“İstanbul’da Kedi” ve Gündüz Vassaf
Gündüz Vassaf “İstanbul’da Kedi”de destansı bir metin ve mizahi bir dille kendine özgü bir yaşayışa sahip kedilerin, geçmişten bugüne nasıl ulaştığını anlatıyor. Öte yandan kitap, insanın değerini sorgularken kedinin gözünden nasıl göründüğümüzü de resmediyor.
‘Kediler şiir yazar’
Yeryüzünde insanoğluyla ilişki kuran pek az hayvan var ki kedi kadar şöhretli olsun. İnsanın en iyi anladığını sandığı fakat her defasında tatlı bir hüsrana uğradığı bir ilişki bu. Dünyayı kedi gözünden görmek ne kadar mümkün orası tartışmalı ama kedi için yazılanın, söylenenin ve ona yakıştırılan sıfatların haddi hesabı yok. Bazen Tanrı’dan çok Tanrı, bazen hepimiz gibi. Her iki anda da kendine özgü, muzip, büyüleyici, sıradan ve şaşırtıcı. Belki bunların toplamı yüzünden kendinden emin ve hiçbir şeyden çekinmeden bin yıllardır yanımızda duruyor, uzağa kaçıyor ve ayağımıza dolanıyor.
Kedinin dilini anlamak ve onun gibi konuşmak zor. Sadece büyük bir saygı göstergesi şeklinde kedi tarihine dipnotlar düşülüyor. Gündüz Vassaf’ın İstanbul’da Kedi şiir-romanını bu gözle okumalı; kedi tarihine iliştirilen dipnotlardan biri olarak.
ZORLU BİR BİLMECE
Sokrates’in “Kendini tanı” buyruğu neden “Kediyi tanı” diye değiştirilmesin? Kendini bilen bu dostlar, bize benliğini ne kadar açıyor? Elbette kendi istediği kadar, eşref saati geldikçe. “Her dilden anlayan” kedinin böyle bir ağırlığı olsun zaten, Vassaf’ın başlangıç noktası da bu.
“Bize her göz kırptıklarında, gözlerimizi kaçırdığımız, kediler”in “üstüne” giden bir tür destan İstanbul’da Kedi. Kendini Tanrı olarak gören, insanın mı onunla yoksa onun mu insanla oynadığı belli olmayan kedi, tam da o eşref saatini anlatırcasına önümüzde beliriyor. Sahipsiz ve bundan gayet memnun biçimde salınıyor. Vassaf’ın dediği gibi “destansa köpeklerin kahramanlıkları, kediler şiir yazar.” Yani insana bir çeşit “had bildirme” ve zorlu bir bilmece. Nuh’un Gemisi’ne girmese de insanın kibrine diz çöktüren yine kedi.
Oradan oraya giden, götürülüp kaçırılan kedinin destansı tarihi, biraz da insanın geçmişi. Kovalamaca ve sükûnetin, savaşlar ve kopuşların da: Tacirin elinde mal, halkını kandırmak isteyenin yanı başında Tanrı. “Astıklarına tapan, taptıklarını asan” insanoğlunun hallerinin biricik tanığı aynı zamanda. O tanıklığı okurken Vassaf’ın şiir-romanından rahatlıkla bir soru devşirebiliriz: Kediye bencil etiketini yapıştıran insana ne demeli?
Kara kedinin uğradığı haksızlık da gemiye alınmadığı gibi kitaba da yazılmayan veya dedikodusu yapılıp kutsal mekânlardan kovulan kedi de bize “tarih kabızı” oluşumuzu gösterir gibi sağımızda solumuzda. Vassaf’ın kedileri, uygarlığın kepazeliğini her seferinde yüzümüze vura vura anlatıyor.
Herodotos’un şahitliği ve Megaralı Byzas’ın kedileri kentine yerleştirmesi, konunun diğer tarafı. Yani madalyonun öbür yüzü. İstanbul’a gelen ve kentin gizli simgesine dönüşen kediler, “Avrupa’da şehir yokken” bu kentin sakiniydi. Hangi sokağa girsek hangi mahallede dolaşsak orayı mesken bellemiş bir kedi bizi karşılıyor. İstanbul’u İstanbul yapan biraz da bu. Beri yandan yıkımın ya da “büyük çılgınlıkların” da gözlemcisi.
Vassaf, İstanbul kedilerini adeta şehrin dört bir yanındaki kulelere yerleştirmiş. Her şeyi denetleyen, bilen ve anlatan koca bir topluluk. Nöbeti arkadaşlarına devretseler de sanki ilk günden beri oralardan hiç ayrılmamışlar.
“KEDİ DEDİĞİN ŞEHRİN KENDİSİDİR”
Sevenleri kadar kedi fobisi yüzünden ortalığı kasıp kavuranlar yok mu? Mesela Napoléon, Sezar, Abdülhamid, Cengiz Han, Mussolini ve Hitler. Vassaf’ın metninde, yeryüzündeki bütün soydaşlarıyla beraber İstanbul kedileri onları da izliyor. Öbür taraftan bilindik hikâye tekrarlanıyor: “İstanbul’da adettir, kedi dediğin şehrin kendisidir.” Elbette haklı bir gururla ve bilge bir sessizlikle şehri gezerken bambaşka bir şey daha anlatmaya uğraşıyorlar: “Biz kediler sustukça, insanlar tarihlerine kanar.”
Aristoteles’in “şehvet düşkünü” dediği kedi, Descartes ve Aquinolu Thomas için “ruhsuz”, Augustinus içinse “acıyı duymayan” bir yaratık. Oysa Vassaf’ın sıraladığı belgelerle beraber kedilerin tanıklığındaki geçmiş, kimin ruhsuz, kimin acıya duyarsız ve şehvet düşkünü olduğunu gösteriyor.
Vassaf’ın metni, bir kedi yürüyüşü gibi hafif ve sağlam adımlar atıyor. Soysuzların kediye sığınıp soylulaşma çabasından tutun da onları teşhir eden kedilerin bıyık altından gülüşüne varana kadar anlatımı şenlendiren birçok satır mevcut. Bunlar, kedinin şiiri olduğu gibi arada onların şarkısı olarak da karşımıza çıkıyor.
İnsanın kendini övüp göklere çıkarması karşısında, kedinin sessiz şiiri biraz gözümüzü açar belki, kim bilir. “Dünyayı kavrayamayacak kibrimizi” yontabilir. Vassaf’ın metnini bir de buradan bakarak okumak lazım.
alibulunmaz@cumhuriyet.com.tr
İstanbul’da Kedi/ Gündüz Vassaf/ Yapı Kredi Yayınları/ 298 s.
En Çok Okunan Haberler
- 9 sayfalık not bırakmışlar
- İzmir’de 13 yaşındaki çocuk AIDS nedeniyle öldü
- Ayşe’yi siz öldürdünüz!
- Mansur Yavaş'tan ilk açıklama!
- 'Erdoğan dönemi artık kapandı'
- AKP’li üyeler bütçe oturumunu terk etti
- Mansur Yavaş'tan jet yanıt!
- İstanbul'da metro yangını
- İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne soruşturma!
- 5 çocuğunu kaybeden anne yalanladı