Goethe'nin yaşam yapıtı ‘Faust'!
‘Bir yazınsal izlek, bir tarihsel-toplumsal görüngüyü nasıl kalıcılaştırabilir?’ sorusunu, Goethe’nin, ‘Faust’ ile yanıtladığı söylenebilir. Bu soru, Goethe’nin yazınsallaştırdığı Faust izleğinde açıklanabilir. ‘Faust’, Türk-Yunan gerilimlerinin tarihi bakımından alımlanabilir. Türkiye, Goethe için ‘uzaklık’ demektir; sürekli aynı ve benzer olayların diyesi, savaşların yinelendiği yer demektir; tekdüzelik, değişmeme demektir.
‘Bir yazınsal izlek, bir tarihsel-toplumsal görüngüyü nasıl kalıcılaştırabilir?’ sorusunu, Johann Wolfgang von Goethe’nin, ‘Faust’ ile yanıtladığı söylenebilir. Bir yazınsal yapıtın yazımı ve alımlanımı bakımından önem taşıyan bu soru, Goethe’nin yazınsallaştırdığı Faust izleğinde açıklanabilir. Her yazınsal yapıt, her ülkede farklı okunabilir, yazınsallaştırılan izleğin o ülkeyle ilişkisi bakımından yorumlanabilir. Bu bağlamda ‘Faust’, Türk-Yunan gerilimlerinin tarihi bakımından ve okurun yazınsal yapıtı anlama ve anlamlandırma yetkinliğine koşut olarak alımlanabilir.
Goethe, 1587’de basılan ‘Doktor Faust’a İlişkin Halk Kitabı’nın yazınsallaştırmaya elverişli trajik öğelerini estetikleştirerek, başyapıtı olan ‘Faust’u ortaya çıkarır. 1480, 1540 ve 1541 yılları arasında yaşayan ve sayısız yapıta konu olan Faustus, büyü ve gizemin göstergesidir. Faust izleği, olağanüstü düşünme yetisi, güçlü öz-yapısı, tutkuları, özlemleri, hayalleri, çok yönlülüğü, bilgeliği, tutuculuğu, ilkeli yenilikçiliği ve her türlü çelişkiyi içinde taşıyan Rönesans insanını simgeler.
GOETHE’NİN YAŞAM YAPITI
Goethe’den önce aydınlanmacı yazar, düşünür Gotthold Ephraim Lessing de 1759’da yayımladığı ‘17. Edebiyat Mektubu’ ile Faust izleğinin güncelleşmesine katkıda bulunur. Bu düşünür, yazar 1767’de kardeşine yazdığı mektupta “şeytanla ilgili şeylerin olmadığı bir Faust; araştırma yaptığı için şeytanlaşan değil; tersine araştırdığı için Tanrı önünde aklanan bir Faust” yazmayı ereklediğini belirtir. Ne var ki, bunu gerçekleştiremez.
Lessing’le belirginleşerek ‘hakikati arama ve bulgulama’ çabaları, hem dönemin her türlü çelişkisini içinde barındırır, hem de insan aklının ve bilincinin özerkleşmesine ve etik değerler dizgesinin insancıllaşmasına katkı yapar. Etik değerlerin eşlik ettiği özerkleşen ve etkenleşen bilinç, eylemli kişilikler ve kahramanlar anlayışını pekiştirir. Bir yazınsal malzeme olarak Faust, insanın eşitliği-eşitsizliği, yetenekliliği-yeteneksizliği, her toplum kesimi için eşit siyasal katılım olanaklarının gerekliliği-gereksizliği gibi karşıt savların üretkenleştirilmesine uygunluğu dolayısıyla sürekli yeğlenir.
Karşıtlıkları, canlılık ve gelişim kaynağı olarak gören Goethe, Faust izleğini yazınsallaştırarak kalıcılaştırır. Faust’un yaşadığı dönemde kilise tarafından dinsiz olarak görülüp, aforoz edilmesi nedeniyle, Goethe, Faust izleğinde bir başkaldırıcıyı, bir isyancıyı görür. Yazarın, ‘Faust II’de Osmanlı egemenliğine karşı Yunan başkaldırısını yazınsallaştırmasının bir nedeni de budur. Faust, Goethe’nin yaşam yapıtıdır; yaşamı boyunca üzerinde çalıştığı, olgunlaştırdığı, onur ve övünç duyduğu, yaşanmışlıkları anlatılaştırdığı yapıttır. ‘Faust II’, ikinci yazının konusudur.
ÇOK UZAKLARDA TÜRKİYE’DE HALKLAR BİRBİRİNİ YERKEN...
Goethe, içinde yaşadığı dönemin başat düşünce akımı olan Aydınlanma kapsamında ‘ilerleme’ kavramını ve bu kavramın yol açtığı olumsuzlukları betimler. İnsanlığın ilerlemesi durdurulamaz; fakat ilerleme acılarla doludur. Faust, insanlığın ilerlemesinin etkenlik ve devingenlikle olanaklı olacağı savıyla kapsayıcılaşır.
Etkenliğe kaynaklık eden kaygı, üretkenlik ve iyimserlik yaratır. Bu nedenle, Goethe, Faust’u şöyle konuşturur: “İçinde etken ve özgür olarak yaşamak kesin olmasa da, milyonlara yeni (yaşam) alanları açıyorum!” Aydınlanmanın özünü oluşturan özgür ve etken yaşam alanının bu denli yerinde ve isabetli saptanması anlatımsız bir öngörüdür.
‘Faust I’de yer alan ‘Çok uzaklarda, Türkiye’de halklar birbirini yerken, pazar ve tatil günleri savaşa ve savaş çığlıklarına ilişkin bir söyleşiden daha iyi bir şey düşünemem!’¹ anlatımı önemlidir; çünkü bu anlatım, Goethe’nin deyişiyle, Türkiye’de sürekli vurup kırmalar, öldürümler yaşandığı izlemini uyandırır. Ayrıca bu tümce hem Almanya’da dönemin toplumsal belleğindeki Türk imgesine ilişkin olumsuz birikimi açığa vurur, hem de bu birikimin kalıcılaşmasına katkı yapar. Goethe’nin, “...hinten, weit in der Türkei...” (...çok uzaklarda, Türkiye’de...) sözü deyimleşerek kalıcılaşır ve duruma göre Türk ve Türkiye’ye ilişkin değerlendirimlerde bugün de sürekli güncelleştirilir.
‘SAVAŞ VE SAVAŞ ÇIĞLIKLARININ’ ÇAĞRIŞIMLARI
‘Faust’ üzerinde 1770’ten itibaren ölümüne değin çalışan Goethe’nin yalın ve olaylara ilgisiz bir Alman’a söylettiği ‘savaş ve savaş çığlığı’ sözünün toplumsal tarihsel kökleri, Ortaçağa dayanır. Goethe gibi bir yazar tarafından yazınsallaştırılan tarihsel olaylar, okuyucunun bilincini renklendiren, hatta birlikte belirleyen, ‘anlam gizil gücü’ işlevi görürler.
Goethe’nin ‘Faust’u yazmaya başladığı 1770’li yıllardan itibaren de ‘arka taraflardan, uzaklardan, Türkiye’den sürekli savaş’ haberleri gelmektedir; çünkü Akdeniz’de 1768-1774 ve 1787-1792 yılları arasında Türk-Rus savaşları sürmektedir. Böylece Goethe hem Alman kamuoyunun ortak bilincinin arka alanını oluşturan Türk savaşı ile ilgili tarihsel birikime gönderme yapar, hem de yaşadığı dönemin uluslararası ilişkileri bakımından önem taşıyan Türk-Rus savaşlarını ve bu savaşların Yunanistan’ın kurulmasını yapıtına içkinleştirir.
GOETHE’NİN TÜRKİYE ALGISI
Goethe, Türkiye sözcüğünü, Osmanlı İmparatorluğu’nun odak noktasını oluşturan yer anlamında kullanır. Türkiye bu yazar için, insanların sürekli olarak savaştığı, birbirini kırdıkları yerdir; barış ve huzurun olmadığı bir ülkedir. Nitekim Goethe, 28 Ocak 1828’de, Karl Friedrich von Reinhard’a yazdığı mektupta şu görüşleri dile getirir: “Dış dünyanın aynı devinmelerle kendisini açığa vurması, arka taraflarda, uzaklarda Türkiye’de insanların birbirini kırması, muhteşem bir biçimde olmaktadır. Lepanto (İnebahtı), Çeşme vs. zaferleri yenilenmekte ve biz sanki dünya tarihiyle ve yer yuvarlağıyla birlikte kendi eksenimiz etrafında dönmekteyiz.”
Bu düşünceler de gösteriyor ki, Türkiye, Goethe için ‘uzaklık’ demektir; sürekli aynı ve benzer olayların diyesi, savaşların yinelendiği yer demektir; tekdüzelik, değişmeme demektir. Türkiye hakkında bu ve benzer düşüncelerin Hegel ve Marx’ta da olduğunu ‘Batı Felsefesinde Oryantalizm Ve Türk İmgesi’nde ayrıntılandırmaya çalıştım.
¹ Johann Wolfgang Goethe (1981): “Faust”; Goldmann Verlag, 2. Auflage, Berlin/Weimar
En Çok Okunan Haberler
- Ölüm nedeni belli oldu
- İstanbul'da metro yangını
- Soylu'dan 'Özür dileriz' çıkışı
- AKP döneminde ne kadar harcanmıştı?
- 5 çocuğunu kaybeden anne yalanladı
- İşte AKP'li belediyelerin 'etkinlik' harcamaları!
- Süper Lig'de yayın geliri dağılımı belli oldu!
- 'Vız gelir tırıs gider'
- MEB’ten skandal karar: Müdüre üstün başarı ödülü!
- 'O saraya, ben davaya’