Hatalarımla ve Gonca'yla gurur duyuyorum

Oyuncu Gonca Vuslateri, pek çok yeni fikirle çıkmış karantinadan. Enerjisi birikmiş. Çok okumuş. Önümüzdeki dönem oyunculuğa yoğunlaşacağını söylüyor. En son Sezen Aksu'nun sözlerini yazıp bestelediği şarkısı 'Hep Bi Şey Eksik'le buluştu sevenleriyle bu pandemi sürecinde. Hatta sosyal mesafeli konserler bile verdi. Vuslateri ile salgını, yaralarımızı, olanı biteni, kadına yönelik şiddeti, sanat projelerini konuştuk. "Türkiye’nin en önemli kutuplaşması maske takanlar ve takmayanlar oldu. Ellerini yıkayanlar ve yıkamayanlar. Bir de ne kadar yıkasalar da o lekeyi asla çıkaramayanlar. Korkunç bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın her yerinde ırkçılık ve şiddet yaygınlaştıkça yaygınlaşıyor" diyor.

Yayınlanma: 24.08.2020 - 16:23
Hatalarımla ve Gonca'yla gurur duyuyorum
Abone Ol google-news

- Yeni şarkınıza gönderme yaparak başlamak istiyorum... Ne eksik? Sizce tam olabilmek mümkün mü? 

Dünyaya geldiğimiz gün, anneyle aramızdaki bağı kestikleri an itibariyle ikinci hayatımıza merhaba diyoruz aslında. İlki kısa sürüyor ve bir kalabalığın içine dalıyoruz. Kaos belki de. Adını nasıl çağırırsanız. Sezen Aksu’ya ait olan söz ve beste de dendiği gibi: Sıcak bir kucaktan savrulunca dünyaya, bütün hikaye orada başlıyor aslında. Bazen sizin varlığınız yahut hiç hissetmediğiniz bir aşk karşınızdaki insanın eksikliği oluveriyor. Bunu saptamak zor. Hepsi bir kenara bu eksikliği neden olumsuz taraftan alalım ki?

- İyi yanından bakalım yani...

Merak var mesela. Yalnızca bu hissiyatın getirdiği koca bir mitosun parçalarıyız. Merak bilgiye duyulan iştiyaklı bir bağlılıktır. Eksik olanı hissetme “daha fazlasının olduğunu biliyor olmanın ” rahatsızlığından geliyor olabilir. Bir rahatsızlık hakim olacaksa ben bunu seçerim açıkçası. Agah Aydın geçenlerde bu parça için şöyle bir yorum yapmış. Kendisinin sıkı takipçisiyimdir. “Ömrünüzün her anında bir tahtanız eksik, o tahtaya arzunuz daim olsun.”

"Bir süre daha aşık olmam ben. Olduklarımdan da pek bir şey anlamamışım. İki sığıra bir saman bölemeyen adamlar beni buldu özetle son bir iki yılda. Şimdi daha şanslıyım. Hayatımın en büyük aşkı olan kendimle birlikteyim. Bu ilişki gider diyorum." (gülüyor)

Fotoğraflar: Kaan Sağanak

MÜZİKLE BESLENİYORUM

- Oyunculuk, yazarlık, müzisyenlik... Hangisi ağır basıyor hikayenizde? Oyuncu Gonca, şarkı söyleyen Gonca, yazan Gonca...Bu üç kadında ne gibi farklılıklar, buluşmalar var?

Ben bir oyuncuyum. Onlar benim mesleğimin kolları. Bedenimde saran damarlar. İç içe yetişmiş bir eğitim sıkalamız var. 1950’liler Türkiye’sinde de bu çoklu yatırımın örneklerini daha fazla görmüşsünüzdür. Sinemada seks filmleri furyası zamanı, bir çok alanda kendini göstermeye başladı bu furyaya dahil olmak istemeyen insanlar. Hepsini sahnede izledi ailemiz. Yahut Hümeyra gibi Ayla Algan gibi bizim jenerasyonun divası Zuhal Olcay gibiler, meslek kolu haline getirmeyi başardı. Ben buralarda gezmek istiyorum. Müzikle çok besleniyorum. Müzisyenlerın bazı snop olanları eleştiri adı altında çok önyargılı bu işlere. Bir an dedesi pamuk tarlasında çalışırken teninin rengi yüzünden kölelik görmüş bir siyahla konuşuyorsunuz zannedersiniz. Üstelik yalnızca standartları çalarak yapar bunu. Fakat müziği gerçekten seven ve üreten insanlar içlerindeki çoğalma güdüsünü engelleyemezler.Oyunculuk da öyle.Yazarlık da. Bu yüzden mühendislik olarak çok farklı bulmuyorum. Bu üç kadına gelirsek. Seçimlerimiz, içimizdeki kişi sayısı değildir. Bu üç kadın da bu röportajı yapmak istediğine göre demek ki bir sıkıntı olmuyor şakasını da yapayım.

- Dışarıdan bakan çok şanslı biri olduğunuzu düşünür, pek çok alanda kendinizi var edebiliyorsunuz. Sizce de öyle mi? Başarının, sürekli üretimin sırrı nedir sizce?

Şanslı değilimdir açıkçası. Pek inanmıyorum. Benim gibi hayat hikayesi olanlar şansa pek inanmaz. ‘Tefekkürden daha iyi ibadet yoktur’ demiş Tamburi İzak Efendi. Çok severim bu lafı ben. Ne varsa düşünmede var bence. Ne geliyorsa elden, düşünceli olmaktan geliyor. Bana sorsanız her sıradan insan gibi halime şükür etmeyip saatlerce şikayet de edebilirim. Hayatımı, işimi, sevgilerimi. İnsanın doğasında var bu. Sürekli üretimin kaynağına gidip sıkıca sarılmak tek hedefim. Hayat aklımı bulandırdı son on yıldır.

- Nasıl oldu bu?

Başarı nedir? İlişki nedir? Politika nedir? Arkadaşlık nedir? Kariyer nedir? En önemlisi mutluluk tam olarak nerededir? Çünkü mutluluktan önce sıraladıklarım, daima olmasa da idare ederim dediğim şeylerdi. Fakat üzerleri çizildikçe eksilmeye başladığımı hissettim. Başarının sırrı nerede peki? Kendinle başarı arasındaki o sır için deli gibi çalışmakta bence.

"Üstesinden gelme, yaşanılan şeyleri birlikte başka bir şeye dönüştürme kültürüne sahip olmasaydık bugün yerin dibindeki küçücük bir taşın altından Göbeklitepe çıkmazdı sanırım. Bu dünyada kalıcı olmadığımızın hiç bir kitaba başvurmadan bilincinde olmuş bir toplumun gündelik hayatı zenginleştirmek için verdiği mücadeleden, yalnızca kendimizi zenginleştirmek ve yüceltmek bencilliğine  nasıl atladık bilmiyorum."

OYUNCULUĞUN BENJAMİN BUTTON'U

- Oyunculuk kariyerinizde geniş kitleler sizi Yalan Dünya ve Vasfiye karakteriyle tanıdı desek yanlış olmaz sanırım…

Ben çok güzel projelerde oynuyorum. İyi seçimler gerçekleşiyor. 3-4 yılda bir dizi çekiyorum. Jane Fonda’nın dediği gibi “hayatımda karavandan sete yürürken oynadığım kadar hiç bir yerde bu kadar güzel oynamamışımdır.”  Çok gülüyorum bu lafa. Öylesine doğru ki. Kariyer algım değişti. Bizler bu oyuna girmezsek “arıza oyuncu” denir. Bu gerilim yüzünden oyuncular sette hep gereksiz iyidir ve bu istismarvari durumu böyle güzel anlatabilmek alkışlanası. İnsanların yaşınız ilerledikçe size setin içinde biçtiği onca “yaşlı kadınlık” ya da rol bazında “hmm... asla genç kız olamaz, olsa olsa mağdur veya anne olabilir” kalıpları içinde en doğru projelere çağırılan oyunculardan biri oldum. 28 yaşında 70 yaşında kadın oynayarak oyunculuğun Benjamin Button’ı oldum sanırım. Bizim çok gelişmiş bir sinema sektörümüz olmadığı için bir kadın oyuncunun en iyi yaptığı beş işi oluyor. Alın teriyle yapabildiği. İyi yönetmen, iyi yapım, muhteşem senaryo ve ekip. Bu saydıklarım beş olursa iyi. Bende oldu. Üç şirket sayabiliyorum pek şükür. Hepsi de kariyerime katkıda bulundu. Ama ben de hakkını çok iyi verdim bence.

- Dramı ve komediyi çok iyi oynayabilmeyi her oyuncuda göremiyoruz. Siz risk alabilen bir oyuncusunuz... En çok hangi alanı sevdiniz?

Aslında okulda her ikisi üzerine yoğun bir ders alıyoruz. Ağırlık verdiğimiz yön kendini zamanla belli ediyor. Ben ikisinde de kendimi daha rahat hissediyorum.

SEZEN AKSU'YU OYNAMAK İSTERİM

- Yakın zamanda hangi projelerde göreceğiz sizi?

Önümüzdeki yıl tarihten sevdiğimiz bir karakter için ayrıca çalışıyorum. Güzel planlar var. Oyuncu dostum Pınar Öğün ile ortak çalışmalarımız olacak. En son birlikte şiir kitabımı yapmıştık. Cardiff’de bir kısa film ve album planımız var. O Kelt kültürüne odaklı çalışmalar yaparken ben de hem burada hem de orada ortak çalışmalar yapacağım. Oyunculuk ağır basacak. Bu sene butona basmaya başlarım 2 senedir dizi yapmıyorum. Bu süreçte yine gelişe gelişe enerjim patlayacak. Kutlukhan Perker’in tavsiyesiyle çok tatlı bir projeye atılıyorum. Bir kitap olacak. Sekiz bölüm dizi yazdık Ferhat Uludere ile. Onu detaylandırıp belki üzerine eğiliriz. Bilmem. Tonla şey. Fikirler, hayaller, çalışmalar. Bir de üzerinde çalıştığım projesine asıldığım teknoloji ve tarihsel olayları biraraya gelmişcesine izleyeceğimiz bir tiyatro projesi. Fakat henüz proje aşamasında.

- Kimi oynamak istersiniz peki?

Oynamak istediğim insanları çalışıyorum. Esengül’ün hayatını oynamak isterim. Sezen Aksu, Aysel Gürel, şimdi ismini vermek istemeyeceğim bazı kadın cinayetleriyle ilgili belgesel tadında kısa diziler olabilir.Tonlar istek fikir var kafamda. Bu sene artık Çağan Irmak ile çalışmak isterim. Ümitleniyorum ümitleniyorum bir aksilik oluyor. Çok da sevdiğim arkadaşımdır. Onun fimlerindeki kalp ritmlerini çok seviyorum ben.Türk toplumuyla farklı bir diyaloğu var.

"Ben kutuplaşmadan çok bir süre istesek de ortada kutup mutup kalmayacağını düşünüyorum. Memleket nereye giderse gitsin. Döneceği yer iyiliğin, doruluğun ve gerçeğin değişmezliğinden başka bir şey değil. Bunları da söylemekten tedirgin olmuyorum. İyi niyetin ve sevginin sınır tanımaz fanıyım. Bu da korkmamı engelliyor. Anlaşamadığım pek kimse yok. Tedirgin olmaya da zamanım yok."

KORKUSUNU ENGELLEYEN ŞEY...

- Türkiye'deki kutuplaşma çok ciddi bir hal aldı. Tedirgin oluyor musunuz yoksa yazıp söylemekte özgür hissediyor musunuz kendinizi? Nereye gidiyor memleket böyle...?

Türkiye’nin en önemli kutuplaşması maske takanlar ve takmayanlar oldu. Ellerini yıkayanlar ve yıkamayanlar. Bir de ne kadar yıkasalar da o lekeyi asla çıkaramayanlar. Korkunç bir dönemden geçiyoruz. Dünyanın her yerinde ırkçılık ve şiddet yaygınlaştıkça yaygınlaşıyor. Sosyal medya üzerinden haberdar olunan tecavüzler, kesip biçilen kadınlar, kendiliğinden düştü adı verilen cinayetler. En acısı da en büyük indirimin “delilik” olduğu bir yasal işleyiş. “Bir an gözüm döndü”, “Bir an delirdim,akli dengem de yok zaten” denildiği anda her şeyin affedildiği, ucuz paralara serbest bırakılan katillerin serbestçe dolaştığı bir metrekarede nefes almak. Suçun bağımsız olduğunu unuttuğumuz o tragedyanın içinde insanlığı bir kez daha acılar içinde sorgulama halimiz. O halin adı yalnızca benim ülkem değil. Dünyanın kendisi bu halde.

- Nasıl hissediyorsunuz bu ortamda?

İşte bu noktada sanatla iç içe olmak, sarılmak,birliği hissetmek. Binlerce koltuğun farklı fikirlerle yanyana oturduğu ve aynı dertten muzdarip olduğu detayları seyirciye sunmak öyle yüce bir duygu ki. Bir insan sırf bunu özleyerek pandemi geçirebilir mi? Tiyatrolarda yer göstericilerden tutun da tonla sahne arkasında çalışan insanın geçimini yüreğinden hisseder mi? Ben kutuplaşmadan çok bir süre istesek de ortada kutup mutup kalmayacağını düşünüyorum. Memleket nereye giderse gitsin. Döneceği yer iyiliğin, doruluğun ve gerçeğin değişmezliğinden başka bir şey değil. Bunları da söylemekten tedirgin olmuyorum. İyi niyetin ve sevginin sınır tanımaz fanıyım. Bu da korkmamı engelliyor. Anlaşamadığım pek kimse yok. Tedirgin olmaya da zamanım yok.

- Yazarken nasıl bir çalışma sisteminiz var?

Yazarlık ayrı bir mühendislik işi. Bir proje var kafamda. Kendi zamanında yaratılırsa ne mutlu. Çok kısa söz etmiştim zaten ama etmeyeyim şimdilik. İki proje var kafamda. Bir ara Cardiff’e uzun dönem gideceğim orada yine bir proje hazırlayacağım. Bunlar birikecek ne olacak bilmem. Elim çabuklaşacak, zihnim beslenecek ve bir gün beni mutlu edecek olan o yegane hedefe ulaşılacak bu konuda da dilerim.

GİDENLERİ DEĞİL KENDİMİ KAHRAMANLAŞTIRIYORUZ

- Karantinayı nasıl not ettiniz belleğinize? Torunlarınıza nasıl anlatırsınız misal...

Böyle kitlesel travmaların toplumda kalıcı hasarlar bıraktığını tarihten biliyoruz. Golü yemeden stratejiyi belirleyemiyoruz hayatta. Birileri sanki hayrımıza ölüyormuş gibi elimiz kolumuz bağlı bir şekilde mücadeleye devam ederken gidenleri değil kendimizi kahramanlaştırıyoruz. Üstesinden gelme, yaşanılan şeyleri birlikte başka bir şeye dönüştürme kültürüne sahip olmasaydık bugün yerin dibindeki küçücük bir taşın altından Göbeklitepe çıkmazdı sanırım. Bu dünyada kalıcı olmadığımızın hiç bir kitaba başvurmadan bilincinde olmuş bir toplumun gündelik hayatı zenginleştirmek için verdiği mücadeleden, yalnızca kendimizi zenginleştirmek ve yüceltmek bencilliğine nasıl atladık bilmiyorum. Belki de doğru bir araştırmacıya kendimizi teslim edip bu ülkenin masalını tekrar dinlemeliyiz yakında tam tornistan emri verilmeden. Karantina bana ne öğretti?

- Ne öğretti?

Yeni bir şey yok açıkçası. Bildiklerimize baktım ve aferin aldım bence. Hala insanlığı ve ülkemi çok seviyorum. Dünyayı,sanatı,her inanıştan insanı.Hadi biraz hafifletelim bu konuyu. Koşmanın, dikkatli beslenmenin önemini de çok hissettim. Yemek yapıp götürdüğüm “yeter artık kilo aldıracaksın” diyen büyüklerim de oldu. Yine de keyifliydi. Akşam saatini bekleyip ülkemin sağlık çalışanlarını alkışladım. Bulutsuzluk Özlemi’nden “Yaşamaya Mecbursun” açtım bir gün. Bütün mahalle camlara, balkonlara çıkıp birbirimize şarkı söyledik. Her şeyden önce sağlık dedik. İnanılmaz kitap okudum bir de. Pandemiden biraz gözlerim ağrıyarak çıkacağımı biliyorum.

(Kötü hissettiğinde) "Kahve içip kapatıp fal bilen eş dostu arayıp içimi karartmakta ustayımdır. Köpeklerimle yürüyüşü severim. Galata Köprüsü’ne gidip çay içeye bayılırım. Kapşonumu çekerim. Saatlerce dururum gece yarısı orada balıkçı amcalar çay verir İstanbul’u seyrederim."

AİLE İÇİ ŞİDDETİN TASVİRİ YOK

- İstanbul Sözleşmesi'nin aileyi yıktığı iddiasıyla tartışılması söz konusu. Biz elbette biliyoruz ki aileyi şiddet yıkıyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu tartışmalara ve aile kavramına dair? 

Ben annesi babası çok küçük yaşta boşanmış bir kız çocuğuyum. Kendi içlerinde saygı duyduğum kişilikleri olmakla beraber süreci doğru yöneten bir ailem olmadı. Aile içi şiddet konusunda her zaman söyleyecek sözü olan bir çocuk tarafım var ve ne yazık ki onun anası da babası da ablası da benim. Ne mutlu ki bu konuda  her gün daha da bilinçlenmek için kendimi geliştiriyorum. UNICEF'i okuyorum bu sıra. Özeliikle son yıllarda çocuklar üzerinde yaptığı araştırmalar. Oynadığı oyunlar bile değişmiş çocukların. Saklambaç oynuyorlar. Hepsi saklanmak istiyor bu çocukların. Bulunmamak istiyorlar anlatabiliyor muyum? Onları oradan çıkaracak yasa nedir sormak istiyorum. Kalbimin acısını enginarlı dolma evrağı mı İstanbul Sözleşmesi mi artık adına ne derseniz deyiniz. Geçirsin gitsin istiyorum. Bu ülkenin benim çocukluğuma “artık geçti o kötü günler” deyip yanağımı okşama borcu var. Tasviri yok bu işin. İnsana insanca hakları verilmeli. Geri verilmeli. Var edilmeli. Aile içi şiddet ile ilgili böyle saarlerce konuşuruz seninle.

- Ya aile olmak?

Aile olmak çok başka bir konu. Bir sosyoloji bölümü tezi. Ortak bir atanın torunları demektir aile. Şimdilerde diyoruz ki en küçük toplum. İlk toplum tecrübesi daha modern bir dille. 2017’de yapılan araştırmada dediler ki beş yeni homo sapiens yani modern insan fosili buluyor. Afrika’da sanırım. Diğer bulgularla karşılaştırıyorlar. O zamanki kafatasları bizimkiyle aynı. Ateş mateş bulunmuş yani. Hani Cihangir’den geçmişlerdir. Araştırmacı bununla ilgili konuşurken diyor ki  “artık insanların tek bir beşiği olduğu düşüncesinden vazgeçmemiz lazım.” Benim fikrim belli. Eşinden yediği dayaktan bir gözüne buz tutarak bu röportajı okuyan o anneyi duymak gerekmiyor mu?

HANGİ SEKTÖRDE OLURSAN OL KADIN İKİNCİ PLANDADIR

- Kadına yönelik şiddet sizce nasıl sona erebilir? Deniz Bulutsuz'un yaşadıkları karşısında sanat dünyası nasıl bir sınav verdi sizce?

Soruyu tam anlayamadım. Gazeteciler nasıl tepki verdi? Esnaf? Bankacılar? Sanat dünyasının sınavı olmadı bu konu. Olduysa benim haberim olmadı açıkçası. Şiddet şiddettir. Kim uyguladıysa, kim kimi zor durumda bırakmışsa cezasını çekmelidir. Bu sorunun bir kutucuk oluşturacağını biliyorum. Siz de gazetecisiniz sonuçta ama bir kadın ismi vereceksem ne sevgili Deniz olur bu ne de ne de sanat dünyasının sınavını sorarım. Çünkü sorunun derinliğine magazinel bakış getiriyor. Ben bugün ülkenin en saygı gösterilen bir gazetesine ”müsait olmak” ile ilgili bir yazı yazdığımda kapakta yer aldığımı görüp tepki veren yazarlar olmuştu ve canım çok yanmıştı. "Bu kızın neden büyük resmi konuldu" diye. Daha sonra çözüldü bu konu elbet. Hatırlamıyorum bile, kaç yıl evvel. Diyeceğim bu hangi sektörde olursan ol kadın ikinci plandadır. Hangi sektörde olursan ol. Senaryolarda bile. Gazetelerde bile. O kadar çok kadın gazeteci arkadaşım var ki. Kadına yönelik şiddet konusunu bence nasıl sona erebileceğini kadın gazeteciler yazmalı. Uzun uzun anlatmalılar hem de. Şiddetin ağır bir bedeli olmalı dünyada. Çok ağır bir bedeli olmalı. Dersini alanı da anlamalı. Alsa ne olur almasa ne olur dediğimiz o kahredici kötücüllerin yok olmalarını istememizi de anlamalı.

ERKEK OYUNCU İÇİN BAŞKA KADIN OYUNCU İÇİN BAŞKA

- Sizin hiç 'kadın olduğum için bunları yaşadım' dediğiniz durumlar oldu? Olduysa nasıl baş ettiniz bu durumla?

Konservatuara giderken olmuştu elbette. Benim kadın tacizine uğramış çok yakın erkek bir arkadaşım var. Üzerine kitap yazdı bu konuda. Bazen konuşuyoruz. Hissettirilen ve üstelik gündelik yaşam adı altında öyle çok istismarlar var ki. Sadece kadın olduğumuz için sette bir problem çıktığında kadın oyuncu için “çok zor bir oyuncu”denir. Erkek içinse “bugün neye gerildi acaba” denir. Hatta ulan! diye bağırdığı anda abim benim ne oldu diye koşanlar nargilesini taşıyanlar olur. Kendi mesleğimden örnek veriyorum ama her meslekte bu pozitif ayrımcılıklar falan yaşanmakta. Benim yaşım, yaşımın ötesinde bir yaşmış gibi oldu sektörde. Ben artık aile gibiyim çoğu yapımcıyla. Ama buraya gelene kadar elbette ayağımın taşa takıldığı, kalbimi paramparça eden şeyler yaşamışımdır. Beni ürküten suçu kendine mahçup ettirmeyi öğretti hayat. 17 yaşından beri yalnız olmanın avantajı. İnanılmaz niyet okuyor insan.

"Sadece kadın olduğumuz için sette bir problem çıktığında kadın oyuncu için “çok zor bir oyuncu”denir. Erkek içinse 'bugün neye gerildi acaba' denir. Hatta 'ulan!' diye bağırdığı anda abim benim ne oldu diye koşanlar nargilesini taşıyanlar olur. Kendi mesleğimden örnek veriyorum ama her meslekte bu pozitif ayrımcılıklar falan yaşanmakta. Benim yaşım, yaşımın ötesinde bir yaşmış gibi oldu sektörde. Ben artık aile gibiyim çoğu yapımcıyla. Ama buraya gelene kadar elbette ayağımın taşa takıldığı, kalbimi paramparça eden şeyler yaşamışımdır."

CANLI CANLI BİRLİKTE OLMAYI ÖZLEDİK

- Kendinizi kötü hissettiğinizde elinize alıp baktığınız bir kitap var mı?

Rollo May-Yaratma Cesareti

Victor Frankl-İnsanın Anlam Arayışı

Eduardo Galeano-Yürüyen kelimeler

Mehmet Güreli ve Salah Birsel okurken cennetin kapıları açılır önümde. Cehennemi bile severim.  

- Şu sıralar en çok nefret ettiğiniz şey ne? Ve sizi umutlandıran heyecanlandıran şey ne oldu?

Çevre düzenine hakaret eden ve hala yere tükürenlerden yıldım. Plastik atıklarımız için belediyelerin çok az konteynır tahsis etmesinden, sokak hayvanlarına eziyetten, doğru düzgün barınak olmadığı gibi onlara şiddet uygulanmasından.Tonla şey beni çok üzüyor. En heyecanlandığım şey, yeni yazarlar. Yeni resimler. Yeni fotoğraf makinam. Yeni saçım.Yeni projeler.Yeni sergiler. Açık havada sosyal mesafeli olabilecek etkinlikler. Dijital dünya elbette bize çok destek oldu bu dönemde ama çok özledik canlı canlı birlikte olmayı.

GONCA'YLA GURUR DUYUYORUM

- En büyük pişmanlığınız nedir? Ya da en büyük 'iyi ki'niz?

Bazen gerçek olmayan ve ruhuma iyi gelmeyen şeyler konusunda biraz fazla diretiyorum. Kahramanlık travması sanırım. Ben çözerim,ben bakayım,ben üstesinden gelirim bu insanın. Bu şekilde bir çabaya sevgi dediğim anlar olmuştur. Aslında her insanın başına gelen bir şey bu illüzyon.Yerine koyma psikolojisi. Yıkılmış duvarlara sarılan insanları yansıttığım projeksiyon makinam var sanki. O yıkık duvar ve yıkık insanlara iyi şeyler yansıttığım talihsiz bir yıl geçirdim. Sevgili,arkadaş adına ne dersiniz deyiniz. Pişman mıyım? Orayı bilemiyorum. İyi gelmediğini hatırlıyorum. Böyle böyle hayatın bu can yakıcı sınavlarını hiç korkmadan, kaçmadan verince ardından illa ki bir iyi ki oluyor.Yoksa onun dışında byük pişmanlıklarım yok. Hatalarımla ve Goncayla onur duyuyorum. Elinden geleni yaptı çünkü.

- Ve aşk… Sizin için nedir aşk? Liseden beri nasıl değişti aşk halleriniz? Nasıl bir aşıksınız? 

En uzun baktığım soru bu olduğuna göre bir süre daha aşık olmam ben. Olduklarımdan da pek bir şey anlamamışım. İki sığıra bir saman bölemeyen adamlar beni buldu özetle son bir iki yılda. Şimdi daha şanslıyım. Hayatımın en büyük aşkı olan kendimle birlikteyim. Bu ilişki gider diyorum (gülüyor)

ÖPÜŞMEYE SANSÜR, KANA YOK

- Sizce TV dizilerinde aşkın işleniş biçimi kadına yönelik şiddeti artıran faktörler arasında mı?

TV dizileri konusunda dünyadaki örnekleri izlemek gerekiyor bence. Çok kısır konular oluyor genellikle. Bir ya da iki proje hakikaten bizi içine alıp bir yerlere sürüklüyor. Kadına şiddet konusundan TV’de gösterilmesiyle ilgili duyulan endişenin başında sansür geliyor elbette. Öpüşmek, içmek, konuşmak ve daha bir çok konuda sansür varken hatta çocukların sağlığı ya da kötü örnek teşkil ediyor derken bu şekilde bir yayına hiç ses çıkarılmaması tuhaf, silahlar patlıyor her dizide, kan içinde herkes. Fakat hiç sıkıntı yok.

- Neden?

Biliyorum o kanları yaparken yurt dışı satışları da düşünülüyor. Oradaki yayınlarda sansür olmuyor elbette. Türk dizileri ciddi anlamda yurt dışına açıldı artık. Oradaki pazarda yerini bulamayan burada ekranlara veda ediyor. Pazarı çok daha farklı. Dolayısıyla gerçekten iyi iş yapmak mesela bir Asmalı Konak ya da İkinci Bahar ya da İstanbullu Gelin yapmak için genellikle dijital platformları tercih ediyor seyirci. İzleyici kendi hayatında yeterince dokunamadığı hikayeleri görmek ve o yansımanın içinde unutulmuş bazı anılarına sarılmak ister. Bu sansürlerin en fenası yaşamı hatta rutinlerimizi bile sıkıcı ve tekdüze yapması. İyi ki ben televizyonda Bir Demet Tiyatro ya da Huysuz Virjin dönemini canlı canlı yaşadım.

- Yine oyunculuğa dönmüş olacağım ama İnstagram'daki Frida tiplemeniz çok güzel. Belki bu konuda bir şeyler yaparsınız ileride?

Çok sevindim böyle düşünmenize. Eğleniyorum. Belki ileride bir şey olur. Şimdilik böyle bir düşüncem olmadı.Telefondaki bazı aplikasyonlarla bu şekilde eğlenmek Muppet Show gibi insanı oyalıyor ve başka dünyaya sürüklüyor. Kuklalara sardım bu sıra. Çok gülüyorum. Hatta Muppet Show’a tekrar girdim. Acayip bir mizah. Yıllar geçmiş hala yaşlanmıyor komedileri.



Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler