‘Herkes bilsin diye yazıyorum!’
Gazeteci ve yazar Zeynep Oral’ın Yaz Yüreğim Yaz isimli kitabının ilk bölümündeki 12 öykü, aleni faşizmin birey üzerindeki tahribatını ortaya koyduğu 80’li yıllarda yazdıkları, 12 Eylül faşist askeri darbe döneminin izdüşümleri… 1985’te yayımlanmış Yaz Düşüm Yaz adlı kitabından seçtiği ve üzerinde oynadığı öyküler… İkinci bölümde yer alan 17 öykü ise son yıllarda yazdığı minimalist öyküler ve her birini bir kadın adıyla anıyor Oral. Farklı yaşlardan, farklı birikimlerden, farklı sınıflardan bu kadınların öykülerinde kadın erkek ilişkileri, insan ilişkileri, toplum birey ilişkilerini irdeliyor. Yazan yüreğiyle yanıtladı sorularımızı Zeynep Oral.
‘İKTİDARA GÖRE HERKES MESUT! YANİ YERSENİZ’
- Yaz Yüreğim Yaz’da yer alan öykülerinizin hepsi yeni yazılmış değil. Hangilerini yeni yazdınız ve hangilerini daha önce yayımladınız?
Bu kitabın ilk bölümünde yer alan 12 öykü (ki bunlar içinde Sunu niyetine yazdığım ve çocuklarıma Emre ve Kerem’e ithaf ettiğim ya da onlardan “ödünç aldığım” “Sevmezsem Ölür” adlı öykü de var…) 80’li yıllarda yazdıklarım… 12 Eylül faşist askeri darbe döneminin izdüşümleri… 1985’te yayınlanmış Yaz Düşüm Yaz adlı kitabımdan seçtiğim ve üzerinde oynadığım öyküler…
Kitabın adını Yaz Yüreğim Yaz diye koyma nedenim de, eskisini bilenlere bir çağrışım yaptırmak… Kitabın ikinci bölümünde yer alan 17 öykü ise son yıllarda yazdığım minimalist öyküler. Onlar yeni.
- Öykülerinizin yazılış dönemleri, içerikleri, yazılış duygusu, esin kaynakları da farklılaşıyor kuşkusuz. Bunu belirtiyorum çünkü çağının sorunlarından, dertlerinden öz alan metinler hepsi de. Gazeteci ve yazar Zeynep Oral’ın sürekli dikkat kesildiği can alıcı, yakıcı sorunsallardan esinle ulaşıyor okurlara. Yazılış dönemleri itibarıyla değerlendirir misiniz?
Çağımın sorunlarından, dertlerinden etkilenmemek hiç olası mı! Elbet hepimiz yaşamın her anında etkileniyoruz. Yaşarken, gülerken, eğlenirken, kahrolurken, acı çekerken, çalışırken, yazarken…
İlk öyküleri yazarken kimselerin gizlemeye çalışmadığı bir faşizm vardı. Bu aleni faşizmin birey üzerindeki tahribatını ele almaya çalışmıştım; insan ilişkilerini; aile ilişkilerini, karı koca ilişkilerini, anne çocuk ilişkilerini, öğretmen öğrenci, iki sevgili ilişkilerini nasıl etkilediğine yoğunlaştım.
Ama o açık seçik despotizmin kendi kuralları vardı. Sınırları, yasakları ve kuralları belliydi, kati ve kesindi, Ve onları bilirdik!
Bugün yaşadıklarımıza gelince… Nasıl anlatsam ki: Bildiğiniz gibi, yöneticilere ve yandaş medyaya bakacak olursak bugün Türkiye en demokratik, en refah, en zengin, en muhteşem dönemini yaşıyor. Ekonomi harika! Herkes huzur içinde! Kavga yok, gürültü yor, dert yok, ayırımcılık yok, zulüm yok, düşmanlık yok, kin yok, nefret yok! Baskı yok, yasak yok, hapishaneler boş! Hak, hukuk yok, pardon haksızlık yok! Herkes memnun mesut yaşıyor! Yani yerseniz…
Gelin görün ki herkes sahibinin sesine değil, yaşadıklarına, tanıklık ettiklerine daha çok inanıyor. İkinci bölümdeki öykülerin her biri bir kadın adıyla anılıyor. İşte Ayşe’ler, Nalan’lar Devrim’ler, İffet’ler bu durumu “yemeyenler!”
ADIM ADIM KARŞIDEVRİM!
- İlk bölümdeki öykülerle; ikinci bölümdeki Hatice, Ayşe, Nalan, Devrim, Meryem, Nilüfer, Leyla, Melis, Şenay, Aysel, Hülya, Özlem, İffet, Esra isimli kadın öyküleri birbirinden çok farklı. O fark nereden kaynaklanıyor?
O fark en çok iki dönem arasındaki farktan kaynaklanıyor. Biliyorsunuz darbeler sadece askeri olmuyor, sivil de olabilir… Despotizm, işkence, baskı, tehditler de farklılaştı. Şimdi eskisi gibi filistin askısı yok, ama içeri tıkıldıktan bir iki yıl sonra iddianame hazırlanabiliyor; alt mahkeme üst mahkemenin kararını uygulamıyor vb… Şimdi daha çok belirsizlik var. Laikliğin nasıl bir darbe aldığını 12 Eylül’de de farkındaydım elbet ama bugün adım adım karşı devrim yaşamaktayız…
Bütün bu farklar benim yazış biçimimi etkilemiş olabilir. Zaten ilk bölümdeki öyküleri yeniden ele alırken kimini değiştirdim, kimini yoğunlaştırdım… Evet, iki bölümdeki öyküler olsun; bütün o kadınlar olsun birbirlerinden çok farklı. Tıpkı yaşamdaki gibi. Farklı yaşlardan, farklı birikimlerden, farklı sınıflardan kadınlar… Bakmayın her birinin bir kadın adı taşıdığına, hepsinde irdelemeye çalıştığım kadın erkek ilişkileri, insan ilişkileri, toplum birey ilişkileri…
‘YAZMADAN DURAMIYORUM, ÜLKEMDEN SORUMLUYUM’’
- Dünden bugüne meslek ve yazın yaşamınız boyunca yazmak sizin için nasıl bir deva olageldi? Bu öyküleriniz tam da bu bağlamda topluma nasıl bir çağrı, bir uzatılı el, omuz vermedir?
Kendi kendime 50 küsur yıldır niye yazıyorum diye sorduğumda, galiba en dürüst yanıt, yazmadan duramadığım için olur… Kendimi bildim bileli yazıyorum… Yazdıkça öğreniyorum… Yazarak daha iyi sorgulayabiliyorum. Yazarak kendimi daha iyi ifade ettiğime inanıyorum. Yazmaktan tat alıyorum…
Bir yandan da bu ülkeden ben sorumluyum, bu ülkede güzellilerden çirkinliklerden de, doğrulardan da yanlışlardan da ben sorumluyum; bu yaşananları herkes bilmeli diye bir kaygım, bir derdim var! Herkes bilsin diye yazıyorum…
‘ŞİMDİ SEÇİMLERİM DAHA SESSİZ, DAHA ÖZENLİ’’
- Değişimle mesafenizi nasıl tanımlarsınız? Kaçınılmaz olan o değişimden kaleminiz payını nasıl aldı?
Değişimden payını elbet aldı hem kalemim hem de kalem tutan elim…Değişmeyen tek şey, değişimin kaçınılmaz olduğu… Önceleri çok daha sabırsız, daha gözü karaydım. Kitapta ilk bölümdeki öyküler daha duygusal…İkinci bölümdekiler hani neredeyse, çok uzaktan, sakin bir bakış… O bakıştan her öyküde bir nokta atışıyla hedefi tutturmaya ya da vurmaya çalıştım.
Kitabın ikinci bölümündeki öyküler var ya; neredeyse her gün onlara yenisi ekleniyor. Türkiye size o kadar çok malzeme veriyor ki, size sadece seçim yapmak kalıyor…Şimdiki seçimlerim daha sessiz, belki daha özenli. Yaş ilerledikçe değişiminiz de daha seçici oluyor…
‘ÖYKÜDEN ÇOK KURMACA ANLATI DİYORUM’
- Öykü türünün biçeminize yatkınlığını, yazın kumaşınıza uyarını, ifade etmek istediklerinize sağladığı şiirsel ve kimi dramatik olanakları yorumlarsanız neler söylersiniz?
Sevgili Gamze, ben bunlara öyküden çok anlatı diyorum… Kurmaca anlatılar… Ancak izin verelim de şiirsel mi, değil mi, dramatik olanakları var mı yok mu, bunlara okur karar versin… Ben yorumlamayayım…
‘GEL DE İSYAN ETME!’
- Darbe dönemi insanları olmak, korkuların ve yasakların baskıladığı insanların reflekslerine ayna tutuyorsunuz pek çok anlatınızda. Bir o kadar da isyan duygusuna yakınlaşıyorlar özellikle finallerine doğru.
Yaşadığımız ve yaşamadığımız anları yazarak yeniden kurgularken, yeniden zamana ve mekâna yerleştirirken, kişileri yoktan yeniden yaratırken, ilişkileri yeniden düzenlerken ayna tutmakla kalmayıp, elbet tepkinizi de dile getiriyorsunuz.
Unutmayın bir zamanlar “Gençtik, güzeldik ve dünyayı değiştirecektik” … Anladınız elbet: 60’lardan söz ediyorum. Bu bizim sloganımızdı… Dünyayı değiştiremedik. Ülke ise devrim ilkelerini kemire kemire geriye doğru değişir oldu! Gel de isyan etme!
‘AYRINTILARI ÇOK SEVİYORUM’
- Anlatılarınızın sesini, rengini sormak istiyorum. İstisnasız tümünün sesi yüksek, duygusal yoğunluğu insanca bir haklı isyanla bileşik. Yaralı bir kuşağın dilinden yaşanmışlıklarınca tüm bu yansıyanlar, toplumsal hafızaya unutturmamacasına bırakılmış birer kayıt adeta hatta düpedüz!
Kayıt sözü çok doğru… Özellikle ikinci bölümdeki o kısacık öyküler, salt bir kayıt tutmak gibiydi… Çünkü yaşanan anlar, çok ama çok kısa bir süre sonra anıya dönüşüyor. Çoğu kez unutuluyor. Malum belleksiz bir toplumuz. Toplumsal hafızamız bir günden ertesi güne sık sık siliniyor… İşte kimi anlar, kimi sözler, kim durumlar silinmesin, unutulmasın istedim. Bir de ayrıntıları çok seviyorum, siyahla beyaz arasında grinin binlerce tonunun bir anına ışık vursun istedim…
‘KİŞİLERİM AŞKA, DAYANIŞMAYA VE VİCDANA SARILIYOR’
- Acılar, korkular, sevgiler, ey aşklar, utançlar, yasaklar, sizden alıntıyla “Damıta damıta çoğalttığı sevgiye, ufalaya ufalaya biriktirdiği acıyı katanlar”... Ama Enseyi de karatmıyor! İnsan bu, yaşamak istiyor ne de olsa. Ve mücadele ediyor. Mücadele yoksa hayat da yok! Kolay pes etmiyorlar, kimi doğrudan kimi adım adım ama direniyor, zaman zaman yıldıkları da oluyor Sonra? Peki sonraya nasıl ulaşıyor/ulaştırıyor öykü kişileriniz?
Kâh yazarak, severek, sevişerek, çalışarak, kaçarak… Kâh acı çekerek , direnerek, ölerek… Ama en çok, en çok, öykü kişilerim de tıpkı hayattaki gibi sevmeye, aşka, dayanışmaya sarılıyor. Bir de vicdana..
ORDA KİMSE YOK MU?
- İnanç, din, toplumsal önyargılar, şiddet, cinayet, kadına yaşamı dar eden dünyevi ve uhrevi kıskaçlar, cinai cinnet ortamı... Sizden alıntıyla sorarsam; orda kimse neden yok?
BİNGO! Bundan sonraki kitabın adı Orda Kimse Yok mu? olacak … Bu Corona salgını döneminde ben de boş durmadım. Madem eve kapandık, gezgin ruhumu masa başında gezintiye çıkardım. Gezi kitaplarıma bir yenisini ekledim. Yakında Tibet ve Sincan’dan, Arjantin ve Küba’ya uzanan bir yolda kaleme aldığım insan manzaraları Sia Yayınları tarafından yayınlanacak…
Bir de nicedir yazdığım minimalist öykülerden sadece bir bölümünü “Yaz Yüreğim Yaz” kitabıma aldım. Çoğu üzerine çalışmayı sürdürüyorum…
Bu hükümet başımızda kaldıkça, Meclis işlevini yitirdikçe, muhalefet etkisizliğini sürdürdükçe, başta demokrasi ve laiklik olmak üzere devrim ilkeleri ayaklar altında çiğnendikçe benim “Orda Kimse yok mu?” sorum devam edeceğe benziyor…
Yaz Yüreğim Yaz / Zeynep Oral / Cumhuriyet Kitapları / 208 s. / 2020.
En Çok Okunan Haberler
- Yoğun kar yağışı beklenen iller açıklandı!
- Saadet'te yeni genel başkan belli oldu
- Yandaş yazar, son anket sonuçlarını açıkladı!
- Kriminal raporun ayrıntıları ortaya çıktı
- 4 kişiyi öldürüp intihar etti!
- 'Bu işin şakası yok, herkes ayağını denk alsın'
- AKP sayesinde bu düş de gerçek oldu!
- CHP'li vekilden Masterchef Sergen'e tepki
- Ölü ve yaralı var!
- Gökçek döneminde belediyeden geçen karar pes dedirtti!