Herkes çaktırmadan birbiriyle helalleşti
Tünelden kimlerin çıkacağını THKO ve THKP-C’liler kendi içlerinde belirledi. Ve çıkış tarihi saptandı: 27-28 veya 29 Kasım.
Mahir Çayan, kasım ayı ortasında bir gün gardiyanı pozisyonundaki Sabahattin Sakman’ın odasına gitti, tünelin tamamlanmak üzere olduğunu söyledi ve muhtemel çıkış tarihini bildirdi:
27-28 veya 29 Kasım.
Hava durumuna göre bu günlerden birinde, akşam hava karardıktan hemen sonra, nöbet değişiminden hemen önce tünelden çıkacaklardı.
O yüzden nöbet değişim saatini kesinkes bilmeleri elzemdi.
Sakman, tereddütsüz yanıtladı:
“Nöbetçiler 18.30’dan önce yerlerini almaz.”
Hava 18’e doğru kararıyordu. Arada onlara çıkış için 30 ila 45 dakikalık bir süre kalıyordu.
Bu süre içinde rahatlıkla kaçabilirlerdi.
‘Yurtdışına çıkın!’
Sabahattin Sakman, o görüşmeyi bugün şöyle anlatıyor:
“O görüşmede Mahir’e çıktıktan sonra, yurtdışına gitmelerinin doğru olacağını söylemiştim. O ise kalıp eylemlere devam etmek istiyordu. Deniz’lerle olan rekabeti, o sıralar ilginç bir şekilde, Deniz’leri idamdan kurtarmak için bazı eylemler yapma azmine dönüşmüş gibiydi.”
Kaçış planını tekrar gözden geçirdiler.
Firardan hemen sonra çamurlu elbiseleri çıkarıp giyecekleri asker üniformaları, Teğmen Mehmet Alkaya tarafından torbalar içinde hazır edilmişti.
Yine Alkaya’nın Atilla Özsever’le birlikte hazırladığı krokide, buluşma yerleri olabildiğince net şekilde belirtilmişti:
Giriş kapısının hemen yakınındaki kireç ocağı. Onun hemen karşısındaki hurda deposu. Kavşak civarındaki beyaz taş.
Yüzbaşı Orhan Savaşçı, buralara silahlı görevliler yerleştirecekti. Bu görevliler, firarileri karşılayacak, Yakacık- Samandıra yol kavşağına yakın bir yerde bekleyen taksiye bindirip oradan uzaklaştıracaktı.
Örgütten Mehmet İncili’nin bir triportörü vardı. O da 2. Zırhlı Tugay kavşağına yakın bir yerde bekliyor olacaktı. Olcay Özsever de o sırada resmi üniformalı olarak dışarıda görev yapacaktı.
Kiralık evdeki zula
Gidecekleri evler de hazırdı.
Teğmen Mehmet Alkaya, 16 Kasım 1971 günü İstanbul’a gelmiş, firar öncesi hazırlıkları örgütlemiş, Rahmanlar’da da bir ev kiralamıştı. Bu evin odalarından birinin tabanında çukur kazdırmış, orayı birkaç kişinin rahatlıkla saklanabileceği şekilde hazırlamış, çukurun üzerine taban tahtası renginde bir kapak yaptırmış, boyatmıştı. Kapak kapandığında orada birilerinin bulunduğunu saptamak hemen hemen imkânsızdı. Evde firarileri beklemek üzere iki örgüt üyesi görevlendirildi.
Ayrıca Mahir Çayan’ın avukatları da kaçacak olanlara Beyazıt Karakol Sokak’ta bir ev ayarlamıştı.
Her şey hazır
Sakman, Mahir’le görüşmesinden hemen sonra Olcay Özsever’in evine koştu. Mahir’in kayınbiraderi Orhan Savaşçı orada bekliyordu. Çıkış tarihini onlara da söyledi. Hazırlıklar yeniden gözden geçirildi.
Hiçbir eksik kalmamış gibiydi.
Artık nefesler tutulacak ve 27 Kasım Cumartesi beklenecekti.
Sağmalcılar Cezaevi... Soldan Ayşe Emel Mesci, Ayşe Bilge Dicleli, Ayşe Baykara ( THKP-C davası sanıkları)
‘Sarp gidecekti, İlhan Abi ‘Gitme, bu bir tuzak’ dedi’
KAMİL DEDE ANLATIYOR:
Ertesi gün ikinci ekip kaçacaktı
“İstesek o tünelden 30-40 kişi rahat kaçardı, fakat riskliydi. Bir kişi bile görülse asker ayağa kalkardı; kaçanları yakalar veya infaz ederdi. Risk almamak için 5’erli iki ekibe böldük.
Cumartesi ilk ekip kaçacaktı; delik kapatılacaktı, ertesi gün de ikinci 5’li kaçacaktı.
İlk beşte Mahir, Ulaş, Ziya, Cihan ve Ömer vardı.
İkinci beşte ise Oktay Kaynak, Yavuz Yıldırımtürk, Osman Bahadır, Necmi Demir ve ben.
Seçim süreci
Seçim sürecinde ben yoktum, ama muhtemelen çıkacaklar, eylem içindeki ağırlıklarına ve alacakları cezalara göre belirlendi. Kimler topun ağzındaysa onlara öncelik tanındı. Bir de Ziya gibi dışarıdaki iyi ilişkileri olan örgütçüler veya Oktay Kaynak gibi şoförlük yeteneği bulunanlar seçildi.
Bana da gelip ‘Sen ikinci ekipte çıkacaksın’ dediler.
Ben, ‘Kaçan arkadaşlar bir süre yurtdışına çıksın’ dedim, kabul edilmedi, ‘Biz halkın mücadelesine katılacağız’ dediler.”
Bir meçhule doğru yolculuğa çıkıyorduk
OKTAY KAYNAK ANLATIYOR:
“İki örgüt karar verdik: İki örgütten 3’er kişi girecek. Çoğaldıkça risk artar çünkü.
Zaten gelmek isteyen de yok pek...
Benden başka âşığı yok bu işin.
Bir meçhule yolculuğa çıkıyoruz. Çok riskli. İçerdekilerin bir kısmı yatıp çıkacak adamlar. Oysa firarda vurulma ihtimali var; ama takmıyoruz. Ölüm bizim için arabanın istop etme hali gibi bir şey.
Bensiz olmaz
Bizim üçlü belliydi zaten; tartışmamıza gerek yoktu:
İki idamlık: Cihan’la (Alptekin) Ömer (Ayna).
Benim idam alma ihtimalim azdı ama ben gidecektim. İşin amelesi bendim.
Nasıl Ulaş’sız Cephe olmazsa, bensiz de THKO olmaz. Ayrıca dışarda lazımdım ben... Hiçbirinin ehliyeti yok, araba kullanmayı bilmezler. Benim de ehliyetim yok ama şoförüm. Araba kilidi açmadaki maharetim iddianameye girmiş.
THKP-C de üç kişi seçti:
Mahir (Çayan), Ulaş (Bardakçı), Ziya (Yılmaz).
Hazırlandık. Çamurlu çalışma elbiselerimiz üstümüzde. Asker elbiselerini de torbalar içinde yanımıza aldık. Çıkışta öbürlerini atıp bunları giyeceğiz. Biri gelip o atılanları alacak.
Vedalaşma
Vedalaşmadık. Gerekenlerle vedalaştık daha doğrusu. Fazla yaymanın anlamı yoktu çünkü. Bir de geri gelme ihtimali var. Başaramayıp geri dönersek moral bozukluğu olur; onu yaşatmayalım istedik.”
Çayan ve arkadaşlarının yargılanmaları Hürriyet gazetesinin manşetinde böyle yer almıştı.
AYŞE EMEL MESCİ ANLATIYOR:
Denizci subaylar grubundan Sarp Kuray’ın eski eşi Ayşe Emel Mesci, hem Kuray’dan, hem o dönem Kartal Maltepe Askeri Cezaevi’nde yatmakta olan İlhan Selçuk’tan dinlediği çok önemli bir detayı şöyle paylaştı:
‘Sakın ha!..’
“İlk planlamada 5 kişinin çıkması kararlaştırılmış. O ilk listede Ziya değil Sarp var:
Mahir, Ulaş, Cihan, Ömer ve Sarp.
Ordu geleneğinden birinin de kendileriyle çıkması gerektiğini düşünmüşler.
İlhan Abi, Sarp’ı nasıl durdurduğunu bizzat anlattı bana; sonra tabii aynısını Sarp’tan da dinledim:
‘Sakın ha’ demiş; ‘Sakın. Bu bir tuzak.”
O, olayı başka türlü görmüş ve çözmüştü bence.
Bunun, kaçacak olanları öldürmek üzere hazırlanan bir operasyon olduğunu düşünüyordu.”
ZİYA YILMAZ ANLATIYOR:
‘Peki kimler çıkacak?
“Derken bir gün Cihan geldi. O ana kadar üzerinde pek düşünmediğimiz, daha doğrusu konuşmayı ertelediğimiz bir sorunu dile getirdi:
“Tünel bugün yarın biter. Peki kimler çıkacak dışarı?”
10-15 kişilik bir toplantı yaptık kendi aramızda. Önce tünelle ilgili genel bilgi verildi, teknik şeyler konuşuldu.
Haberleşme ağımız rahat işlemeye başlamıştı. Sabahattin Sakman ve Atilla Özsever’le kurulan ilişki sayesinde tünelden çıktıktan sonraki güzergâhımız belirlenmişti:
Tünelden duvar dibine çıkılacak. Oradan cezaevinin arka tarafındaki tepeye doğru gidilecek; belli bir mesafe sonra oradaki su kaynağında kısa mola verilecek, orada üstümüzü değiştireceğiz. Sonra bizi kaynağın az ilerisindeki bir noktada karşılayacaklar.
Plan buydu. Askeri kıyafetler, montlar, şapkalar hazırdı. Arkadaşlar jandarmayı korkutmak için kartondan silahlar yapmış, boyamıştı. Uzaktan gerçek gibi görünüyorlardı.
Avukatlara durumu haber vermiştik. Hatta tarih bile vermiştik: 27, 28 veya 29 Kasım.
Mahir’in morali bozuldu
Ben çıkmayı istemiyordum, kimin çıkıp çıkmayacağına dair sorumluluk da almak istemiyordum.
Mahir, ‘Ben çıkarım’ dedi.
O, kendisini öne atınca hepimiz birden, ‘Olmaz, sen nasıl çıkacaksın. Daha toparlanamadın, fiziken çok zayıfsın, firar sürecine dayanıp dayanamayacağın belli değil’ dedik.
Tünelden çıkacak olanların öldürülme riski çok yüksekti. Mahir’i riske atmak istemiyorduk. Tabii onun da morali bozuldu.
Bazı arkadaşlar, ‘Ne koşulda olursa olsun firar gerçekleşmeli’ diyordu. Bunun tarihsel bir karşılığı olacaktı.
Ben, ucunda yüzde 100 ölüm varsa, bunda ısrarcı olmayı mantıksız buluyordum, ama herkes o kadar heyecanlıydı ki, bunları söyleyemedim. O toplantıda bir sonuca varamadık.
Toplam 6 olsun
Bir sonraki toplantıda bizden (THKP-C) çıkacak isimler belli oldu: Mahir ve Ulaş.
Öte yandan (THKO’da) Ömer Ayna’nın ismi kesindi; çünkü Ömer bu işin ilk mimarlarındandı; ortaya bu fikri atan da oydu.
‘2 kişi daha katalım, 5 kişi firar edilsin’ dedik.
THKO’lu arkadaşlar da ‘5 sorun olur; bizden 3, sizden 3, toplam 6 kişi firar etsin’ diyordu.
İşin gerçeği 5 kişi olması bile çok riskliydi. 6 kişi kesin yakalanmamız demekti. Hesabımıza göre her bir kişi ortalama 5 dakikada çıkabiliyordu. Yani tahminen firar 25 dakika sürecekti. Toplamda yarım saatimiz vardı; 6 kişi olursa hepten riske girecektik. Tünelden çıktıktan sonra duvar dibine varmamız zaten yeterince riskliydi. 5’te kalmaya razı ettik arkadaşları.
Diğer iki kim olacak?
Şimdi bir sorun kalmıştı:
Diğer iki kişi kim olacak?
Cihan’ın ismi herkesin onayıyla kesinleşti. Son kişi olarak da benim ismim ortaya atıldı. Ben talip olmamıştım. Ben taş çatlasa 15 yıla çıkar görünüyordum, oysa idam alması muhtemel arkadaşlar vardı. Fakat bizim örgüt karar verdi:
‘Sen de çıkacaksın, önümüzdeki süreçte Karadeniz’de sen olmazsan olmaz’ dediler. Böylece isimler kesinleşti:
THKP-C adına Mahir, Ulaş ve ben... THKO adına Cihan ve Ömer...
Helalleşme
Bu arada Mahir habire yiyordu; stresli olduğunda kendini yemeğe verirdi. Nerden bulduysa bal bulmuş, koca bir petek balı yağ ile bir güzel yiyordu.
‘Mahir yeme bu kadar, bu seni zora sokacak, biliyorsun’ dedim.
‘Ya bir şey olmaz, belki de bir daha hiç yiyemeyeceğiz’ diye espri yaptı.
Bir yandan da herkese bal yedirmeye çalışıyordu.
Öyle çok gergin değildik, ama herkes çaktırmadan birbiriyle vedalaşıyor, helalleşiyordu.
Her şey hazırdı artık; saati bekliyorduk.”
YARIN: FİRAR GÜNÜ
En Çok Okunan Haberler
- 6 yaşındaki Şirin'i katleden şahsın ifadesi ortaya çıktı
- Ünlü oyuncu gözaltında: Marketten 'zeytinyağı' çaldı
- Erdoğan'a ve Yerlikaya'ya çok sert yanıt!
- Tutuklanan baba cezaevinde ölü bulundu
- Mitinge neden katılmadığını açıkladı
- Oy oranını en çok artıran parti hangisi?
- İmamoğlu'na 'ahmak' dedi, davaya çağırdı
- 'Fethullah Gülen hayatta olsaydı...'
- Halk TV'den ayrılan Şirin Payzın'ın yeni adresi netleşti
- Kayyuma karşı istifa etti