İtalya’ya karşı önlemler

İtalya’nın 1939’da Arnavutluk’u işgalinden sonra Mussolini, Türkiye’yi de hedefine koydu. Türkiye tehlikenin farkındaydı. Yeni ittifaklarla savunma hattı oluşturmaya çalışıyordu. Altan Öymen, savaş rüzgarlarının estiği yılları anlattı.

İtalya’ya karşı önlemler
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 11.12.2018 - 11:49

MİYASE İLKNUR: Kaldığımız yerden devam edelim. 1938’in Mart ayında, Almanya Avusturya’yı işgal edip kendi topraklarına kattı. Bunu, bir referandum yoluyla Avusturya halkı da onaylamış oldu. Fakat onun hemen arkasından Türkiye’yi doğrudan doğruya ilgilendiren bir gelişme oldu. 7 Nisan 1939 günü, İtalya Arnavutluk’a saldırdı. Kısa askeri harekâttan sonra Arnavutluk Kralı Zogo ülkesini terk etti ve İtalya’nın “Duçe”si Mussolini Arnavutluk’un artık İtalya’ya katıldığını açıkladı. Bu, Türkiye için alarm zillerinin çalması demekti.

ALTAN ÖYMEN: Evet, gerçi Türkiye, İtalyan tehlikesinin giderek arttığını daha önceden fark etmişti. İtalyanlar da bunun aksini iddia etmiyorlardı. Tam tersine, radyolarından, gazetelerinden Türkiye’yi tahrik eden yayınlar da yapıyorlardı. Türkiye’nin gazetelerinden, gazetecilerinden de onlara karşı tepkiler yükseliyordu. Mussolini’nin iddiası açıktı:

Kendisini Roma İmparatorları’nın varisi olarak görüyordu. Ve Romalılar zamanındaki Akdeniz, bir Roma denizi olarak bilinirmiş ya, o da bu denizin her köşesine hâkim olan, hatta Afrika içlerine uzanan bir imparatorluk kurmak merakındaydı. O yolda da, malum bazı adımlar atmıştı.

İtalya’nın Mussolini’den önce işgal ettiği Trablusgarp (sonraki Libya) gibi, Ege’deki 12 ada gibi toprakların yanında, Afrika’da da “İtalyan Somalisi” de vardı. Mussolini onlara ek olarak 1935-1936 yıllarında da, adı o zaman Habeşistan olan – Etiyopya’yı- işgal etmişti. Sonra Akdeniz’deki alanını genişletmeye yönelmişti. Arnavutluk’u işgal ettikten sonra ise yolu artık Yunanistan’a açılıyordu. Belli ki, Yunanistan’ı da işgal edebilirse, sıranın Türkiye’ye gelebileceğini hesaplıyordu.

Arnavutluk’un İtalyanlar tarafından işgali, bütün Türk gazetelerinin manşetindeydi. Cumhuriyet başyazarı Yunus Nadi, “Avrupa siyaset gemisinin, milletlerin sersemlikleri içinde “orsa boca ilerlemesi” diye yorumluyor.

M.İ.: Türkiye de, tabii, bu tehlikeye karşı önlem almaya başlamıştı.

A.Ö.: Tabii. O önlemleri, daha öncesinden almaya başlamıştı. Çünkü belliydi o tehlike. Mussolini de iddialarını gizlemeye gerek görmüyordu. O yüzdendir ki, Türkiye, Avrupa’daki cepheleşmede, İngilizler ve Fransızlarla görüşmelere başlamıştı.

Bunu İngilizler ve Fransızlar da istiyordu. Amaç, Avrupa’da bir savaş tehlikesi karşısında yardımlaşmayı sağlamaktı.

O konuda Türkiye ile İngiltere arasındaki görüşmeler, İtalya’nın yeni hamlesi karşısında daha hızlandı. Fransızlarla ilgili görüşmelerde ise, Türkiye, önce Hatay sorunundaki son pürüzlerin giderilmesini şart koşuyordu. Hatay sorunu, artık çözüm yoluna girmişti. Ama Türkiye o konuda kesin hedefe varılmasını bekliyordu. O hedef, Hatay’ın Türkiye’ye resmen katılması için her türlü işlemin tamamlanmasıydı.

Türkiye ile İngiltere arasında ise öyle bir sorun yoktu. İngiltere, bir yandan Fransa’yı Hatay’la ilgili olarak elini çabuk tutmaya teşvik ederken, bir yandan da şöyle bir teklifte bulundu: Teklifin özeti şuydu:

“Önce, iki ülke olarak biz bir protokol metni hazırlayalım. Bu metin Fransızların da imzalayabileceği bir metin olsun. Biz İngiltere ve Türkiye olarak bunu imzalayalım, Hatay konusunda uzlaşmaya varırsanız, aynı metni Fransızlarla görüşüp ikiniz birden imzalayabilirsiniz. O protokol de yürürlüğe girer. Sonra bunları üçlü bir antlaşma haline getirebiliriz. Bir savaş haline karşı müttefik olarak askeri önlemlerimizi almaya başlarız.”

İngiltere ve Fransa’nın Türkiye ile böyle bir işbirliğine girmesini istemeleri, Almanya ve İtalya’ya karşı tasarladıkları kuşatma planlarına uygundu.

Akdeniz’de kıyısı olan devletlerden Yunanistan’a İngilizler garanti vermişlerdi. Eğer Yunanistan bir saldırıya uğrarsa İngiltere Yunanistan’a tek taraflı olarak yardım etme yükümlülüğünü üstlenmişti.

İngiltere’nin saldırıya uğraması halinde Yunanistan’ın öyle bir yükümlülüğü olmayacaktı. Sadece, savaşın gereklerine göre ülkesinde İngiliz askerlerinin görev yapmasını kabul edecekti. (Türkiye öyle bir garanti seçeneğini kabul etmeye razı değildi. Amacı, müttefikleriyle “karşılıklı yardım” esasına dayalı “eşitlik” içinde bir işbirliğine girmekti.)

Hitler ve Mussolini... Avrupa’nın iki işgalci lideri.

Rusya ne yapacak?

İngilizler ve Fransızlar, Almanlar ve İtalya’yı kuşatma projesinin daha sonraki unsuru olarak Rusya’yı (o zamanki adıyla Sovyetler Birliği’ni) görüyorlardı. Savaşın genişlemesi halinde Sovyetler’in müttefiklerle birlikte hareket edeceğine kesin gözüyle bakıyorlardı. Çünkü, Sovyetler Birliği, özellikle Hitler’in iktidara geçmesinden sonra, Almanya’nın doğal “yayılma hedefleri”nden bir ihaline gelmişti.

Hitler, bunu, daha iktidara gelmeden önce de, hem iç politikasında, ülkesinin legal partilerinden biri olan Komünist Partisi’ne saldırılarıyla göstermişti, hem de Almanya’ya “hayat sahası” belirlemek üzere yaptığı açıklamalarda, o “hayat sahası”nın Almanya’nın doğusunda olduğunu belirtmişti. Ayrıca ideolojik olarak da “komünizm”i tüm dünya için en büyük tehlikelerden biri olarak görüyordu. (En büyük tehlike olarak gördüğü öteki topluluk ise, malum, Yahudilerdi.) Hitler, iktidara geldikten sonra da, ülkesindeki aktif komünistlerin büyük bir kısmını toplama kamplarına sokmuş, büyük bir kısmını da Almanya’dan çıkmak zorunda bırakmıştı.

Almanya’daki komünistler gibi Sovyetler Birliği’ni yönetenler de, tabii, o durumun bilincindeydiler. Onlar da, Almanya’ya, İtalya’ya hâkim olan Nazizmi-faşizmi, gerek kendi ülkeleri, gerek tüm dünya için en büyük tehlikelerden biri olarak görüyorlardı.

Bu açıdan, İngiliz politikacıları dahil, dünyanın çeşitli ülkelerinden bakıp, Avrupa’daki olayları izleyen her gözlemcinin tahmini aynı yöndeydi: Avrupa’da bir savaş çıkması halinde, Sovyetler Birliği’nin yeri Almanya’nın karşıtı olan müttefikler cephesinde olabilirdi. Sovyet yöneticileri bir savaş karşısında, resmen tarafsız kalmayı tercih etseler bile, temennilerinin otomatik olarak Hitler’in yenilmesinden yana olması gerekirdi.

Dünya kamuoyundaki tahminler hep o yöndeydi. Kaldı ki, tahminler bir yana, İngiltere ve Fransa ile Sovyetler Birliği arasında artık, Almanya’ya karşı bir savunma antlaşmasını, hedef alan görüşmeler, üç ülkenin diplomatları arasında başlamıştı. Hatta diplomatlar bir yana, üç ülkenin askeri heyetleri de, zaman zaman bir araya geliyor, bir savaş sırasında “mihver defletleri”ne karşı, nasıl bir savunma sistemi kurabilecekleri konusunda görüş alışverişi yapıyorlardı.

 

Türk-Sovyet ilişkileri

Bu temaslar, görüşmeler, tabii, Türkiye tarafından da ana hatlarıyla biliniyordu. Rusya, Türkiye’nin 1920’lerden beri en yakın ilişkiler içinde olduğu ülkelerden biriydi. Bu, aralarında yapılmış antlaşmalar açısından da öyleydi. O antlaşmaların pratikteki işleyişi açısından da ... Türkiye, İngiltere ve Fransa ile işbirliği görüşmelerine başlarken, Sovyetler Birliği’ne, o konuda, daha önceden bilgi vermişti. Sovyetler Birliği Dışişleri Komiseri Yardımcısı Potemkin’in bir Türkiye ziyaretinde, bu konu enine boyuna konuşulmuş ve Sovyetler Birliği’nin gelişme karşısında olumsuz bir görüş taşımadığı anlaşılmıştı

(Zaten Türkiye ile Sovyetler Birliği’nin başka ülkelerle yapacakları antlaşmaları, birbirlerine daha önceden bildirmeleri, aralarında tarafsızlık ve saldırmazlık antlaşmasının da gereğiydi.) Bu koşullar altında, Türkiye’nin de İngilizler ve Fransızlarla yapacağı işbirliğine Sovyetler’in katılmasını beklemesi doğaldı.

 

Saracoğlu-Hugessen görüşmeleri

Türkiye’nin o zamanki Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu, İngiltere’nin Ankara’daki büyükelçisi Knatcbull Hugessen arasında sürdürülüyordu. Büyükelçi Hugessen görevinden ayrıldıktan sonra yazdığı anılarda, o görüşmelerin ayrıntılarını da anlatır. Sovyetler’in tutumu üzerinde tahminlerde bulunmak, tabii, o görüşmelerin de gündeminde yer alıyordu.

Hugessen, anılarında, Saracoğlu ile gizli olarak sürdürdüğü ilişkilerin nasıl gerçekleştirildiğini anlatır. Belirttiğine göre, kendisi de, Saracoğlu da, bunların özellikle Almanlar tarafından duyulmamasını tercih ederlermiş. Çünkü, Almanya, o sırada bir süreden beri maslahatgüzarla yönetilen Ankara’daki büyükelçiliğine o sırada öyle bir büyükelçi tayin etmişti ki, şöhreti dünya çapındaydı: Franz von Papen. Bulunduğu çevredeki ikna gücü çok yüksekmiş. Bunun Ankara’daki yetkilileri Almanya lehine etkilemesi ihtimali varmış.

İtalya, anavatanı dışında topraklar elde etmeye, 19’uncu yüzyılın sonunda başlamıştı. 1912’de 12 adayı, 1930’larda da Habeşistan’ı işgal etmişti. Arnavutluk’u da aldıktan sonraki hedefleri de Yunanistan ve Türkiye’ydi.

Ankara’da elçiler savaşı

M.İ.: O, Almanya’da başbakanlık da yapmıştı. Değil mi?

A.Ö.: Evet. Von Papen’in biyografisindeki satırbaşlarında şunlar vardı.

* Almanya’nın “Von” sıfatlı hayli zengin bir asilzade ve subay. Doğum yılı 1879, yani o sırada 60 yaşında. Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’ye gönderilen Alman subaylarından... Savaştan sonra Almanya’da muhafazakâr Merkez (Zentrum) Partisi’nin politikacısı. Hitler’in iktidara gelişinden önce başbakanlık da yaptı. Hitler’in ilk koalsiyon kabinesinde de başbakan yardımcısıydı. Ama 1933’te Nazilerin mutlak iktidarı başladıktan sonra, Hitler yönetimini bir konferansında eleştirdiği için “muhalif” sayıldı, takibata uğradı. Ve 30 Haziran 1934’teki ünlü katliam gecesinde öldürülmekten tesadüfen kurtuldu.

Fakat Hitler, onu devlet yönetiminde yeniden görevlendirdi. Roma Kilisesi’yle arasını düzeltmek üzere Vatikan’la görüşmeleri von Papen yürüttü. Kiliseyle anlaşmayı sağladı. Avusturya’nın ilhakından önce de Viyana büyükelçisiydi.

Bu zikzaklı maziden sonra, onun Hitler tarafından Türkiye’ye gönderilmesi, çeşitli yorumlara yol açtı. Kendisine Berlin’de verilen ilk görev, müttefikler safına geçmesi ihtimalinden söz edilen Türkiye’nin tarafsız kalmasını sağlamaktı.

Von Papen 23 Nisan 1939 günü kendisini Ankara’ya getiren yataklı tren vagonundan indiğinde, o konuda temaslarına hemen başladı. Fakat şunu da sezdi: İngiltere, Ankara’da Türkiye’yi ikna etmek için hayli mesafe almıştı. Türkiye’deki deyimiyle “atı alan Üsküdar’ı geçmek üzereydi.”

Hemen temaslarına başladı. Ve Cumhurbaşkanı İnönü’ye itimatnamesini sunma gününü erkene almayı sağladı. O günün ertesi günü için de uzun bir görüşme için randevu aldı.

Anılarında o ilk ziyareti anlattığı bölüm ilginç. İnönü’nün, Türkiye’nin Almanya’ya Papen aracılığıyla gönderdiği mesajları da içeriyor. Oradan aktarayım. Diyor ki Papen:

“Başkan (İnönü), uzun süren konuşmamızda bana, Almanya ile İtalya arasındaki dostluğun bu derece sıkı olması karşısında İtalyanların Arnavutluk’a saldırısının çok büyük bir endişe yarattığını söyledi. Benim barışçı niyetlerimize dair verdiğim teminatı büyük bir memnuniyetle karşıladığını, ancak bu gibi teminatın kâfi olmadığını bildirdi ve şunlara işaret etti: İtalya da, teminat üstüne teminat vermiş, ama tutumunu değiştirmemiştir. Ciano’nun (İtalyan Dışişleri Bakanı ve Mussolini’nin damadı) İtalya’nın Arnavutluk’ta büyük bir kuvvet tutacağını açıklaması, bu devletin saldırgan emellerini gösteriyor. Aslında bu küçücük memlekette mütevazı bir polis kuvveti bulundurmak bile kâfidir. Ayrıca İtalyanların tahkim ettikleri 12 Ada’daki tutumları da tahrik edicidir.

Başkan bu hususları belirttikten sonra sordu: “Almanya bu politikayı destekliyor mu?”

M.İ.: Von Papen’in İnönü’ye anlattıkları, “Kabahatin İtalya’da olduğu”nu belirtmek için. Almanlara “Bizim sizinle bir derdimiz yok” mesajını veriyor.

A.Ö.: Tabii, ama, Almanya’ya da diyor ki: “Siz de o ülkeyle işbirliği içindesiniz. İtalya, bu tutumu, bu agresif politikayı size güvendiği için sürdürebiliyor.”

Von Papen asıl o mesajı alıyor. Berlin’deki Dışişleri Bakanı Joachim von Ribbentrop’a derhal şifreli bir telsiz yazısı gönderiyor. İnönü’nün açıklamalarını bildiriyor ve bir öneri yapıyor. Özeti şu:

“Türkiye’nin, İtalya’ya duyduğu güvensizliği aşabilmesi için İtalya’nın mutlaka bir jest yapması gerekir. Benim önerim, bizim İtalya’ya şöyle bir telkin yapmamızdır: İtalya, Türkiye’yle arasını düzeltmek için, ona sahibi olduğu adalardan (12 adadan) bir-ikisini iade etmelidir. İtalya, o adaları Türklerden almıştır. Bir-ikisini geri vermekle bir şey kaybetmez.” İtalya’ya karşı önlemler 2 İtalya, anavatanı dışında topraklar elde etmeye, 19’uncu yüzyılın sonunda başlamıştı. 1912’de 12 adayı, 1930’larda da Habeşistan’ı işgal etmişti. Arnavutluk’u da aldıktan sonraki hedefleri de Yunanistan ve Türkiye’ydi. Şükrü Saracoğlu Hugessen Arnavutluk Kralı Zogo Franz Von Papen Arnavutluk’un İtalyanlar tarafından işgali, bütün Türk gazetelerinin manşetindeydi. Cumhuriyet başyazarı Yunus Nadi, “Avrupa siyaset gemisinin, milletlerin sersemlikleri içinde “orsa boca ilerlemesi” diye yorumluyor. Hitler ve Mussolini... Avrupa’nın iki işgalci lideri.

YARIN: Mussoli’nin cevabı

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler