Jorge Luis Borges’ten “Tartışmalar”
“Tartışmalar”, Jorge Luis Borges’in 1930’larda pek çok konuyla ilgili kaleme aldığı makalelerden oluşuyor. Kitap, yazarın düşünme dünyasını; şiire, edebiyata, sinemaya, teolojiye ve felsefeye bakışını bize açarken edebi fikirler ve imgeler arasında Borges kılavuzluluğunda dolaşmamızı sağlıyor.
‘Mirasımızın evren olduğunu düşünmeliyiz’
Jorge Luis Borges her zaman derin, hırçın, romantik ve bir o kadar da bilge bir adam olarak bilindi. Kimileri, hepsini aynı anda yaşayıp yansıtabildiği bu özelliklerinden birini ya da birkaçını öne çıkardı. Bazıları onun yaptığı politik hataları gündeme taşıdı. Kimileri şiirlerine hayran oldu kimi de yaşamına.
Beğenilsin beğenilmesin Borges, dünya edebiyatına hem ürettikleriyle hem de okuyup yorumladığı; kişi ve eserler üzerine yazdıklarıyla büyük katkıda bulundu. O ikinci katkının ürünü ise kaleme aldığı yazılardı. Bu yazıların önemli bir bölümü Tartışmalar’da bir araya getirildi. Kitapta, ilgi ve bilgi alanı hayli geniş bir Borges’le karşılaşıyoruz ama vazgeçemediği şiirsel anlatım her satırda önümüzü kesiyor. Hemen her coğrafyaya uğramasına rağmen ülkesi Arjantin’in edebiyatından, sanatından ve kültüründen hiç uzaklaşmıyor.
Borges’i anlamak güç. Ama bir yandan da kolay. Güçlük, onun derinliğine, imge dünyasına ve şiirine ne kadar ulaştığınız ya da ulaşamadığınızla ilgili. Kolay olansa Borges aslında gayet yalın bir adam. Sadece geçtiği yolları ve uğradığı durakları tanıyıp anlamaya çalışmak gerek; belki de uzun bir süre gözümüzü kapatıp karanlığı görmek veya daha doğru bir ifadeyle karanlığın müziğini işitmek. Tıpkı Borges’in yaptığı gibi.
BORGES’İ KATEGORİZE ETMEYİN
Yirminci yüzyılda bir bilge arayışına girişeceksek Borges bunun için biçilmiş kaftan. Her zaman öğrenmeye, keşfetmeye; dile, anlatıma ve anlamlandırmaya meraklı biri olarak sınırlarını genişletmeye çabalamış bir isim. Dahası, besleyip beslendiği pek çok akım onun önemini belirginleştiriyor. Buna karşın gösterişten uzak evreni, Borges’i daha da ilgi çekici kılıyor. Garip, fantastik ve yeni tarafı da cabası. 1970’lerde “büyülü gerçekçiliğin kurucusu” diye nitelenmesi karşısında yüzü düşen ve “hiçbir tarza yerleştirilmemesi gerektiğini” söyleyen Borges, James Woodall’ın da dediği gibi “nasıl moda olunacağını hiç bilmedi.” “Büyülü gerçekçiliğin kurucusu” sıfatı Woodall’a göre pek çok şeyi öteledi: “1970’ler boyunca büyülü gerçekçiliğin kurucusu ilan edilmiş ama bu, onun gerçek önemini, çeşitli geleneklerden sade ve yeni edebiyat yaratan, Arjantinli bir yazar olduğu gerçeğini gölgelemiştir.” Böyle olsa da Borges’in öykücülüğü ve şairliği neredeyse hiç gölgelenmedi. Tartışmalar’daki yazıları ise onun eleştirmenliğini, düşünürlüğünü ve anlamlandırma yeteneğini gösteriyor.
Borges’in ilgi alanının genişliğini bir kez daha vurgulamakta yarar var. Ama asıl meselelerinden biri, kendi toprakları ve komşu ülkelerin hayli zengin şairleri. Onları delicesine okuyup bütün dizelerini kendine has titizliğiyle incelediğini görüyoruz. Sadece bununla kalsa iyi, aynı zamanda hayranlık duyduğu Avrupa ve Kuzey Amerika edebiyatıyla kendi yöresinin şairlerinin dizeleri arasında kimi bağlantılar da kuruyor. Her zaman diri bir zihin ve ayağı yere basan romantizm, Borges’e burada da yardımcı oluyor. Eski huyunu da es geçmemek gerek; Borges, tüm bunların peşine düşmüşken yine kategorizasyonu elinin tersiyle itiyor. Bunu yapmasındaki temel dürtüyü anlamak zor değil: Yazılara (ve elbette genel tavrına) bakınca felsefi yorumlamanın en büyük yol arkadaşı olması. Girdiği bu yol, her neyi ele alıyorsa Borges’e çağrışımlarla dolu ve kolayca ilerlemesini sağlayan bir dizi imkân sunuyor. Felsefenin özündeki bilgeliğin hakkını da veriyor böylece. Bu yüzden alanlar arasındaki geçişi de kolaylaşıyor; şiirden felsefeye, romana, teoloji ve hatta mitolojiye dek uzanan (bazıları savrulan da diyebilir rahatlıkla) bir geçiş bu.
ŞANS ESERİ YARATILIŞ
Borges’in yazılarının 1930’ları kapsadığını aklımızın bir kenarında tutmamız lazım. O dönemde pek çok parıltıyı görebilen Borges, zaman zaman da umutsuzluğa düşer. Yazarları olduğu kadar okurları (daha doğrusu okurların getirildiği durumu) da eleştirir: “Edebiyatımızın içinde bulunduğu yoksul durum, cazibeden yoksun oluşu, üslupla ilgili bir hurafenin doğmasına, dikkati dağılmış kişilerin dağınık okumalarına zemin hazırlamıştır. Bu hurafeye kapılanlar, üsluptan, bir pasajın güçlü veya güçsüz oluşunu değil, yazarın görünürdeki becerilerini anlar: Kıyaslamalarını, sesini, imlasını, sözdizimi ritmini. Bu okurlar, kendi kanaatlerine veya duygularına karşı ilgisizdir: Kendilerini, metinde yazılı olanın, onların hoşuna gitmemeye hakkı olup olmadığına dair bilgilendiren -Miguel de Unamuno’dan ödünç aldığım tabirle- teknik cambazlıklar ararlar.”
Sözünü ettiği “teknik cambazlığa” girmediğini dikkate aldığımızda Borges’in o günlerde edebiyatta olup bitenle ilgili umutsuzluğu ve umudu bir arada taşıdığını; bazen ikisinden birinin ağır bastığını söyleyebiliriz. Belki de bu yüzden her şeyi hemen gömmeye razı olmaz ve biraz mizahi biraz da karamsar biçimde “edebiyatın, dilsizleştireceği zamanı öngörmeyi, kendi meziyetleriyle kanının son damlasına kadar mücadele etmeyi, kendi çöküşüne âşık olmayı ve kendi sonuna göz kırpmayı bilen bir sanat olduğunu biliyorum” der.
Daldığı her konuyu uzun uzun araştıran Borges’in yorumlamada da aynı özeni gösterdiğini yazılarının tamamından anlıyoruz. Beslendiği coğrafyanın teolojik ve mitolojik zemini, onun yorumlarının da çeşitlenmesini sağlıyor. Borges’in mizahi ve zekice yorumlarından biri tam da buna işaret ediyor: “Tanrı’nın edebi niyetlerinin insanoğlunda gerçekleşmesinin adı esin veya coşkudur: Kesin bir ifadeyle söylersek bunun adı kibirdir.” Borges her metninde bir tür hikâye anlatıcılığına soyunmuş görünüyor. Edebiyat, şiir, teoloji, tarih, felsefe ve mitoloji, hangi konuyu ele alırsa alsın o alanın hikâyesini; geçmişinin, anlamı ve metaforik tarafının kazısını yapıyor.
Tabii işin bir de sembolik yanı var ki Borges, pek çok şeye olduğu gibi buna da ilgi duyuyor. Kat kat evren ve bunu yaratan ilahların hikâyeleri. Zaten coğrafya da buna uygun, o zaman Borges’e konuyu ekine köküne dek incelemek kalıyor. Buna mitolojideki gibi Tanrılarla şakalaşma da diyebilirsiniz onları anlamaya uğraşma da. Belki her ikisi de. Kozmogoninin Borgesvari anlatımı her zaman olduğu gibi iş başında kısacası: “Temelde beyhude bir süreç olarak tasavvur edilen dünya, ikincil önemde bir düşünce, kadim göksel anlatılardan kaybolup gitmiş bir tasavvur. Şans eseri bir edim olarak yaratılış.” Sorduğu soru ise bunun üstüne tüy dikiyor: “Bir Tanrı için dünyadan bağışlanmaktan daha büyük bir zafer olabilir mi?”
BORGES'İN OKUMALARININ OKUMASI
Borges, Tartışmalar’daki yazılarında kaleme alınanlar üzerine yazan, düşünülen üzerine düşünen ve tartışılan üzerine tartışan, hepsinden önemlisi bunlara dair ortaya fikir koyan biri olarak karşımızda. Bu da onun felsefi yanıyla beraber kültür adamı kimliğini yansıtıyor. O kimlik, Latin Amerika şairlerinin yanı sıra Kipling’e, Poe’ya, Whitman’a, Homeros’a, Groussac’a ve Flaubert’e değin geniş bir yay çizmesini sağlıyor. Borges’in bu özellikleri beri yandan, yazıları oluşturduğu 1930’larda okumaya, incelemeye ve eleştirmeye tutkun tarafını da fazlasıyla gösteriyor. Buna okumanın okuması demek de mümkün. Çünkü onun satırları uzun zaman ve büyük bir incelikle düşündüğü konulara nasıl yoğunlaştığının, tam bir kütüphane kurdu olduğunun da kanıtı. Bu anlamda hepsi birer tarihsel metin.
Metinlerin bize gösterdiği ve Borges’in de altını çizdiği bir başka şey daha var: “Edebiyat uğraşı kişide mutlak bir kitap inşa etme tutkusunu harekete geçirebilir; adeta Platonik arketip gibi tüm kitapları içeren bir kitapların kitabı, yıllar geçse de erdemi tükenmeyecek bir nesne.”
Borges, bir Arjantinli olarak ülkesinin geleneğine dair kimi saptamalarda bulunurken aslında evrensel bir açıklama sunuyor, “mirasımızın evren olduğunu düşünmeliyiz” diyerek tüm demek istediklerini ve hem edebiyata hem de yaşama bakışını özetliyor.
Borges, bir romantik olmasının yanında, mantık ve felsefi tartışma üstadı. Öbür taraftanedebiyatçı, şair, fikir insanı ve iyi bir okur. Bütün bu özelliklerini Tartışmalar’daki yazılarında çok net şekilde fark ediyoruz. Kendine has anlatım biçimi ve birikimi, o dönemde çağdaşları arasından nasıl sıyrılıp geldiğini bir kez daha önümüze seriyor.
alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr
Tartışmalar/ Jorge Luis Borges/ Çeviren: Çiçek Öztek/ İletişim Yayınları/ 218 s.
En Çok Okunan Haberler
- 9 sayfalık not bırakmışlar
- İzmir’de 13 yaşındaki çocuk AIDS nedeniyle öldü
- Ayşe’yi siz öldürdünüz!
- Mansur Yavaş'tan ilk açıklama!
- 'Erdoğan dönemi artık kapandı'
- AKP’li üyeler bütçe oturumunu terk etti
- Mansur Yavaş'tan jet yanıt!
- İstanbul'da metro yangını
- İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne soruşturma!
- 5 çocuğunu kaybeden anne yalanladı