Gösteri toplumunun hazin bireyi!
Tanımadığımız insanların yaşamlarına bakıyoruz. Bakıyoruz da, ne görüyoruz? Mesele ruhlarına, düşüncelerine dair ne biliyoruz?
1.
Gösteri çağında, kimse “an”ı yaşamayı beceremiyor; nasıl olsun ki? Diyelim hava güzel, bir öğle sonrası sevdiklerinizle park gezmesine gideceksiniz –hoş korona günlerinde tavsiye edilmez ama- daha sağa sola bakıp, temiz havayı solumadan, hemen biri çıkıp: “Haydi selfi yapalım” diyor. Ortam bozulmasın diye uzatıyorsunuz kafayı, çile bitti sanırken, herkesin kafasını telefona gömüp; “Acaba kaç beğeni aldık?” derdine tanık oluyorsunuz, hazin bu.
Yaşam sürekli ıskalanıyor. Maça gidince golü bu yüzen kaçırıyor insanlar, konserde en güzel şarkı böyle güme gidiyor. Paylaşım güzeldir elbette de, salt görünme telaşına düşünce ciddi bir sorun olduğu ortaya çıkıyor. Nitekim psikiyatri bu durumu “bağımlılık” olarak görüyor ve tedavi edilmesi gereken hastalıklar arasında sayıyor.
2.
Tanımadığımız insanların yaşamlarına bakıyoruz. Bakıyoruz da, ne görüyoruz? Mesele ruhlarına, düşüncelerine dair ne biliyoruz? Bu da engelleniyor zaten, çünkü filtre var, sadece görsel olarak bizi dönüştürmüyor, aynı zamanda yeni kimlik yaratıyor. Yani? Artık kimse kendi değil. Hatta görünmek istediği kişi bile değil. Çünkü düşünceden yoksun kimsenin “nasıl biri olayım” diye kaygısı bulunmaz. Sadece genel geçer, moda olana öykünür. Üstelik doğru dürüst sözcükleri olmadığı için de dilsizdir. Gördüğünüz kimse size ses veremez, verdiğinde de; örneğin şimdilerde sıkça yaygınlaşan videolara bakıyorum, konuşmalar genellikle ünlemelerle kesiliyor.
Hangi duyguyu hangi sözcüğün ifade edeceğini bilmeyen insanlar topluluğu bu!
3.
Korona günlerinde yaygınlaşan bir diğer etkinlik instagram canlı yayınları oldu. Bir yerden bakınca demokrasiye hizmet gibi algılanabilir; şöyle ki, ifade özgürlüğü gelmiş memlekete herkes konuşuyor işte, diye düşünebiliriz. Oysa şöyle kafayı uzatıp bakınca herkesin görünmek istediği, ancak niye orada bulunduğundan da bihaber olduğu tabloya tanıklık ediyoruz. Diyelim gazeteciliğe heves etmişler, güzel. Peki, sizi niye izleyelim biz? Soru ortada kalıyor. Biri diğerine “naber” diyor mesela. Kitlenin ilgisine sunulan gösteride, biz sokak dilinde, bayağı, herhangi düşünce, yaratı içermeyen bir konuşmayı niye izleyelim ki? Hoş meraklısı bol! Çünkü yığınlar “naber”den öte cümle kurmaktan aciz. Alınan yanıt da ortada: “iyi, senden naber!”
4.
Gösteri toplumu, izlence ilgi çekici olsa keyif verebilirdi belki. Orta yerde izlemeye, dinlemeye değer herhangi bir fikir, yaratı olmayınca, geriye sadece “görünme” arzusu kalıyor. Herkes bilinmek istiyor, hangi gerekçeyle olduğunun önemi yok, yeter ki “benden haberleri olsun” istiyor insanlar. Bu durum toplumsal şizofreniyi besliyor. Her yaptığı eylemi görünür kılmak, ya kendini aşırı önemli saymak anlamına gelir ya da artık bu bağımlılık yüzünden hakiki yaşamdan kopmuş olmak demektir. Elbette anıları belgelemek, yeri gelince bakmak, ansıma ve üzerine düşünmek güzeldir. Keyifli bir doğa görüntüsünü insanlara aktarmak da anlamlı kuşkusuz, ama ötesi için ne diyeceğiz?
5.
Toplum yaratıcı fikirden yoksun artık. Yaşanan iletişim olayı değil. Milyonlarca göz önünde, bir türlü mücadele verme halidir bu. Her an, sayıların artışıyla birlikte daha “bilinir” olmak demektir. Fotoğrafların altına yazılan cehalet ürünü metinler için kalem oynatmaya değmez. Üstelik hayli önemli sayılan sanatçı, gazeteci, akademisyen türü insanlar da bunu yapıyor.
Söz giderek daha değerli, güç bulunur oluyor. Elbette buna gereksinim duyan için…
6.
Mesleğim gereği yıllarca ekranda olunca, artık bu amatör, heveskâr hallere pek katlanamıyorum. Yaşadığımız çağ böyle, esasen tam da bu yüzden yazı daha önemli hale geliyor, özellikle edebiyat. Bir An Bin Parça’da yazmıştım: “İnsan ruhu vizöre sığmaz” diye. Görünen her neyse, ardına bakmayı bilmek yazarın işidir; bunu beceremiyorsa romancılığından kuşku duyarım, salt sunulanla avunan biri düşünme yetisinden yoksundur. Bu “gösteri(ş) çağı”nda düşünceye kim gereksinim duyar tartışması ayrı, ancak bu türden bir hakikatin giderek ahmaklığa hizmet edeceği için; ırkçılığı, dinciliği, baskı rejimlerini de güçlendireceği de açıktır.
Asıl soruya görelim: “Ben niye ekranda olmalıyım?”
7.
Görünme fetişizmi/hastalığı başlı başına sorun. İnsanlar; “Sizi ekranda görmek istiyoruz” diyor. İlk ağızda kulağa hoş gelen bu söyleme kapılan kişi, giderek kendi suretine hayran olur. Oysa ekranda olmanın kendisi değerli, anlamlı değildir. Hangi sebeple orada olduğunuz önemlidir. Söz gelişi siyasal yorumcu biri, salt görünmek adına hakikati eğip büküyorsa, buna karşın ünü artıyorsa bunun yararı kimedir? Kaldı ki, göründüğünüz mecra artık düşünceyi taşıyamaz haldeyse, kendinize zarar vermeye başlar, sığ, bataklık ortamında debelenir durursunuz.
İnsanın kendine yapacağı en büyük kötülük ne tür olursa olsun “iktidara” esir düşmektir. (En başta kendi yarattığı iktidara) Artık orada hakiki yaşam hazzından, estetik ölçülerden, değerlerden söz edilemez. Bundandır “söz uçar, yazı kalır” denmesi. Herkesin belleğinde yer etmek mümkün değildir, ancak tarih, özelde edebiyat ayıklar. Orada olmak adına bu rengârenk(!) pespayeliğin parçası olmamak gerekir.
Dostlarla rakı içerken paylaşmak siyasal bir eylemdir, o ayrı elbette!
En Çok Okunan Haberler
- Bahçeli ile görüşmesini anlattı
- Soylu'dan 'Özür dileriz' çıkışı
- İşte Enes Güran'ın kolundaki ısırık izinin fotoğrafı
- 'Bundan 25 gün önce de...'
- AKP'li başkandan 'torpil' savunması
- İşte AKP'li belediyelerin 'etkinlik' harcamaları!
- Biberonla tiner içirilen bebek öldü
- AKP ve CHP döneminin harcama raporu!
- MEB’ten skandal karar: Müdüre üstün başarı ödülü!
- 'İsrail'e petrol sevkıyatı' gerilimi!