Itır Esen: Kadınlar gider ayakkabı alır, ben forma peşine düşerim

Son olarak Kırmızı Oda’da izlediğimiz oyuncu Itır Esen psikoloji dizilerinin seyirciye epey faydalı olduğunu belirtiyor: “Gerçek hastalar dışarıda, biz yardım almaya çalışıyoruz hayatımızı düzeltmek için.”

Itır Esen: Kadınlar gider ayakkabı alır, ben forma peşine düşerim
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 10.07.2021 - 16:01

Fotoğraf: Vedat Arık

Son olarak Kırmızı Oda’da izlediğimiz oyuncu Itır Esen’in fanatik bir Beşiktaşlı olduğunu bilmeyen yoktur. Çocukluğunda sessiz ve içe kapanık olduğunu söyleyen oyuncu, maçlarda içinden bambaşka bir insan çıktığını söylüyor.

Türkiye’de kadın ve kız çocuğu olmanın ağır olduğunu belirten Itır Esen, psikoloji dizilerinin seyirciye epey faydalı olduğunu belirtiyor: “Yardım almanın kötü bir şey olmadığını anlattı. Gerçek hastalar dışarıda, biz yardım almaya çalışıyoruz hayatımızı düzeltmek için.”

- Kartal Tibet hem Türkiye için çok önemli bir insandı, hem de sizin kişisel tarihinizde önemli bir yeri var. Geçen hafta kaybettik.

Evet birçok filmde babam Hayri Esen seslendirdi Kartal Tibet’i. Biz haftada iki kez sinemaya giderdik. Salı günleri İnci Sineması’nda yerli filme giderdik, pazarları da yabancı filme giderdik. Sinemanın içine doğdum, en büyük avantajım oydu, babamdan ötürü. Kartal, Bizim Aile filminde benim yönetmenimdi. Sonra Cennet’in Çocuklarını çekti. Arzu Film’in birçok filminde Kartal vardı, Hababam Sınıfı’nın hepsini o çekti. Hem senarist, dramatik yapıya çok sadık kalan... Ertem Ağabey’in (Eğilmez) Gümüşsuyu’nda bir evi vardı, hepimiz orada toplanırdık. Sabah 09.00’da hepimiz orada olurduk. Filmde kim oynuyorsa, Şener Şen, Adile Naşit, Münir Özkul, Halit Akçatepe, Sadık Şendil.. Herkes toplanırdı. Orada yetişen kıymetli sanatçıların hepsi çok iyi bir senaryo okulundan geçmiş oldular. Kartal Tibet’in de çok iyi bir senarist tarafı vardı. Yönetmenliğe de çok açık bir insandı. İnanılmaz şekilde hızlı film çekerdi. Yerine yenisinin gelmeyeceği bir kayıp. Temmuz ayını hiç sevmem, kara Temmuz derim hep. Kemal Sunal’la bir gün arayla yaşamını yitirdi. Bazen düşünüyorum acaba o taraf mı iyi bu taraf mı... Son yıllarda o kadar insanların içine kötülük ve nefret duygusu aşılandı ki, artık dünya çekilmez hale geldi...

- Babanızla nasıl bir dostluğu vardı Kartal Tibet’in?

Babam neredeyse Kartal’ın bütün filmlerini konuştu, bir ekiplerdi. Babam çok iyi kalpli ve yardımsever bir insandı, herkesle arası iyiydi. Şu anda bile onun sesini duymak beni çok mutlu ediyor. O kadar canlı ki.. İşte sanatçı olmanın en güzel tarafı bu, hiçbir zaman ölmüyorsunuz. Özellikle sinemanın böyle bir tarafı var.

- Daha sonra yönetmeniniz de oluyor...

Evet, Arzu Film ekolünden geldiği için biraz sert bir yönetmendi. Sinemanın matematiğini çözmüştü ve çok rahat yönetmenlik yaptı.

- Kızar mıydı sette, disiplini nasıl sağlardı?

Evet sertti, o dönemin yönetmenleri öyledir ama. Tabii çok zor bir şey o kadar oyuncuyu idare etmek, şimdiki gibi değil. O zaman negatif çok pahalıydı, ve çok tekrar yapılmıyor. 2-3 tekrar yaptıran oyuncuya cebinden para harcıyor gibi bakarlardı. Biraz tabii sesi yükselirdi setin içinde, çünkü sorumlulukları fazlaydı. Ne kadar az film harcarsan o kadar iyiydi. Şu anda tabii her şey daha kolay.

- En güzel filmler de o dönemlerde çıktı.

Çok. Ben sinemayı çok erken bıraktım. 80 döneminde. Türkiye’nin karanlık günleriydi. Arkadaşlarım çok acılar çektiler. Sinema başka bir yere evrildi, seks filmleri, arabesk filmler başladı. O filmlerde kendime yer bulamadım.

- Şimdi de çok seçici davranıyorsunuz. En son Kırmızı Oda’da izledik sizi, Nurcihan’ı canlandırdınız, çocukluğu sevgisiz geçmiş biri...

Benim açımdan çok keyifliydi. Annesi ve babasının baskısı altında bir çocukluk yaşamış biriydi Nurcihan. Bakıcısını çok seviyor, annesi onu  kovuyor ve bütün hayatının akışı değişiyor. Kendini hiç kimseyi sevmemek üzerine şartlıyor. Çünkü sevince kaybetme duygusunu yaşamak istemiyor. Kendini kapatıyor. Evliliğinde de çok mutlu bir kadın değil. Aldatılınca bile bunu büyük bir hoşgörüyle karşılayan bir yanını geliştiriyor. Herkesle bir mesafesi var, eşiyle, oğluyla, geliniyle... Çocukluğunuzda yaşadığınız hayatınızın her tarafına sirayet ediyor.

- Mesafeli görünme duygusu biraz da kendini koruma çabası...

Aslında ben de öyleyim, hele çocukluğumda çok daha çekingen ve dışavurumu çok az olan bir çocuktum, daha sonraki yaşantımda da öyleydim. Şimdi şimdi biraz daha açıldım. Yine mesafeliyim ama insanlara daha açık bir tarafımı göstermekten rahatsız olmuyorum eskisi kadar.

- Nasıl aştınız peki? Oyunculukla çekingenlik pek iç içe kavramlar değil sanki...

Aslında tam tersi. Dünya sinemasına da baktığınızda bütün starların bir içe kapanık tarafı var. Al Pacino’nun kitabını okumuştum. Marlon Brando da öyle. Hepsi içe kapalı insanlar. Çünkü oyunculukla açıyorsunuz kendinizi, bütün mahremiyetinizi. O kadar kapalısın ve kendine saklamışşın ki hayatı... Oyunculuk tam bunu en iyi gösterebileceğin alan oluyor, çünkü oradaki sen değilsin ve herşeyi yapabiliyorsun. Bütün duygularını sergileyebiliyorsun. Oyunculuğa yardım eden bir şey aslında içe kapanıklık. Kemal Sunal da içe kapanıktır, hiç göründüğü gibi değildir.

- Psikoloji dizileri çok tuttu değil mi?

İnsanların ihtiyacı varmış, kendi hikâyelerini başkalarının ağzından dinliyor olmak galiba insanları rahatlattı. Yardım almanın kötü bir şey olmadığını anlattı insanlara. Psikiyatra gittiğinde deli doktoruna mı gittin derler ya, aslında zaten doktora gidenler, yardım isteyenler çok daha normal insanlar. Bizi hasta eden insanlar ise yardım kabul etmiyorlar. Gerçek hastalar dışarıda, biz yardım almaya çalışıyoruz hayatımızı düzeltmek için. Bu dizilerin böyle bir katkısı olur umarım.

- Biraz önce insanlara nefret pompalanıyor dediniz ya, nasıl oluyor bunun yansıması?

Her yerde görüyorsunuz, insanlar saygısız, sınırları yok, herkes herkesin hayatına karışıyor. Şunu giydin, bunu giydin. Cepheleşme yaratıldı son yıllarda. Her şey maddiyata dönük, insan ilişkileri de böyle kaldı.

- Kadına şiddetin artması da bunun yansıması mı sizce?

Erkek deyince bir tüyleri ürperir oldu kadınların. Kadının ayrılma lüksü yok Türkiye’de. Ayrılabilmek bir lüks haline geldi. Özellikle erkeklerin yardıma ihtiyacı var, biliyorsunuz bu doktor olaylarına da erkekler hiç yanaşmıyorlar, gerçekten ihtiyaçları var erkeklerin.

- Erkekler çağa ayak uyduramıyor mu?

Kadının sahibi sayıyorlar kendilerini. Son nesilde daha çok yaygınlaştı bu. Yeni yetişen erkek modelini bir türlü çözemiyorum.

- Kadının güçlenmesinden mi korkuyor erkekler?

Kadının gücünü biliyorlar aslında, o gücün ortaya çıkması tabii ki onları korkutuyor. Kadın çok güçlü bir canlı.

- Erkekleri de yetiştiren sonuçta kadınlar değil mi?

Türkiye’de erkek çocuk sevdası ne yazık ki mevcut. Evet erkek çocuklarını biz yetiştiriyoruz ama kadınlar da son dönemde Türkiye’de çok sevgisiz kaldıkları için kendi evlerinde, hep ikinci sınıf muamelesi gördükleri için, tek sözlerini geçirebildikleri kendi çocukları oluyor. Erkek çocuk sahibi olan kadınların psikolojileri de ayrı bir olay. “Dokunulmaz” birini büyütüyorsun. O kadınlar da acımasızca çocuklarını büyütüyorlar. Bir kısırdöngü bu, ayrı bir dram bence. Kadın gücünü erkek çocuk üstünde gösteriyor.

- İstanbul Sözleşmesi resmen yürürlükten kalktı. Bir kadın olarak ne hissetiniz?

Bir kadın olarak çok can acıtıcı buldum. Gerekçeleri de çok can sıkıcı. Açıkta kaldı kadınlar. Kızgınım.

- Peki Elmalı? Çok canınız yandı mı bir anne olarak?

Çok can yakıcı. Türkiye’de ben taciz edilmeyen bir kadın ya da kız çocuğu olduna inanmıyorum. Mutlaka başına, en azından bir kere, ya yakınlarından ya da arkadaş sandığı gruplardan gelmiştir. Türkiye’de kız çocuğu ve kadın olmak çok ağır.

- Çocukluğunuzdan beri “hasta” Beşiktaşlısınız. Kulübün Divan Kurulu üyesisiniz. Babanız da Beşiktaşlı.

Dediğim gibi çok içe kapanık bir çocuktum, öyle sokaklara çıkıp oyun falan oynamazdım. Radyodan maç dinlerdik, canlı anlatımlarla. Bütün maçları dinlerdim, erkek kardeşimle birlikte futbolcu kartı biriktitirdim. Futbolu çok seviyorum, fanatik Beşiktaşlıyım ama futbolun kendisini seviyorum ben. Özellikle stadyumda maç izlerken içini dökebiliyorsun, bağırıyorsun, hakeme kızıyorsun, futbolcuya kızıyorsun...

- İçinizden bambaşka bir Itır mı çıkıyor maç izlerken?

Orada başka bir karaktere bürünüyorum, içimde bir holigan var. Acaba diyorum önceki yaşamımda İngiliz falan mıydım? O kadar ateşliyim. Şimdi Avrupa kupasını izliyorum, mutlaka bir takımı tutarım, bir tarafı tutmadan izlemiyorum. Avrupa’ya gittiğimde mutlaka forma alırım, koleksiyonum var. Kadınlar gider ayakkabı alır, ben forma peşine düşüyorum.

- Siz maç izlerken yanınızdan kaçıyorlar mı?

Kaçıyorlar, eskiden daha fenaydım. Çocuklar saklanıyordu benden. Şimdi o kadar değil. Hatta şampiyon olduğumuz gece setim vardı. Galatasaray’la bir ara 1-1 oldu durum. Bayağı bir çarpıntım tuttu sette. Dizi setlerinde çok Beşiktaşlı var. O yüzden çok mutluyum.

- Totemleriniz de vardır...

Çok var. Bazen kapatırım, bakmam. Sonra tekrar açarım. Son zamanlara kadar uğursuz sayarım bazı insanları, eve sokmam. Gelmeyin derim, konuşturmam. Bayağı bir totetim vardır.

- Sergen Yalçın’ı da çok seviyorsunuz... Takımın başına geldiğinde çok desteklemiştiniz.

Bu sene bir anlaşamama gibi oldu, neyse sonunda anlaştılar. Sergen futbol zekâsı çok yüksek olan biri. Oyuncuyken de öyleydi. İlk maçını izlemiştim Sergen’in, ufacıktı, 17 yaşındaydı. O kadar zayıftı ki, ama o gün bile top sanki gidiyordu onun ayağına yapışıyordu. O kadar futbol topuyla arası iyiydi. Nadirdir bu çok. Maradona da öyleydi. Bazı futbolcuların top alağına gidiyor. Sergen de öyleydi. Çok mutluyum takımın başında olduğu için.

- Beşiktaş’ın kadın futbol takımı da şampiyon oldu, tekrar tebrikler. Basında kadın futbolu az mı yer alıyor?

Cinsiyetçi bir yaklaşım olarak görmek istemiyorum ama biraz destek olması gerekiyor federasyonun ve kulüplerin de. Mesela 20.00’da atıyorum Beşiktaş-Galatasaray maçı var. Kadınların maçını aynı gün daha erken saatte oynatsalar hem taraftardan yoksun kalmaz kadın takımlarımız. Bir planlama yapmak gerekiyor. Daha çok taraftar bulacağına da inanıyorum ben.

- Yılın en iyi teknik direktörü ödülü, Beşiktaş’ın kadın takımını şampiyonluğa taşıyan Hatice Bahar Özgüvenç’e değil de ikinci olan takımın üstelik de şiddet nedeniyle ceza alan teknik direktörüne verildi. Ne düşünüyorsunuz?

Bunu düşünmek bile istemiyorum. Kimseyi zan altında bırakmak istemem ama, antrenörü, özellikle erkekse çok dikkatle izlemek gerekiyor. Bu, yılın teknik direktörü olayını duymak bile istemiyorum. Bu kadar, erkeklerin egemen olduğu bir dünyada yaşamak çok zor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler