John Berger'dan 'Hayvanlara Niçin Bakarız?'

John Berger’ın farklı dönemlerde yazdığı metinlerinin bir araya getirildiği ve Cevat Çapan tarafından Türkçeye çevrilen “Hayvanlara Niçin Bakarız?”, insan ile hayvan arasındaki kadim ilişkiyi bakma-görme-yorumlama izleğiyle inceliyor.

John Berger'dan 'Hayvanlara Niçin Bakarız?'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 13.10.2017 - 21:32

İnsan ile hayvanın dilsiz iletişimi
 
Ayağımızı topraktan çektiğimiz günden beri, doğada bir arada yaşadığımız diğer canlılarla ilişkimiz bozulmakla kalmadı, ortak paydamız olan ölümlülükte cinayetler işleyerek sapmalar yarattık. Özellikle kapatıp denetlediğimiz (ya da öyle sandığımız) hayvanlara karşı tüm sınırları ortadan kaldırdığımız eylemlere giriştik, bunu da insanlığın bir gereği(!) saydık.

John Berger, hayvanlara baktığımızda ne gördüğümüzü anlaması ve anlatmasının yanında hayvanların bize baktığında ne görmüş olabileceğini de düşünmüştü. Etkileşime girdiğimiz hayvanlar Berger’ın gözüne takıldığında, o meşhur görme biçimi konusu bu kez farklı bir alanda işlemeye başlamıştı. Berger, bunun yanında zamanında hayvanlara baktığımızda ne gördüğümüzle günümüzde gördüklerimiz arasındaki farkları ele alıyor Hayvanlara Niçin Bakarız’daki yazılarında.
 
ÖLÜMLÜ İNSAN İLE “ÖLÜMSÜZ” HAYVAN

Berger; her zamanki sakin, sade ama zihni çalıştıran üslubuyla insan ve hayvanın bakıp görme deneyimine yoğunlaşmış kitaptaki metinlerinde. İnsanın, hayvanları nasıl kıstırdığını anlatırken aslında kendisinin nasıl kapana kısıldığını gösteriyor bir bakıma.

Berger’ın hikâye anlatıcılığının esası, bakıp görme ve gördüğünü anlamlandırıp yorumlamaya dayanıyor. Hayvanlara Niçin Bakarız?, iki tarafın birbirine gözünü dikip varlığını kavrama zeminine oturan Berger hikâyeleri. Tabii kurmaca bağlamında değil, gerçekliğin öyküleştirilerek okura aktarılışı bunlar; içi, yaşanmışlıklarla dolu ve Berger’ın gördükleriyle: Bazen bir zamanlar bir yerde yaşanan olaya uzanıyor bazen çalışma odasının penceresinden gözüne takılanları kâğıda döküp bir kırlangıçla burun buruna gelişini anlatıyor.

Odaya giren ve kısa süre sonra uçup giden kırlangıç, Berger’a yaşadığını hatırlatıyor. Aynı şekilde doğanın merkezinden insan tarafından kovulan ve bir daha eskisi gibi ilişki kurulamayan diğer hayvanları görmesi de…  

Berger, hayvanın insana tedirginlikle bakışıyla insanın hayvana korkusuzca bakışını kıyaslarken ikisi arasında kurulan anlaşma biçimini gündeme getiriyor: Dilsizlik…

Ölümlü insan ile “ölümsüz” hayvanın ilişkisi, insanın ona tapması ve buyruğu altına alması gibi iki farklı yolda yürüyor Berger’a göre. Bu ikircikli durum, insan ile hayvan arasındaki ilişkiyi açıklayan dile de yansıyor: “Bir köylü, beslediği domuzu sevebilir ve onun etini tuzlamaktan zevk alır. Önemli olan -yabancı bir şehirlinin bunu anlaması çok zordur- bu cümledeki iki ifadenin birbirine ‘ama’ ile değil ‘ve’ ile bağlanmasıdır.” Hatta bu dilin köklerine kadar giden Berger, simgesel düşünen insanın yaratılarındaki ilk simgenin hayvan olduğunu hatırlatır.

Descartes’la başlayan insan-hayvan kopuşu, Berger’a göre mekanik dünya tasavvurunu güçlendirir, dahası iki türün birbirine yabancılaşmasına neden olur. Bugün hayvanlara duyduğumuz özlemin ve onlara çekinerek bakışımızın altında bu yabancılaşma yatıyor biraz da. Bununla birlikte hayvanat bahçeleri yaratmamamızın ve hayvanlar üzerinde sadistçe deneyler yapmamamızın sebebi de hayvana bakışımızın değişmesiyle bağlantılı.

Berger, bu değişimi bir de hayvanat bahçesine gitme deneyimiyle açıklıyor: “Yetişkinler çocuklarını hayvanat bahçesine, birer kopya olan oyuncaklarının asıllarını göstermek, belki de kopyalanmış hayvanlar dünyasının, kendi çocukluklarından hatırladıkları masumiyetini yeniden bulma umuduyla götürür.”    
 
HAYVANLARIN YENİDEN ÜRETİMİ”

Hayvanlarla arasına engeller koyan, onu bozuk bir imge ve hareketsiz (ya da uyuşuk) bir figür gibi gören insanın, hayvanla ilişkisinde zaman zaman hayal kırıklığı yaşamasından daha doğal bir şey yok. Berger’a göre bunun asıl nedeni, hayvanların önemsizleştirilip değersizleştirilmesi; kafeslerde yaşamaya alışmış insanın, hayvanları kafeslemesiyle ilgili bir durum bu. Berger, mevcut eyleme, tıpkı resimlerde yapıldığı gibi “hayvanların yeniden üretimi” diyor. Dış dünyadan hayvana bakan insan ile dış dünyayı mekanik olarak tarayan hayvanın soğuk ve dolaylı iletişime denk geliyor bu.

Şehirden bakınca doğayı aşırı duygusallıkla algılayışımızdan bahseden Berger, oradaki mücadeleyi de fark etmemiz gerektiğini söyler. Doğanın güzelliği buradadır işte; hiç beklenmedik bir anda sancılı ve estetik bir görüntüyle karşımıza çıkar. Pragmatik biçimde yaklaştığımızda, doğanın bize hiçbir şey vermeyeceğini anlatan Berger, bir kuşun uçuşunun veya donarak ölüşünün böyle bir bakış açısıyla hareket eden insan için anlam-dışı olduğunu ifade eder.

Bu “anlam-dışı” durumun ardından anlamlı bir noktaya gelen Berger, yeme kültüründen söz ederken köylülerin sofra alışkanlığıyla burjuvazininkini karşılaştırır. Özellikle etin fazlalığı ve israfıyla öne çıkan rekabetçi ve zenginliğini göstermeye meraklı burjuvanın sofralarında, İngiltere’den Çin’e uzanan bir bütünlük olduğunu söyler Berger. Burjuva, kendisini beslediği için dünyaya şükrederken köylü, o sofradakileri yetiştiren mütevazı kişiliğiyle karşımıza çıkar; Berger, kıyasladığı bu iki kesimin eylemlerinden siyasi ve sosyal bir çözümlemeye girişir: “Köylünün yemek yiyişinin temelinde doğrudan doğruya yemek yeme eylemi ve yenen yemek olduğunu görürüz (…) Burjuvanın yemek yiyişinde ise fantezi, törensilik ve gösteriş vardır (…) Birinci örnek doyumla sonuçlanır, ikinci örnek ise hiçbir zaman bir sonuca ulaşamaz ve özünde doyumsuzluk olan bir iştahın doğmasına yol açar.”
Berger’ın, bu belirlemeyi yaptığı tarihten (1976’dan) sonra doyumsuzluğun günden güne arttığı tartışmasız. Bu satırları yazmadan iki yıl önce, Ernst Fischer’in dünyaya doyduğu günü kaleme alan Berger, ölecek yer arayan bir keçiye benzettiği dostunun gözlerine son kez nasıl baktığını kendine has hikâyeleştirmesiyle anlatıyor.

Berger, kitaptaki yazılarının tamamında insanın hayvana bakışındaki değişimleri; ikilinin, birbirine yaklaşıp birbirinden kopuşunu anlatırken bazen şiire ve yaşanmışlıklara başvuruyor bazen de sadece çalışma odasının penceresinde durarak bakıp gördüklerini yine sakin biçimde yorumlayarak kadim bir meseleye el atıyor.
 
Havanlara Niçin Bakarız? / John Berger / Çeviren: Cevat Çapan / Delidolu Yayınları / 132 s. 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon