâr mı, güçlü mü, hırslı mı?
Duygu Asena’yı şahsen de tanıma olanağım oldu. Daha öğrenciyken çalışmaya başladığım İletişim Yayınları’nda Kadınca Dergisi’ni çıkarıyordu. Bence en önemli özelliği güçlü, mücadeleci kişiliğinin yanında son derece zarif bir insan oluşunda, bu zorlu savaşı büyük bir incelikle sürdürebilmesindeydi.
- Kitabınızla ilgili bir söyleşinizde, “Günümüz erkeklik halinin kadının üzerine çöken, tarifi zor, inkâr ve sahteliklerle dolu ağır bir yükü var. Fark edilmesi, tarif edilmesi, başa çıkılması daha zor olan gizli bir şiddet bu. İnsanda vicdan yükleri bırakan, şüpheye düşüren, ikircikli bir şiddet. Belki bu cümleler çoğu erkek için pek bir şey ifade etmeyecektir, ama kadınların çoğu çok iyi tanıyor. Ben Hilmi Aydın üzerinde bu tür bir erkek halini resmettim” diyorsunuz. Biraz daha açar mısınız bu konuyu?
Erkeklik hali, babadan oğula hatta anneden oğula sirayet eden ve çok derinlere işleyen bir mesele. Eğitim, teorik bilgi, her gün muhtelif mecralarda bu konuya dikkat çekilmesi... Hiçbir şey kâr etmiyor. Sinsi bir şekilde bu hal hayatlarımıza sirayet ediyor. Açıkça şiddet çok fena, fakat teşhisi, ifadesi daha kolay olan bir durum. Öte yandan mesela alınganlıkla, mesela kıskançlıkla, mesela aşağılık kompleksleriyle örülmüş gizli şiddetler var. Kelimelerin altına gizlenmiş zavallılıklar bunlar. Dünyadan Aşağı’da riyakâr, kendine Müslüman bir karakter olan Hilmi Aydın üzerinden bu meselelere de değindim.
- Ve bu gizli şiddet türüyle ilgili sizin deneyiminiz nedir? Nasıl söze döktünüz?
Kişisel hikâyelerimi konu etmeyi çok sevmiyorum, ama şunu söyleyebilirim. Etrafımda çok sayıda eğitimli, yaşını başını almış çift var. Bu çiftler içinde genellikle kadınlar hem iş hem sosyal hayatlarında aktifler ve ailenin geçimini onlar sağlıyor. Erkekler ise mızmız, tembel ve şikâyetçi. Üstelik konforlarına da gayet düşkünler ve bunu da karılarından bekliyorlar. Tabii bu rol dağılımını kabullendikleri için kadınlar da eleştirilebilir, ama ne yazık ki uzun zamanlara yayılan bu hale ne zaman gelindiği, o lafların nasıl yenilip yutulduğu bir muamma. Bu sadece bir örnek durum. Aile dediğimiz şey sırlarla örülüdür ve bu sırlar daima erkekleri korur.
- Sizi biraz daha tanımak için soruyorum. Yazarlığın çeşitli yollarından geçtikten sonra içsel yolculuğunuzun sizi nereye getirdiğini ve feminizmle ilgili ne düşündüğünüzü merak ediyorum.
Şimdi yalnızca edebiyatla uğraşıyorum. Edebi zihin, kurgu, dil... Meselem buralarda. Okuyorum ve yazıyorum. Hedef kitle, zekâ seviyesi, ortalama zihin gibi insanı yaralayan meselelere hiç değmeden kendime bir alan yarattım. Bu anlamda hayatımın en keyifli dönemi diyebilirim. Sadece bazen ortak çalışma hallerini özlüyorum. Sonuçta edebi yazarlık dünyanın en yalnız işi ve insanlarla birlikte üretebilmenin çok keyifli yanları da var. Önümüzdeki dönem ruh sağlığımı bozmadan bu tür ortak üretimlerin mümkün olup olmayacağına bakacağım. Feminizme gelince... Benim ilk gençliğimde çok daha hararetle tartışılan bir meseleydi. Sayımız azdı, ama sesimiz yüksekti. Kadının varoluşu, tezahürü, hakları gibi daha felsefi sorunsalların etrafında tartışılabiliyordu. Şimdi daha çok kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet konuları ön plana çıktı. Kadınlar can derdinde. Ortamda o kadar fazla gürültü var ki, feministlerin sesleri daha az duyuluyor.
ÖTESİ BOŞ OL DEYİP BOŞAMAKTIR
-Nafaka Hakkı Kadın Platformu’nun imza metnine ilk imza atan 100 tanınmış kadın arasında yer aldınız. Kadınların çoğunlukla da alamadığı ortalama 200 TL’nin peşine niye düştü erkekler ve iktidar?
Bunun ötesi “boş ol” deyip kadını boşamaktır. Mesele 200 lira falan değil elbette. Bütün mekanizma kadınları iş ve iktidar alanlarından uzak tutmak, eve hapsedip kucağına da bir, yok pardon üç çocuk verip unutturmak üzerine kurulmuş. Kadının iş bulması, çalışabilir hale gelmesi başlı başına bir mücadele alanı. Hal böyleyken kadına nafaka hakkın yok demek, onu bir evliliğin içine hapsetmek dolayısıyla ömrünü bir adamın iki dudağının arasına sıkıştırmak demek.
-Kadınları şiddet görse de evliliğin içine hapsetmeye çalışan bu anlayış her zaman vardı belki ama şimdi çok daha yakıcı bir baskı var. Bir yandan da kadınlar artık değişti. Bu çabalar boşuna mı, yoksa kadınlar olarak kazanımlarımızı kaybedip yeniden aile içinde mi konumlanacağız?
Dünyayı kadınlar değiştirecek. AKP’yi iktidara başörtülü kadınlar taşıdı. Onları iktidardan yine o kadınlar indirecek. Şimdi kafalarında bir tuhaflık hissediyorlar, bir süre sonra o tuhaflığın nedenini dillendirip başkaldıracaklar. Baskılar her zaman oldu, dönem dönem artıyor dönem dönem gevşiyor, ama erkek egemen bir toplumda yaşamak zaten kadın için baştan mücadele etmeyi göze almak anlamına geliyor. 8 Mart’ta sokağa çıkan kadınlar bize umut veriyor. Kadın mücadelesiyle ilgili ne kadar çok dernek, kurum, kuruluş var ve yenileri ekleniyor. Bir yandan baskılar artıyor, ama bir yandan da kadın mücadelesi yükseliyor. Bana kalırsa şu anda memleketin en muhalif kesimi.
İZLEMEYİ REDDEDİYORUM
-Pek çok senaryoya imza attınız. Gelecekte böyle bir projeniz var mı? Ya da film?
Çok özel bazı durumlar olmadığı sürece senaryo yazmayacağım. Özellikle de dizi senaryosu. Senaryo yazmayı sevmediğimden değil ama sonraki aşamalar bir senarist için keyfi az, işkencesi bol süreçler. Onlardan uzak kalmak, yalnızca edebiyatla uğraşmak istiyorum.
-Şimdi izlediğiniz yerli veya yabancı dizi var mı?
En son Years and Years’ı izledim. İngiliz yapımı bir HBO işi. Yakın gelecekle ilgili bir nevi distopya. Şu ara bu konu üzerine düşünüyorum ve bazı öyküler de yazıyorum. Çok zekice yazılmış, ilginç bir yapım. Dizi izleyeceksem genellikle başı sonu belli, mini dizileri tercih ediyorum. O iki yüz otuz beş dakikalık Türk dizilerinin bir dakikasını bile izlemeyi reddediyorum.
- Senaryosunu yazdığınız Bir İstanbul Masalı, Üzgünüm Leyla gibi iç ısıtacak bir dizi daha çekilmez mi?
Daha iyisi de yapılabilir tabii. Ama başka bir ülkede, başka kanallarda...
- Son soru da hayatla ortak dertlerimize dair olsun. Bazen insanın kafasından atamadığı şeyler oluyor, gündem ne kadar hızla akarsa aksın. Sizin kafanızı bu sıralar ne meşgul ediyor? Ne üzüyor sizi?
Gündemin baş döndürücü bir hızla değişmesi beni çok bunaltıyor. Hiçbir şeyin üzerinde düşünmek, taşınmak, evirip çevirmek için fırsat kalmıyor. Sevinemiyorsunuz, bir anda öyle bir olay oluyor ki sevinmeye utanıyorsunuz. Üzülemiyorsunuz, öyle bir olay oluyor ki sizin üzüntünüz lafı edilmeye değmez hale geliyor. İnsanın başı dönüyor ve neye tutunacağını şaşırıyor. Bu halden çok muzdaribim.
- Ve bu sıralar neyle mutlu oluyorsunuz?
En çok yazarak, yazacaklarımı hayal ederek mutlu oluyorum.
En Çok Okunan Haberler
- Rus basını yazdı: Esad ailesini Rusya'da neler bekliyor?
- Yeni Ortadoğu projesi eşbaşkanı
- Esad'a ikinci darbe
- İmamoğlu'ndan Erdoğan'a sert çıkış!
- ‘Yumurtacı müdire’ soruşturması
- Çanakkale'de korkutan deprem!
- Naci Görür'den korkutan uyarı
- 6 asker şehit olmuştu
- Kurum, şişeyi elinin tersiyle fırlattı
- ‘Toprak bütünlüğü’ masalı ve Suriye: İmkânsız bir ülke