John Ralston Saul: Küreselleşme, terör ve ırkçılığı körükledi
Trump’ın “Küreselleşme bitmiştir” sözleri yeni bir tartışmayı alevlendirdi. Kanadalı yazar Saul ise, bunun olacağını çoktan öngörmüş bir entelektüel.
Fotoğraf: Kurtuluş Arı
Kanada’lı yazar ve eski Uluslararası Pen Kulübü Başkanı John R. Saul ile dünyada büyük ilgi gören kitabı Küreselleşmenin Çöküşü’nün Türkçe baskısı nedeniyle geldiği İstanbul’da görüştük. John Ralston Saul’u Türk okurlar, Ayrıntı Yayınları’nda çıkan, “Karanlık Güzergâhlar” adlı romanı ve “Küreselleşmenin Çöküşü” adlı incelemesiyle daha da yakından tanıyacaklar artık. Özellikle ikincisiyle adını hem ülkesinde hem de birçok ülkede geniş kitlelere duyuran Saul’la söyleşi yapmak için Gezi Parkı’nı seçmemiz çok anlamlı oldu.
Ben bu iki kitabından önce, Saul’un sanırım henüz Türkçe’ye çevrilmemiş olan Voltaire’in Piçleri adlı kitabını okumuştum. Ne güzel kitaptır o. Keşke yıllar önce yayımlanmış bu kitabı da bir an önce Türkçe’ye çevirseler. Saul, Batıyı değerlendirirken pek acımasızdır bu kitabında. Hem duyudan hem de ahlaktan yoksun olduğunu ileri sürdüğü “modern Batı”nın “Voltaire’in piçleri” tarafından yönetildiğini söyler. Neden böyle düşünür, bu saptaması doğru mudur yanlış mıdır elbette konuşulur üzerinde ama kitabın en çarpıcı belirlemesi, tabii bana göre, “Sosyopolitik seçkinlerin itirazları susturmak için her zaman dil kullanımını kontrol etmeye çalıştıkları” tespitidir.
Eh, itirazın “hem dilini hem de düşüncesini “kısıtlamaya çalışanlara okkalı bir yanıtın verildiği Gezi Parkı’ndan daha uygun bir yer olabilir miydi söyleşi için? Bendeniz, Saul’le Gezi Parkı’nda söyleşi yapıyorum. “Kişisel tarihimin” en iyi anlarından biridir bu, saklayamam.
Fotoğrafı iyi gören biri
İlk sorum şu oldu; “Time dergisi sizi geleceği gören adam olarak tanımlıyor, öyle misiniz gerçekten?” Yanıtı pek mütevazıydı doğrusu. “Ben hem büyük hem de küçük fotoğrafı gören birisiyim. 20 yıldan fazla sayfalar dolusu yazdım geleceğin, daha doğrusu şu küreselleşme denen olgunun sonunun ne olabileceği konusunda. Çöküşe gidişini gördüm. İyi izleyen, gerçeğe bağlı olan herkes görebilirdi olanı biteni. Etrafımdakiler ‘ne oldu’ ya da ‘ne oluyor’ diye sormadılar, ama ben sordum. Haklı çıktım. Hepsi bu.”
Saul küreselleşmenin en güzel günlerinin 90’ların ortası olduğunu vurguluyor. Bu tarihe kadar yüzlerce ticaret anlaşması yapıldığına, zenginlerin vergi oranlarının düşüldüğüne, küresel piyasaların yüceltildiğine, özelleştirme ve hükümet denetiminden yoksunluk dünyayı etkisi altına aldığına, nihayet Sovyetler bile çöktüğüne göre, evet, gerçekten de en mutlu günleri 90’ların ortasıydı denilebilir rahatlıkla.
“Küreselleşmenin en yüksek noktası hangi dönem peki” sorumun yanıtı şu oldu: “1995 yılı. Bu yıl küresel ekonomik düzene liderlik etmesi amacıyla Dünya Ticaret Örgütü’nün kurulması önemli bir gelişmedir. Ama beş kısa yıl içinde, küreselleşmede kırılmalar başlamıştı. 1997-98 Asya mali krizi, küreselleşmenin istikrarsızlığının göstergesi oldu.
Küreselleşmede düşüşün ne zaman başladığı da sorulmalıydı haliyle. Düşüşün 1995’ten itibaren başladığını belirtti Saul. 1997 yılı ortalarında Doğu Asya’da başlayan iflasları anımsattı. 220 bankasını kapatmış Endonezya, IMF’nin kucağına itilmiştir örneğin.
John R. Saul’un Türkiye’de hayli dostu var. Daha önceki gelişlerinde Yaşar Kemal ile de sık sık buluşurdu. Zeynep Oral ile dostluğu da halen sürüyor.
Kriz daha derinde
Kitabında 70’lerde başladığını söylediği küreselleşmenin yakın tarihteki sonuçlarının ne olduğunu sorduğumda, yine yavaş yavaş yürürken veriyor yanıtını: “Resmi olarak 2008’de başlayan küresel çaptaki krize tepkiler, daha önceki krizlere gösterilenden daha fazlaydı. Ama tepki gösterenlerin çoğu krizin sadece bir mali kriz olduğunu düşünmekle hata yaptılar. Çünkü krizin çok daha başka ve de derin gerekçeleri vardı.”
Fark edilen için geçti
Küreselleşmenin Çöküşü’nde ileri sürdüğü tezleri soruyorum. Kitabında tam olarak ne anlattığını daha doğrusu. ABD ve Avrupa hükümetlerinin yerel endüstrilerini her zaman koruduklarını, Yeni Zelanda ve Arjantin’in de buna uyduklarını belirterek küreselleşmeyle bu durumun artık mümkün olmadığını, hükümetlerin uluslararası yükümlülüklerinin kendi halklarına karşı olan yükümlülüklerinden daha ağır bastığını kaydediyor. Şu cümlesi bir hayli çarpıcı: “Hükümetler artık devlet teşebbüslerinin kişiselleştirilmesinden pek emin değiller.”
Ekonomik belirsizlik
Saul’un “sınırları olmayan bir dünya” denilerek insanların yerel ekonomik koşullarının ne kadar önemli olduğu görmezden gelindi” vurgusu da önemli. “Küreselleşmenin sözünü tutmadığını” söylüyor bir de. Verilen sözlerin tam olarak ne olduğunu kavrayamasam da gerçekten de yerel üretimin yok edilmesine yönelik çabaların insanları mutsuz ettiğini herkes gibi ben de görebiliyorum. Kapitalizmden nefret edip etmediğine dair bir izlenim edinemedim ama sohbetimiz boyunca anladığım şudur ki; küresel iletişimdeki gelişmelere hayretle yaklaşıyor ama küresel ekonomide işlerin başarısız olduğunu vurguluyor Küreselleşmenin Çöküşü’nde.
Abartılı güç Irkçılık, terörizm, köktencilik, milliyetçilik, teorik olarak var olduğu iddia edilen küresel refaha rağmen yükselişini sürdürüyor Saul’a göre. Kitabında da yer verdiği bir belirlemeyi hatırlatıyor Saul bir kez daha; küreselleşmenin asıl hatası 19. yüzyıldaki serbest ticaretin başarısını abartmış olmasıdır.” Nedir bu küreselleşme soruma “küresel ekonomi insanların yarattığı bir şeydir ve bu sadece insan toplumunun bir parçasıdır” yanıtını veriyor. |
Yerellik yerine ırk
Küreselleşme ve çağdaşlık ilişkisini sordum bir de. “Küreselleşme çağdaşlığı ekonomi ya da tek başına iktisat aracılığıyla görebildi” dedi. Kitabında milliyetçilik ya da popülizm üzerine de belirlemeleri olan Saul’un “milliyetçilik”e bakışının ne olduğunu da sordum. Bir alternatif olarak görüyor muydu küreselleşmenin karşısında?
“Pozitif milliyetçilik”in bir alternatif olabileceğini düşünüyor. Küresel mitlerden kaçınabilmek için bu bir çözüm değilse de kamu yararı ve hizmet anlayışı gibi kavramları yeniden keşfetmeye yarayabilir. Negatif milliyetçiliğin bir hayli geliştiği günümüzde bunun işe yarayabileceğini düşünüyor Saul. Kitabında da belirttiği gibi dünyamız coğrafi olmayan bir biçimde ikiye bölündü, “bu ırk fikrinin geri dönüşüyle ilgili” diyor. “Hiçbir modern toplumda olmadığı kadar renk ve din körü insan var”. Son derece doğru bir belirleme. Bunun nedeni yerelliği ortadan kaldıran küreselleşmedir kuşkusuz.
Özgüvensiz lider otoriterdir
John R. Saul’a daha önceki söyleşilerinden birinde Recep Tayyip Erdoğan hakkında “aşağılık kompleksi var” dediğini hatırlatarak sordum; “Hâlâ aynı düşüncede misiniz?” Gülerek “öyle mi demişim” dedi ve devam etti. “Erdoğan ya da başkası, eğer bir lider kendine güven duygusundan yoksunsa otoriterleşir. Erdoğan’da bunun olduğunu düşünüyorum. Trump’da da benzerini görmek mümkün, o da kendine güveni olmayan, kırılgan bir adam. Böyle olmalarında çocukluk dönemlerine ait yaşadıklarının etkileri olabilir. Erdoğan nedir ne değildir kuşkusuz siz benden daha iyi bilirsiniz”.
Türkiye’de küreselleşme karşıtı bir milliyetçilik gözlemledi mi peki? Söylediği şu oldu: “Türkiye’de dinsel tabanlı bir milliyetçilik var”. Yaşadığımız krize ilişkin gözlemi de şu tabii: Türkiye’de siyasi istikrarsızlık finansal istikrarsızlığı arttırıyor.
Saul ile sohbetimizi kitabından bir cümleyle bitirelim: “Şimdiye kadar hiç tamamlanmamış olan bir insan oyunu içerisindeyiz. Negatif ulusalcılığın işaretleri, içinde bulunduğumuz topluluklar da dahil olmak üzere her tarafımızı sarmış durumda”.
En Çok Okunan Haberler
- Kılıçdaroğlu'na 'Meral Akşener' yanıtı
- 'Hadi gelin kapatın!'
- Tarihi geçmiş ürün satan zincir market şubesine mühür
- Ulaşım durma noktasına geldi!
- Yeni dönem başlıyor: Taksi, otobüs, dolmuş...
- Afyonkarahisar'da feci kaza
- Bir sonraki ve en büyük ekonomik patlama...
- İl başkanı hayatını kaybetti!
- Kayserispor'dan Fenerbahçe açıklaması!
- Dünya çapındaki sıralama: Türkiye'den 4 üniversite