Havana’da en sevilen iki Türk

Nâzım Hikmet 1961’de gitti Küba’ya. Büstü ise 2003’te dikildi. Onun hemen yanında dünyanın tanıdığı Türk’ün, Atatürk’ün büstü var. Atatürk ve Nâzım, Havana’da bir parkta, yan yana bakıyorlar dünyaya.

Havana’da en sevilen iki Türk
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 02.10.2015 - 21:46

Hür Havana Oteli’nde

Nâzım, Küba’ya Yazarlar Birliği Başkanı, Kübalı şair Nicolas Guillen’in davetlisi olarak gitmişti.

Havana’ya “araba değil okyanus” diye tanımladığı, “beyaz bir Kadillak”la girdi. Havana La Libre (Hür Havana) Oteli’nin 24. katında bir odaya yerleşti.

Eski Hilton oteli, devrim günlerinde Fidel Castro ve gerillalarının dinlenme yeri olmuştu; Nâzım gittiğinde koridorlarında, şehre dikiş öğrenmeye gelmiş köylü kızlar geziniyordu.

Şair, 24. kattan, “türkülere gömülü” şehri seyretti.

“İçine güneş vurmuş bir deniz gibiydi gördüğüm” diye yazdı.

Dünden bugüne

Bugün otelin asma kat duvarında, onun 24. kattan Havana’ya bakarken çektirdiği fotoğraf duruyor; ama koridorlarında Kübalı köylü kızlar yok artık...

Havana La Libre’nin kulisi, konferans için gelmiş yabancı delegeler, eli çantalı yatırımcılar ve meraklı turistlerin işgali altında...

Kübalı kızlar ise, dışarda oturmuş, otelin ağından internete bağlanmaya çalışıyor.

“Abidin”, bunun da resmini yapabilir miydi acaba?

Nâzım, ‘Gerilla Tanya’ ile aynı uçaktaydı

Che Guevara ile birlikte Bolivya’da çatışırken ölen Arjantinli Tanya, Nâzım Hikmet’in uçağının yolcuları arasındaydı.

Nâzım’ın hafızalara kazınan “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” dizesinin peşinden şu dizeler gelir:

“1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin/

‘Çok şükür, çok şükür bugünü de gördüm, ölsem de gam yemem gayrı’nın resmini yapabilir misin üstat/ Nâzım, o yaz Havana’ya gitti.

“Büyük toprağından ilk kopuşu”ydu bu; sonuncusu olacaktı.

Prag’dan kalkan uçakta Küba bale takımı da vardı.

“Sıcak denizlerdeki adalardan çığlıklarla kalkan renkli kuşlardılar” diye tarif etti onları...

Uçaktaki yolcu

Aynı uçakta önemli bir yolcu daha vardı:

“Gerilla Tanya”...

Ya da gerçek adıyla, Haydee Tamara Bunke Bider...

Bir komünistti Bunke...

Alman olan anne babası, Naziler iktidara gelince Arjantin’e kaçmıştı. Kızlarını orada büyüttüler. Bunke, çoğu Latin Amerikalı devrimci gibi, 1950’lerin sonunda Küba’daki gerilla mücadelesinden etkilendi. 1950’lerde ailesiyle birlikte Doğu Almanya’ya döndükten sonra da, bu etki azalmadı; tersine arttı.

23 yaşındayken, Doğu Almanya’yı ziyaret etmekte olan Che Guevara ile tanıştı. Dünyanın hayran olduğu devrimciye tercümanlık yaptı. Küba’da yaşananları dünyaya anlatacak tercümanlara ihtiyaç vardı. Rusça, İspanyolca, İngilizce, Almanca bilen Bunke, Che’nin peşinden Küba’ya taşınmaya ve devrimcilerin safına katılmaya karar verdi. Havana uçağında yer ayırttı. Bindiği o uçakta, Nâzım Hikmet de vardı.

Nâzım, bu genç kadını fark etti mi; bilmiyoruz. Ama dünya onu çabuk fark etti.

Bunke bir süre Küba kadın örgütlerinde ve Eğitim Bakanlığı’nda çalıştıktan sonra “devrimi tüm kıtaya yayma, bir-iki-üç-daha fazla Vietnam yaratma” mücadelesinde Bolivya’ya gitmeye karar verdi. Askeri eğitim aldı. Ve 1964’te “Tanya” takma adıyla Bolivya’ya geçti.

Görevi, bir halkbilim uzmanı kimliğiyle yerleştiği Bolivya’da yöneticilere yaklaşıp Küba’ya bilgi sızdırmaktı. Bir anda kendini Bolivya eliti içinde buldu. Hatta Bolivya Cumhurbaşkanı’nın ilgisini çekmeyi başardı. Ve öğrendiklerini devrimcilere iletmeye başladı. Deşifre olunca direnişçilere katıldı. Gerillalar arasındaki tek kadındı. Che Bolivya’ya geçtiğinde, birlikte savaşacağı örgüt hazırdı.

Che ile yan yana

Tanya, 1967’nin 31 Ağustos sabahının ilk saatlerinde Rio Grande Nehri’ni geçerken pusuya düşürüldü, vuruldu.

29 yaşındaydı.

Cesedi bir hafta sonra piranalarca parçalanmış halde bulundu.

Che, bunun moral bozma amaçlı bir yalan olduğunu söyledi; ama çok değil, 2 ay sonra kendisi de bir başka tuzakta öldürülecekti.

Tanya ve Che’nin kemikleri, 1997 ve 1998’de peşpeşe bulundu, Küba’ya taşındı ve Santa Clara’daki Che Guevara Müzesi’ne kondu.

Bugün o müzede yan yanalar.

10 yıl önce Meksika’da, “Che’nin Kadın Gerillası: Tania” adlı bir kitap yazan Kübalı yazar Mariano Rodriguez, Tanya’nın 1961’de Havana’ya Doğu Alman istihbarat örgütü Stasi tarafından, Küba gizli servislerinin güçlendirilmesi amacıyla gönderildiğini öne sürdü. Che Guevara ile birlikte Bolivya’da çatışırken ölen Arjantinli Tanya, Nâzım Hikmet’in uçağının yolcuları arasındaydı.

Nâzım’ın Küba’ya ikinci gelişi, ilkinden 50 yıl sonra oldu.

Bu kez gelen, kendisi değil, heykeliydi.

Türkiye’den 35 sanatçı, Mehmet Aksoy’un yaptığı anıtı, tahta bir sandık içinde Küba’ya taşıdı.

Geziyi, Nâzım Hikmet Vakfı ile Şair’i 40 yıl önce ağırlayan Guillen’in adını taşıyan vakıf ortaklaşa düzenlemişti.

Nâzım’ı 108. doğum yıldönümü olan 15 Ocak 2010’da, Türkçe, İspanyolca şiirlerle andılar; anıtı da Havana’daki Şairler Parkı’nın güzel bir köşesine yerleşmesi ümidiyle Havana’da bıraktılar.

Anıt, Nâzım’ı demir parmaklıklar ardından özgürlüğe taşarken resmediyordu.

Ancak hem Nâzım, hem Aksoy kısmetsizdi.

Küba Hükümeti, anıtın dikilmesi yönünde karar aldığı halde, bir türlü yer gösteremedi.

Ömrünün önemli bölümünü hapiste geçiren Nâzım’ın anıtı da 5 yıllık bir tabut hapsine mahkûm oldu.

Mehmet Aksoy ise daha önce “tükürülen”, “yıkılan” heykellerinin üstüne bir de “sandığa gömülen” anıta sahip oldu.

Anıt taşınıyor

Yıllar geçti; Guillen Vakfı, 390 kiloluk bu dev anıtı saklamakta zorlandığını bildirdi. Anıt, Havana’daki Türkiye Büyükelçiliği’ne taşındı.

Büyükelçi Hasan Servet Öktem, Küba Kültür Bakanlığı’na başvurarak, kararı hatırlattı, anıta bir yer gösterilmesini istedi.

Ama olmadı.

“Ben her gün biraz daha gencim Havana’da” diye yazan Şair’in anıtına bir yer bulunamadı.

‘Teslim olmamak’

Geçen hafta Nebil Özgentürk ve Coşkun Aral’la birlikte Küba’ya gittiğimizde, Türkiye Büyükelçiliği’nde anıtı sorduk.

Büyükelçi Öktem, “Gelin göstereyim” dedi.

Yan odada kapının arkasında kaderine terk edilen kocaman bir tahta sandığı işaret etti.

Üzerinde 390 kilo yazan koca tabutun kapağını kaldırdığımızda, Şair’i 5 yıllık bir yeni mahpusluktan uyandırdığımız duygusuna kapıldık.

Tahta sandığın dibinde, beyaz köpükler içinde, demir parmaklıklar ardında, bronzdan bir mahkûm gibi yatıyordu.

Hürriyetinin üzerine yeni bir çivi çakılmış gibiydi.

Ama anıtın altına bakınca, bu hissiyatımıza Şair’in cevabını okuduk adeta:

“Esir düşmekte değil, teslim olmamakta bütün mesele...”

Dileyelim de Kübalılar, ülkelerini kendi ülkesi kadar sevmiş, yollarından keyifli türküler söyleyerek geçmiş bu komünist şaire, daha fazla gecikmeden, ismine layık bir köşe verirler Şairler Parkı’nda...

Atatürk’le yan yana

Bir teselliyle bitirelim:

Nâzım’ın anıtı, elçilikte bir tahta kutuda yatıyor, ama büstü, Havana Havaalanı yolundaki şirin bir parkta dimdik duruyor.

Eski Eskişehir Tepebaşı Belediye başkanı Ahmet Ataç tarafından 2003’te dikilen büstün altında, Nâzım’ın Castro için kaleme aldığı dizeler yazılı...

Büstün hemen yanında ise dünyanın tanıdığı Türk’ün, Atatürk’ün büstü var.

Atatürk ve Nâzım, Havana’da bir parkta, yan yana bakıyorlar dünyaya... Onlara bir çınar altını çok gören, heykellerinin yerine çay bardağı dikmeye yeltenen geri kafalılara, “Dünya kıymetimizi biliyor” diye nispet yaparcasına...

-BİTTİ-

Yazı dizisinin 1. Bölümü: Tokalaşma çağı

Yazı dizisinin 2. Bölümü: Küba dünyaya bağlanmaya çalışıyor

Yazı dizisinin 3. Bölümü: Küba'ya cami hayali nasıl çöktü?


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon