İslamlaşma tarihimizle derin bir hesaplaşma

Batı’nın sistematik çabalarıyla İslam ülkeleri büyük felaketlere uğradılar. Türkiye her alanda dengesini yitirdi ve akıl dışı semptomlar sergiliyor. Paraya odaklı yozlaşma çöküntü getirdi. Gerçi dünya bütünüyle çürümüyor. Sağlam kalan bir dokusu, yaşama direnci var. Herkes namussuz değil, kimi dış kimi iç kaynaklı, toplumu yozlaştıran virüsler var.

İslamlaşma tarihimizle derin bir hesaplaşma
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 19.06.2015 - 14:17

Türklerin İslamlığı ile başlayan tarihle hesaplaşmamız gerek. Çünkü toplumu yozlaştıran düşüncelerin çoğu uydurma, politik amaçlı tarih yorumlarından kaynaklanıyor.

İslam’ın iki kökeni var: Kuran ve Türk diliyle yorumlanmış İslami doğmanın özümsenme süreci. Bu yorumlar homojen değildir ve kendi iç dinamikleri ile değil, dünya ile etkileşim sonucunda değişiyorlar. Tarihimiz de bunun en iyi bilinen görüntüsü, Bizans ikonoklast akımından aktarılmış olan resim yasağı. Abdülmecit devlet dairelerine resmini astırmak istediği zaman tepki gördü. Bugün politikacılar duvarları resimleriyle dolduruyor, heykel yıkıyor, köpek ya da karpuz heykeli yapıyorlar. Bu, toplumun kültürel yozlaşmasını ve dini doğmayı değiştiren etkenlerin yabancı kökenini gösteriyor.

Batı da yozlaşıyor. Batı etkisi bir bütündür. Pazardan sebze alır gibi, bu iyi bu kötü diye seçmiyoruz, tümünü ithal ediyoruz. Güzel sanatlar okulu, konservatuar açmak zorundasınız. Dersleri İngilizce yapıyorsunuz, futbol var ama Batı musikisi yok, foto var ama resim yok, hıyar heykeli var ama insan heykeli yok demek saçmalamaktır. Bir resim, yılda on kişi öldüren Mercedes’ten daha önemlidir. Bir heykel bir füze’den, büyük musiki yapıtı da atom bombasından daha önemlidir. Bu değer yargılarını şaşırırsanız, teknoloji ithal etseniz de elinizde kalır.

Gelecek için Türkiye’nin sorunu, silah müşterisi olmak yerine, evrensel bilim ve sanatın gelişmesine katılabilmektir. İslam dünyasını yıkan gericiliğin kökü kendimizde değil, cehaletimizi istismar eden Batı politikasının başının altındadır.

TARİHİN İLK ÇEVİRİ ÖRGÜTLENMESİ

İslam’ın iki dönemini iyi tanımlamak gerekir. İlk aşaması Avrupa Ortaçağına 12. yüzyıldan başlayarak etkili olan, Avrupa rönesansının da bileşenlerinden biri olan Abbasi rönesansı ile sonlandı. Buna rönesans denmesi yanlış olmaz. Çünkü Avrupa’dan önce, Yunan, Hellenistik ve Roma kaynaklarının çevirisi üzerine kurulmuştur.

Erken İslam, İran, Hellenistik, Yakın Doğu ve Doğu Roma ülkelerini fethederek İslam inancını yaydığı dönemde, gelişen kültürünü Yunan-Roma kültürüne dayamıştır. Bütün İslam fetihleri Hellenistik imparatorluklar, Roma İmparatorluğu ve Eski İran İmparatorluklarının toprakları idi. Harunreşid ve oğlu El_Memun’dan başlayarak, sistematik olarak bütün bu kültür alanlarının ürettiği yapıtlar Bağdat’ta Arapçaya çevrildi.

Bu, dünya tarihinin en büyük sistematik çeviri örgütlenmesidir ve İslam kültüründe gerçek çizgisini gösterir. Bu çeviri etkinliği çerçevesinde İslam Bilim ve Felsefesi gelişmiş ve 12-13 yüzyıllara kadar etkili olmuş, İspanya’ya egemen olan İslam kanalı ile de Ortaçağdan sonra 16. yüzyıla kadar Avrupa’da etkili olmuştur.

İslam Tarihinin ikinci aşaması, Türklerin, İran ve giderek Yakındoğu fetihleri dönemidir. Karahanlıların ve Gaznelilerin Orta Asya’ya egemen olmalarından sonra Selçukluların 11. yüzyıl ortalarından başlayarak Anadolu ve Yakındoğu fetihleri ve İran’da güçlenen Şiilik, Arap İslam’ının, Abbasi döneminin tersine, koyu bir dogmatizme dönmesine neden olmuştu, bu da Abbasi döneminin Antik düşünceye açılımının sonu olmuştu.

ARAP SÜNNİLİĞİ GELİP YERLEŞİYOR...

Fakat Sünni Arap, çeşitli şeri yorumlarla Kuran’da olmayan yasaklar uydurmuştur. Türkler Hoca Ahmet Yesevi’nin irşatlarıyla Müslüman olmaya başladıkları zaman, Horasan Şii idi. İlk Türk tarikatları, Bektaşiler, Anadolu abdalları, Babai isyanlarını çıkaranlar Şiilikle Şamanizm’i birbirine karıştıran bu Alevi tarikatları oldu.

Hacı Bektaş, Osmanlı döneminde en etkili Türkmen babası idi. Orhan Bey zamanında esir edilen çocuklarından ilk devşirme askerlerin ruhani lideri olarak Hacı Bektaş uygun bulunmuştu. Ertuğrul’un ailesi de Ahilerle ve Babailerle yakın ilişki içinde idiler. Onlar da Horasan kökenliydi. İran Selçuklularına karşı baş kaldıranlar Şaman geleneğini sürdüren babalardı. Bunların etkisi Constantinopolis’in fethine kadar sürdü.

Cami ve medreselerden önce, Osmanlı döneminde Ahi zaviyeleri açıldı. Yıldırım döneminden başlayarak zaviyelerle birlikte Cami ve medreseler yapılmaya başlandı. Fetihten sonra ise zaviye yapısı ortadan kalktı, yine de Yavuz Selim dönemine kadar Osmanlı ailesinin Alevilerle ilişkisi sürdü. Bu ilişkinin kopmasına neden olan Yavuz’la Şah İsmail arasındaki savaştır. İran etkisinde Şii Türkmenlere karşı Osmanlılar Arap Sünniliğini kendilerine destek aldılar. İstanbul’da Ahi zaviyesi yoktur. Böylece İstanbul Arap sünniliğinin önemli bir merkezi oldu.

VE BİLİME SANATA KAPI KAPANIYOR: SÖMÜRGELEŞME DÖNEMİ

Fakat 15. yüzyıldaki bu yeni gelişim, kendisi ile birlikte Abbasi açılımına son darbeyi vurdu. Osmanlılar Abbasi Rönesansı’nın bilim ve felsefedeki açılımlarına kapıyı kapadılar. Bir yandan Avrupa’yı hatta İtalya’yı tehdit ederken, Rönesans’ın Avrupa’ya getirdiği düşünsel, sanatsal ve felsefi olanakları dışladılar.

Sonuç sadece İmparatorluğun yıkılması değil, Türkiye’nin geri kalmış eğitimi ve teknolojisinin de nedenidir. Kurtuluş Savaşı sonrası açılımı ise, 1945 sonrası Batı politikasının Ortadoğu politikaları nedeniyle baltalanmış ve bugünkü kültürel ve politik kara çukura düşülmüştür. Batının ve ona eşdeş olan Hıristiyanlığın İslam dünyasına seçtiği gelecek, Ortaçağ’da planlanmış bir sömürge statüsüdür. İslam ülkelerinin bu tuzağa düşmüş olması, 18.-20. yüzyıl sömürgeleşmesinin sonucudur. Sömürge olmaktan kurtulmuş görünseler de, Batı ile ekonomik ilişkileri, daha incelmiş sömürü politikalarıyla sürmektedir.

Yeni dünya koşullarında Doğu Asya’nın kazandığı yeni küresel statü Avrupa ve Amerika’nın politikalarında değişiklik yaptı, fakat küresel egemenlik liderliğini kaptırmamak isteyen Amerika’nın İslam ülkelerini kendi patronluğu altında tutmak istediği açıktır.

Eğer hâlâ anlaşılmamışsa, bu İslam ülkelerinin kaygısızlar, aptallar ya da ortaklar tarafından idare edildiğini düşünmek gerekir. Neredeyse Ortaçağ’dan bu yana süren bu egemenlik savaşını Müslümanların anlamamış olmaları, hâlâ çok ilkel, 11. yüzyıldan bile geri bir düşünce seviyesinde yaşayan kalabalıklar olduğunu kanıtlıyor.

İSLAMI SEVİNDİREN BATININ CİCİ-BİCİLERİ

Cahil halklar, gelişmişlik tekerlemeleri ve teknolojik oyuncaklarla aldatılıyorlar. Kolay aldanacak kadar az gelişmişler. Otomobil, televizyon, ve telefon sahibi olunca yeni oyuncak verilen çocuklar gibi ağlamayı kesip susuyorlar. Kardeşleriyle kavga ediyor ve küçük, yapay ordular ve hayallerle İslam devletleri kuruyorlar. Bütün İslam dünyası yeni İslam mücahidlerinin eline geçse, dünya karşısındaki statüleri daha mı güçlü olur? İsrail’i ortadan kaldırabilirler mi? Yoksa tümel olarak yeniden sömürge mi olurlar?

İslam toplumlarını bu çırpınma ortamında tutmanın en güzel aracı silah satmak, parçalamaktır. Cehalet, entelektüel cılızlık ve gelişmemişliği, parçalanmışlığı ayakta tutmaktır. Ben de Hıristiyan ve Batılı olsam daha iyi bir yöntem bulamazdım. IŞİD ve El Nusra yeni bir devlet kurarlarsa Suudi Arabistan saltanatı ayakta kalmak için ne yapar?

Türkiye Ortaçağ kalıntısı kurumlara karşı çağdaş kurumlaşmayı gerçekleştirmek zorundadır, bu bilimselleşmektir, bunu Uzakdoğu gerçekleştirdi. Her ülkenin stratejisi farklı olmak zorunda.

Bizim de şansımız var. Çünkü o yola 1923’de girdik. Kısa zamanda çok yol aldık.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler