İsmail Küçükkaya: ‘AKP, sağ kesimi artık konsolide edemiyor!’

Ülkedeki ilk medya operasyonlarından mevcut iktidarın yıllar içindeki dönüşümüne; yüksek tansiyonlu seçim gecelerinden The Marmara olayına; yeterince anlaşılamamış bir Atatürk’ten Ayasofya’nın ibadete açılmasına, “Adam Kazandı” olayından iktidar ve muhalefet adaylarının yıllar sonra bir araya geldiği ilk açıkoturuma; Fatih Portakal’ın emekliye ayrılma kararından medya, iktidar, kadın cinayetleri, yoksulluk ve Z kuşağının iktidar algısına dek uzanan ve Türkiye’nin son yirmi yılına damgasını vuran olaylar, sadece kamuya karşı sorumluluk duyan ve haberi değer kabul eden gazeteci ve yazar İsmail Küçükkaya’nın kaleminden toplumsal hafızaya not düşülüyor.

İsmail Küçükkaya: ‘AKP, sağ kesimi artık konsolide edemiyor!’
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 25.05.2021 - 00:05

Fotoğraflar: VEDAT ARIK

‘TEK ANGAJMANIM ATATÜRK VE CUMHURİYET’

- Kitabın ismiyle başlayalım... Neden bu ismi seçtiniz?

Hayatımla, yol hikâyemle birebir örtüşüyor. Tam olarak beni yansıtan o. Atatürkçü olmak fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür olmak demek. Hiçbir kişiye, tarikata, cemaate bağlı olmadan, zihnini kimseye emanet etmeden, angaje olmadan özgür bireyler olmak demek. Atamıza olan borcumuz bu. Tüm çabam, sadece birey olarak değil gazeteciliğimin de buna uygun olması.

- Benimsediğiniz ilkeleri yorumlayışınızı, nasıl yaşama geçirdiğinizi anlatır mısınız?

Herhangi bir siyasi partiye herhangi bir siyasi ideolojiye angaje değilim. Tek angajmanım Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyet’in değerleri. Partilerin, iktidarların gelip geçici olduğunu bilirim o nedenle bizi bir arada tutan şemsiyenin Atatürk’ün Aydınlanmacı bakışı olduğuna yürekten inanırım. Beni en iyi tanımlayan Atatürkçü olmaktır. Atatürkçülük sürekli kendini sorgulamadır, sürekli özeleştiri yapmaktır. Kendini geliştirmektir, çakılıp kalmak değildir. Ben de bu konuda kendimi daha da geliştirmeye ve Atatürk’ün bizlerden beklentilerini karşılamaya çalışıyorum.

‘ATATÜRKÇÜLER KENDİNİ GÜNCELLEYEMEDİ’

- Kitapta “Atatürkçüler kendini yeterince güncelleyemedi” diye bir ifadeniz var.

Evet, buna inanıyorum. Zihnim şöyle çalışıyor; Atatürk bugün yaşasa ne düşünürdü, ne yapardı ya da ne yapmazdı? Bugün yaşasa ve bizleri görse ne derdi? O’na karşı mahcup olmalıyız diye düşünüyorum. Çünkü bize bıraktığı emaneti ve mirası yeterince iyi koruyamadık. Korumanın yanı sıra geliştirmemiz de gerekiyordu.

Atatürk o günlerde, o koşullarda bir Cumhuriyet kurdu. Ve o Cumhuriyet’i yüzüncü yıla gireceğimiz bu eşikte görüyoruz ki; hukukla, demokrasiyle tam olarak taçlandıramadık. Atatürk tüm bu kazanımları bize toplumsal bir talep olmadan verdi meselâ kadın haklarını çok önemsedi ve büyük bir vizyonla yaşama geçirdi O tarihte böyle bir toplumsal talep yokken üstelik... Oysa toplumsal talep olsaydı ve Atatürk de bu devrimleri yapmış olsaydı o zaman kıymet bilinirdi.

Son yirmi yılda özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarında bu kazanımların kaybedilebileceğine dair haklı bir endişe ortaya çıktı. Bu kazanımların erozyona uğrayabileceğine dair ihtimaller ortaya çıktı. Ve geniş kitlelerde yeniden Atatürk’e ilişkin bir ilgi ve merak oluşmaya başladı. Çünkü bundan yüz yıl önce toplumsal talep yokken verilen o hakların bunca zaman sonra aşınma ihtimali bile kadınlar başta olmak insanları korkuttu.

Bence bugün Atatürkçülük gelişiyor, büyüyor, kök salıyor. Bu defa toplumsal talep var!

‘SEVGİ VE ÖZGÜVEN HER ŞEYİN ÜSTESİNDEN GELİR’

- Fikri Hür Vicdanı Hür otobiyografik yönler de içeriyor. Meslek yaşamınızın yanı sıra ailenize de yer veriyorsunuz. Nasıl bir aile ortamında yetiştiniz?

Yoksul ama anne ile baba arasında ve kardeşler arasında dayanışmanın olduğu, hayatın zorluklarını beraber göğüs gererek, dayanışma içinde çözmenin mümkün olduğunu bilen bir aileydik. Ailemizin en önemsediğim yanlarından biri de anne ve babamın çocuklarına özgüven aşılamasıydı. Sen yapabilirsin şeklindeki yaklaşımlarını çok önemsiyorum. Maddi imkansızlıklar olsa da özgüven ve sevgi aşılamanın her şeyin üstesinden geldiğini bilirim.

Peki, yoksul bir ailenin çocuğu kendisini nasıl kurtaracak? Şunu bilirdik: Okuman gerekiyor! Okuyacaksın ve kendini kurtaracaksın. Okuyan bir insan sadece kendisini değil, ailesini, semtini, kentini hatta Atatürk gibi yurdunu kurtarabilir, dünyayı değiştirebilir. Aile köklerimden aldığım sevgi ve özgüvenin beni geleceğe sağlam hazırladığını düşünüyorum.

‘KRİZLER ÇAĞINI VE ÇIKIŞ YOLLARINI YAZMAYA ÇALIŞTIM’

- Tanıklıklarınızı yazıyorsunuz kitabın aslan payında. Ve krizlere odaklanıyorsunuz. Malum krizi bol bir ülkeyiz.

Kesinlikle, bu kitabı yazmamın ana fikri de budur; Ekonomik kriz, hukuk krizi, demokrasi krizi. Kurumların aşındığı, değerlerin dejenere olduğu bir dönem daha yüzleştiğimiz. Fakat çelişkili bir şekilde dünyanın da krizde olduğu, dünyada da işsizliğin, ekonomik adaletsizliklerin arttığı bir dönem bu. Tüm bunların üstüne küresel Covid 19 salgınının kasıp kavurduğu bir dönem.

Ta Özal döneminden başlayan çürüme ve mesafesizlik AKP döneminde de doruk noktasına ulaştı. Ben de bu krizler çağını yazmaya ve krizler çağından çıkış için çözüm önerilerini, düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Bu ekonomik, siyasi ve hukuki kriz dünyanın içinde bulunduğu krizle birleşince bizim medya yapılanmasını da nasıl etkilediğini meslek yaşamımın her aşamasında birebir gördüm. Bundan da hareketle muhabir olarak, Ankara Temsilcisi olarak, Genel Yayın Yönetmeni olarak çalışan, yazılı basından gelip televizyonda da sekiz yıldır habercilik yapmaya çalışan birisi olarak tanıklıklarımı yazmaya çalıştım.

- Çözüm önerilerinizi burada da paylaşır mısınız?

Bir defa çıkış noktası sayıları az da olsa bağımsız medya organlarındaki gazeteci arkadaşların ülkenin gerçeklerini ortaya koymaya devam etmesi ve toplumun bu kurumlara sahip çıkması. İşte yazılı basında çok az kaldı. Cumhuriyet Gazetesi gibi patronsuz kaç gazete var? Fox gibi patronsuz kaç kanal var? Bunu önemsiyorum çünkü benim patronum halktır. Cumhuriyet Gazetesi’nin patronu da halktır.

‘AKP, SAĞ KESİMİ ARTIK KONSOLİDE EDEMİYOR’

- Şu tespite katılır mısınız; hatırı sayılır “sayıda” bir kitle de yarattılar. AKP tarafından yaratılan değişik katmanlar var toplumun içinde. Medya da bundan payını alan alanların başında.

Bugüne kadar aslında çok fazla göze batmıyordu. Hükümetlere yakın olunabilir buna bir itirazım olmaz. Fakat son yıllarda yaşadığımız durum medya krizini de çok derinleştirdi. Ülkede işsizlik, yoksulluk, gelir dağıtımı adaletsizliği sorunu apaçık olduğu halde iktidar medyasında görev yapanlar görevlerini yerine getirmeyince halk medyadan koptu. Halk okuduğu gazetede ve izlediği kanalda kendi sorununu göremeyince uzaklaştı.

Böyle böyle basın ciddi kan kaybediyor. Aslında iktidar kendi bacağına kurşun sıkıyor. Çünkü algı operasyonlarıyla halkı çok uzun süre kandırmak mümkün değil. Uzun süre bunu yapabildiler çünkü ekonomide işler görece iyiydi. Dolayısıyla halk iktidarın yandaş medyası aracılığıyla sergilediği tiyatroyu izledi hatta zaman zaman alkış tuttu. Bir yerden sonra ise gerçekleri fark etmeye başladı.

İktidar zorda olduğu için kendi tabanını milliyetçilik üzerinden konsolide etmeye çalışıyor. İşte bir taraftan Libya’dayız, bir taraftan Doğu Akdeniz’deyiz, Suriye’deyiz, Karadeniz’deyiz. Pek çok yerde çatışma içindeyiz. Büyük olaylar yaşıyoruz, büyük çatışmalar içine giriyoruz ama bunların her birinin etkisi kısa süreli oluyor. Bütün bunlar milliyetçi kesimi konsolide etmeye yetmiyor.

‘TÜRKİYE’DE İKTİDAR ŞAHSİLEŞTİ!’

‘DEMOKRASİ İTTİFAKI ŞART!’

- Muhafazakâr kesimi konsolide etmeye de yetmiyor.

Etmiyor, işte Ayasofya! Ayasofya’nın etkisi bile üç, dört gün sürdü. Çünkü halkı ikna edecek ekonomik başarı yok. Halk milliyetçilik ve muhafazakârlık üzerinde konsolide edilebilir ama ne zaman? İşler yolunda giderken, ekonomi yolunda giderken...

Bu kitabı yazarken de felsefem şuydu; 2023’ü hedefliyorum! Bu kitabın ana fikri, hedefi budur! Neden fikri hür vicdanı hür? Çünkü Cumhuriyet’imizin 100’üncü yılına doğru gidiyoruz. On yıl önce İlber Ortaylı ile Cumhuriyet’in İlk Yüzyılı isimli bir kitap yaptım. Bu kitabım bir borç ödeme kitabı. Neyin borcu? Biz 100’üncü yılda ne yapacağız? 100’üncü yılda seçimler var. İktidar bu şekilde giderse Türkiye 100’üncü yıla iktidar değişimiyle girer. Bu kitapta da onu anlattım. Güçlü bir iktidarı demokratik seçimlerle değiştirebilmemiz gerekiyor.

En son 2019 yerel seçimlerinde çok farklı siyasal parti, kişi, kurum ve gruplar birlikte oldu. Ve demokrasiye sahip çıkarak özellikle tekrar seçiminden itibaren Türkiye demokratik umuda yeniden sarıldı. Çok güçlü bir iktidar var, bu iktidar devletin tüm gücü ve imkânlarını da kullanıyor. Eskiden hükümet vardı, devlet vardı. Türkiye’de iktidar artık şahsileşti.

‘ERKEN SEÇİM BEKLEMİYORUM’

Böyle bir yapıda demokrasiyle mücadele edebilmek için tabii örgütlü olmak, dayanışma içinde olmak gerekiyor. Yurttaşın da duyarlı olması gerekiyor, demokrasi ittifakı kurmak gerekiyor. Kitapta hep bunu anlatmaya çalıştım; 100’üncü yıla doğru giderken seçimler var -çok olağanüstü bir şey olmazsa erken seçim beklemiyorum-.

2023’te biz Türkiye’de demokrasinin yeniden yeşerdiğini, kurumların yeniden güç kazandığını görebiliriz. Bunun umudu nerede? En son yapılan yerel seçimlerde. Türkiye nüfusunun yüzde 65’ine yakınının yaşadığı büyük kentlerde belediye iktidarları değişti, bu unutulmamalı, bu önemli bir gösterge.

‘HALKIN NABZINI TUTMAYA ÇALIŞIYORUM’

- Mevcut şartların sizi nasıl bir gazeteci haline getirdiğini anlatır mısınız? Süreli siyasi haberler yaptığınızı fark etmek nasıl bir duygu bir süre sonra?

Bu önemli bir soru; 2008’de Akşam’ın yayın yönetmeni olduğumda Mustafa Balbay, Sedat Ergin, Ertuğrul Özkök başta çeşitli gazeteciler arayıp tebrik ettiler, tam da sizin söylediğiniz noktada tavsiyelerde bulundular. Hepsini göz önünde bulundurdum. Ankara gazeteciliği tabii siyasi bir gazeteciliğin önde olduğu bir gazetecilik ama hele ki yayın yönetmeni olduğunda siyaset, ekonomi, kültür, dünya, spor her şeyiyle ilgilenmen, gözden kaçırmaman gerekiyor. Ben de hep bunu yapmaya çalıştım.

Fox’taki 8’inci yılım. Dediğiniz gibi ilk başladığım yıllara kıyasla daha fazla siyasallaşmaya başladım evet. Şundan dolayı; sabahları nasıl bir Türkiye’ye uyandığınız sizin yapacaklarınızı belirliyor. Şimdi Türkiye’nin içinde bulunduğu durum sizi belli konularda tavır takınmaya zorluyor. Yapmanız gereken şey; halkın nabzını tutmak, kalp atışını hissetmek. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum.

- Fatih Portakal...

Bir kere saygı duyuyorum. Kendi özel kararı. Ailevi kararı. Kamuoyuna bir açıklama yaptı. Bizlere düşen ona inanmak ve ona gönlünce yaşayabileceği, sağlıklı bir ömür dilemek. Tabii ülkenin ikliminden soyut yaşamıyor, tweet atıyor, paylaşımlar yapıyor, görüşlerini paylaşıyor. Sonuçta bunca yılın gazetecisi.

‘BENİ SEVMEYEBİLİRLER AMA SAYGI DUYMALILAR’

- Kitapta gazetecilerin iktidarla ilişkilerini de anlatıyorsunuz günümüz medyasında. Hani Cumhurbaşkanı Erdoğan sizi neden sevsin? Özellikle sevmeme sebebi sadece muhalif olmanız değil, uçaktaki olaylar da var değil mi?

Aslında şöyle; gazeteci kendisini iktidarlara sevdirmek zorunda değil ama saygısını istemek zorunda. Ben Erdoğan’da, Kılıçdaroğlu’ndan da, Demirtaş’tan da, Bahçeli’den de, Akşener’den de saygıyı hak ettiğimi düşünüyorum. Beni sevmeyebilirler ama saygı duymalarını isterim. Çünkü sonuçta ülkesi için bir görev yapan bir gazeteciyim. İktidar tabii eleştiriden hoşlanmıyor.

İlk beş altı yılında öyle değildi ama artık şu noktaya geldi; “Biz bir savaşın ortasındayız, bir ölüm kalım mücadelesindeyiz ve bu mücadelede ya yanımızdasın ya karşımızdasın” demeye başladılar. Oysa bağımsız ve tarafsız gazeteciler iktidarların yanında değildir, karşısında da değildir. İliştirilmiş değiliz sonuçta.

Bir yerden sonra ise kendileri için yaşamsal tehdit olarak görmeye başladılar tabii. Gezi Parkı Direnişi’nden çok olumsuz etkilendiler, psikolojileri bozuldu. Sonra işte geçmişteki ortakları FETÖ’yle malum kavgaları, ihanete uğradıklarını düşünmeleri onları başka bir travmaya soktu. Derken AKP’nin başta çok destek aldığı o küresel dengelerin aleyhlerine değişmesi tuz biber ekti.

Üst üste Gezi, küresel dengelerdeki değişim, eski ortakları FETÖ’yle ayrışma deyince travma üzerine travma yaşamaya ve en ufak bir eleştiriyi bile komplo teorileriyle okumaya başladılar. Ben çizgimi hiç bozmadım yine ülkesi için doğru bildiğini söylemeye çalışan bir gazeteciyim.

‘UÇAĞA DAVET ETMEMEYİ CEZALANDIRMA SAYIYORLAR’

- Görüşebiliyor musunuz iktidarla? Telefonlarınıza çıkılıyor mu?

Haber değeri taşıdığı zaman eski veya yeni bakanları da ararım. Erdoğan’la görüşmüyoruz. Uçağına davet edilen gazetecilerden değilim. Uçağına davet etmeme meselesini ödül ve ceza gibi gördüklerini düşünüyorum. Eskiden meselâ onları eleştirenleri de görürdünüz o uçaklarda.

- Bürokrasiye, bürokrasinin işleyişine ilişkin bir gazeteci olarak gözlemleriniz?

Türkiye’nin sisteminde ayrı bir kriz var şu anda. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri Türkiye’ye özgü bir sistem. Türkiye’ye özgü derken Türkiye’nin bugününe, Türkiye’yi yöneten kişiye özel yapılmış bir sistem. Erdoğan’a uyup uymadığı tartışma konusu ama bir başkasına uymaz bu elbise.

Dolayısıyla böyle bir sistemde Parlamento etkinliğini kaybetmiş durumda. Meselâ sokağa çıkın bakanların isimlerini bile bilmiyor insanlar. Bakanlar da etkilerini kaybettiler. Onun altında bürokrasi de öyle. Dolayısıyla Türkiye’nin kurumsal olarak ciddi sıkıntı yaşadığını düşünüyorum. Zaten Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne fiilen ve sonra da hukuken geçtiğimiz günden itibaren başta ekonomi olmak üzere göstergeler de berbat seyrediyor.

‘YALNIZLAŞTIRILMIŞ HİSSETMİYORUM’

- AKP politikaları eliyle dünyada yalnızlaştırılan bir ülkenin yurttaşı ve gazetecisi olmaya yorumunuz?

Ben kendimi yalnızlaştırılmış hissetmiyorum, Sonuç itibariyle ben ülkesini çok sevene, yerel değerlere bağlı ama hem de dünya dilini konuşmaya çalışan, evrensel değerlerin peşindeki bir gazeteciyim. Hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları gibi evrensel değerleri savunan ve Türkiye’ye yerleşmesini isteyen bir kişiyim.

Bunu savunmaya devam etmemiz gerekiyor, dünyada da Türkiye’de bizim gibi düşünen insanların takdir edildiğini de biliyorum. Bütün dünyada da diyelim Erdoğan hükümetinden, Türkiye’nin dış politika anlayışından hoşlanmıyorlar ama şunu da biliyorlar: Bu ülkenin ortalama yüzde 50’si bu iktidarı desteklemiyor, politikalarından rahatsız.

Türkiye kendi demokratik standartlarını yükseltmesi gereken bir ülke. En son yerel seçimlerde olduğu gibi halk bilinçlenecek, demokrasiye inanacak, örgütlenecek, sandığa gidecek. Siyasiler sandığa sahip çıkacak.

Geçmişte Deniz Baykal Genel Başkanken bana bunu söylerdi; Türkiye Cumhuriyeti’ni henüz demokrasiyle taçlandıramadı demişti. Baykal şöyle demişti: “Mevcut iktidar, AKP iktidarı demokratik usullerle, bir seçimle yenilip ve iktidar demokratik yollarla el değiştirdiği zaman Türkiye demokrasisi gerçekten model olacak.”

‘İKTİDAR DEMOKRATİK YOLLARLA DEĞİŞECEK. SEÇİLMEYEN BIRAKACAK!’

- Bunun olabileceğine ne kadar inanıyorsunuz?

Çok inanıyorum. Türkiye’nin AKP iktidarını demokratik yollarla değiştirebileceğine inanıyorum.

- Peki, AKP’nin demokratik yollarla bırakacağına inanıyor musunuz?

Halk kendisini seçmeyince bırakacaktır.

- Kadınlara, annelere hep mesaj veriyorsunuz girişte de sonlara doğru da. Onlara çok güveniyorsunuz. Kitaba hakim bir duygu da bu. Açar mısınız?

Ben aslında çalar saatin hikayesi bu. Bir; Cumhuriyet’imizin ve Atatürk devrimlerinin değerini erkeklerden çok en iyi kadınlar biliyor. Bu benim için çok önemli. Kadınlar çok samimiler, kararlılar. İki; kurtuluşumuz için çocuklarımızı özellikle kız çocuklarımızı okutmak için kampanyalar yapmak istiyorum.

Ben Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gönüllüsüyüm. Ta Kardelenler projesinden bu yana içindeyim. Hem gönüllüleri hem bağışçılarıyım. Kasım ayında ÇYDD için koşacağım. Onlar için para topluyorum koşarak. Geçen yıl 250 bin YTL civarında para topladık.

Sonra benim mağduru olduğum bir dava vardı, bir uzlaşma sonucu o davadan vazgeçtim ve Darüşşafaka’ya, ÇYDD’ye, Türk Eğitim Vakfı’na 50’şer bin YTL bağışlarda bulunuldu. Başta kız çocuklarımızı okutmak benim hayat gayem. Kız çocuklarımız okuyacak, ayakları üzerinde duracak, çocuk gelin olmayacak.

‘ANNEM ÇOCUK GELİNDİ’

- Okuyoruz ki kişisel bir anı da var bu duygunuzun arka planında.

Annem, evet. Annem benim çocuk gelindi. Kendi anlatmıştır bana; sokakta oyun oynuyor ve arkadaşlarına gelecek ay düğünüm var diyor. Ailesi tarafından evlendiriliyor ve ailesi tarafından boşandırılıyor. Bu ve benzeri durumlar yaşanmasın diye de... Bir de anneler hayatın yükünü çekiyorlar.

‘ÇOK GÜZEL ZAMANLAR, ÇOK KÖTÜ ZAMANLAR’

- 19991-2020 / 30 yıl. Türkiye için her biri önemli on yıllar. Bu geçiş dönemlerini bu kez siyaset dışı soruyorum halkın yaşamı açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Charles Dickens’ın kitabında İki Şehrin Hikayesi’nde giriş cümlesiydi, aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi: “Çok güzel zamanlardı. Çok kötü zamanlardı. Çok kolay zamanlardı. Çok zor zamanlardı. Çok karanlık zamanlardı. Çok aydınlık zamanlardı”. Ben meslekte yaşadığım otuz yılı düşündüğümde aynen böyle hissediyorum. Halka inanıyorum, iyimserliğimi yitirmiyorum.

Siyaseten de şöyle düşünüyorum; bana nasıl böyle iyimser olduğumu soruyorlar; bakın çok güçlü, muhafazakâr bir sağ iktidar var Türkiye’de ve 20 yıldır tek başına iktidarda. Bu süreçte medyanın yüzde doksanı el değiştirdi. Çoğunluk iktidar medyasının oldu.

Bu süreçte üniversiteler, sendikalar, sivil toplum, demokrasinin hemen tüm kurumlarına hükmetmeyi başardılar. Şimdi meselâ bakın şimdi rektörler, dekanlar öyle eskisi gibi konuşmuyor. Sivil toplumun sesi çıkmıyor. Tek sesli bir medya var. Bütün bunlara rağmen bu iktidarın oyu ne? Kabaca yüzde kırk bile değil ki deyin ki yüzde kırk olsun. MHP ile ortaklık kurmak durumunda kalıyor iktidar olabilmek için. İkisini toplayınca kabaca ne olur?

- Yüzde 45 belki...

Deyin ki 50 olsun. Ben buna inanıyorum. Halkın yüzde 50’si iktidara oy vermiyor, durum bu. Fikri Hür Vicdanı Hür’ün ana fikri de bu. 2023’e gidiyoruz, umudumuzu kaybetmemeliyiz, 2023’te Ata’mızın bize emanet ettiği Cumhuriyet’imizi demokrasiyle taçlandırmış olacağız. Çok inanıyorum buna.

Fikri Hür Vicdanı Hür / İsmail Küçükkaya / Nemesis Kitap / 200 s. / 2020.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon