Gazeteci, siyasetçi, danışman... Oysa hedefi diplomat olmaktı

Uzun süredir Abdullah Gül’ün eski danışmanı Ahmet Sever’i ve siyasete bomba gibi düşen kitabını konuşuyoruz. Sever’i gazetecilik çevreleri çok yakından tanıyordu. Bu kitap ise onun ‘tabanla’ buluşmasına vesile oldu. Fakat hakkında yazılan çizilen o kadar şeyin arasında kim olduğu, nerede doğup büyüdüğü, gazetecilik mesleğine ve danışmanlığa giden yolun nasıl başladığı yoktu.

Gazeteci, siyasetçi, danışman... Oysa hedefi diplomat olmaktı
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 28.06.2015 - 12:47

Ahmet Sever’in hikayesi Konya Beyşehir’de başlıyor. Beyşehir’e bağlı Çavuşköy’de annesi, babası ve ablasıyla yaşarken baba, Belçika’ya işçi olarak gidiyor. Lise eğitimini Beyşehir Lisesi’nde tamamlamasının ardından annesiyle birlikte babasının yanına, Brüksel’e yerleşiyorlar. Öğretmenlik yapan ablası ise evlendiği için Türkiye’de kalıyor.

Brüksel’de ilk yıl dil eğitimiyle geçiyor. Bir yılda Fransızca meselesini hızlıca halleden genç Ahmet, ikinci yılda Brüksel Üniversitesi’nde eğitim almaya başlıyor. Bölüm Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler.

Üniversitede okurken aktif bir öğrencilik hayatı oluyor. Her şeyden önce farklı düşüncedeki insanların birbirini öldürmeye kalktığı bir toplumdan başka bir tartışma ahlakına sahip bir topluma geçiş başlarda onu çok şaşırtıyor, etkiliyor. İki insan birbiriyle kavga etmeden tartışmayı nasıl başarıyorlar, önceleri anlamıyor. 

Fakat bu özgürlük ortamı Sever’in hayatını ve siyasi düşüncelerini büyük ölçüde etkiliyor.

Daha Brüksel’e gelmeden, Beyşehir’deyken biraz da içinde bulunduğu kapalı topluma bir tepkiden doğan sol kimliği, Brüksel’de yerini fikirlerin özgürce ifade edildiği bir hayat görüşüne bırakıyor.

Üniversitede aktif bir öğrencilik hayatı olan, öğrenci birliği başkanlığı dahi yapan Sever’in o dönemde uzmanlaşmak için Uluslararası İlişkiler bölümünü seçmesi tesadüf değildi. Bir hedefi vardı: Dışişleri Bakanlığı’nın sınavlarını kazanıp diplomat olmak.

Bu hedefi o kadar güçlüydü ki, Belçika ile Türkiye’deki üniversite eğitiminden doğan müfredat farkını kapatmak için Türkiye’den tarih kitapları getirtip Dışişleri’nin sınavına hazırlanıyordu. 

Dışişleri hazırlıkları sürerken arkadaşı Zeynep Göğüş onu Milliyet’in Brüksel temsilciliğini yapan Mehmet Ali Birand’la tanıştırdı. Yetmedi, Birand’ın elemana ihtiyacı olduğu bir esnada devreye girdi. Göğüş o günlerden şöyle bahsediyor:

“Birand genç insanlara inisiyatif verir ve güvenirdi. Bir gün yine Brüksel’deyiz, telefon etti. Yerel haberlerde asistanlığını yapan Sıtkı Uluç’u o sırada Brüksel temsilcisi olduğum Akajans transfer etmiş. ‘Bana çabuk birini bul’ dedi. Ahmet Sever’in Dışişleri sınavına girmekten vazgeçip gazeteciliğe ilk adımını atması da böyle oldu.”

Evet, bir bakıma öyle olmuş, Ahmet Sever’in 2002 yılına dek devam edecek gazetecilik serüveni böyle başlamıştı. Fakat Sever, Birand’ın yanında onun işlerine yardım ederken Dışişleri hayalinden henüz vazgeçmiş değildi. Hatta üniversiteden mezun olduğunda bile kendisini bir gazeteci olarak görmüyor, diplomat olma planı devam ediyordu. Fakat bir süre sonra bu inadı kırıldı. Bir de baktı ki, dışişleri hayali gerilerde kalmış ve artık mesleği gazetecilik.

Birand’ın 32. Gün macerası başladığında Can Dündar, Mithat Bereket, Çiğdem Anad, Cüneyt Özdemir, Rıdvan Akar gibi isimleri yetiştiren bu okulun bir parçası da Ahmet Sever’di.

Sever önce Birand’ın yardımcısı olarak, onun İstanbul’a dönmesinin ardından ise Milliyet’in Brüksel temsilcisi sıfatıyla uzun yıllar Belçika’da görev yaptı. Avrupa Birliği konusunda ülkenin en tecrübeli gazetecilerinden biri konumuna erişti.

 

1998’DE YETER DİYOR TÜRKİYE’YE DÖNÜYOR

Ta ki 1998’e dek. Brüksel’de geçen 15 yılın ardından Türkiye’ye dönmek istiyordu. Milliyet’in o zamanki genel yayın yönetmeni Derya Sazak başta bu fikre sıcak bakmadı. Fakat Sever gerekirse başka bir yerde çalışmayı düşünecek kadar ciddi şekilde dönme isteğini yineleyince Haber Müdürü olarak İstanbul’a geldi.

Milliyet’teki haber müdürlüğü oldukça kısa sürdü. Aradan sadece dokuz ay geçtikten sonra yeni kurulan CNN Türk ekibinde yer alması istenince televizyonculuk kariyeri başladı. Kanalın başındaki Mehmet Ali Birand’la yeniden birlikte çalışıyorlardı. 

Lakin buradaki çalışma ortamına ısınamadı. Aşırı rekabete dayalı iş temposundan rahatsız oldu ve maaşının yarısını geride bırakarak Ankara’ya gitti. Burada AB ile ilgili Kriter isimli bir program hazırlıyor, büroda çalışıyordu. 

Milliyet’in arşivinden 2000 yılına ait bir haber, ileride yaşanacakların habercisi olabilir miydi? Bakalım:

“Ahmet Sever, Kriter’de FP milletvekili Abdullah Gül ile partisinin AB’ye yaklaşımını konuşacak. Türkiye’nin AB macerasını 20 yıldır takip eden gazeteci Ahmet Sever hazırlayıp sunuyor. Bu haftaki Kriter’in flaş konusu ‘Fazilet Partisi’nin AB’ye bakışı’ olacak.” 

Gül ile Sever’in daha önce Brüksel’de defalarca kesişen yolları bu kez de Ankara’daki CNN Türk stüdyosunda buluşuyordu.

 

RUŞEN ÇAKIR’IN ISRARIYLA SİYASET

Kriter programı devam ederken Sever’in yakın arkadaşı Ruşen Çakır, İsmail Cem’in başını çektiği Yeni Türkiye Partisi’ne katılma önerisiyle geldi. O döneme dek siyasete girmek gibi bir fikri yoktu. İsmail Cem iki deneyimli gazeteciye kendilerini partide görmek istediklerini söylemiş, Çakır da Sever’e taşın altına ellerini sokma vaktinin geldiği konusunda ısrarcı olunca kendisini bir anda 2002 seçimlerinde YTP’den milletvekili adayı olarak buluvermişti.

Ruşen Çakır ve Ahmet Sever’in partiye katılmaları CNN Türk’ten canlı yayınlanmış, ikili daha sonra parti adına çeşitli tartışma programlarında boy göstermeye başlamıştı. Fakat işler tahmin edildiği gibi gitmedi. İsmail Cem-Hüsamettin Özkan ikilisine başta destek veren Kemal Derviş rotayı CHP’ye doğru kırınca YTP’nin oyu yüzde 1,15’te kaldı. Zaten iki gazeteci de listelerde arka sıralardan aday gösterilmiş, bu durum ikisinde de hayal kırıklığı yaratmıştı.

Rüzgar gibi geçen bir siyaset deneyiminin Sever’e mirası, işsiz ve parasız geçen günler olmuştu. Hayatının maddi açıdan en sıkıntılı bu döneminde evde otururken araya siyaseti soktuğu için bir daha gazetecilik yapabileceğinden kuşku duyuyordu.

Derken telefonu çaldı. Karşıdaki isim Aydın Doğan’dı. Doğan görüşmek üzere kendisini İstanbul’a çağırıyordu. Hemen gitti, görüşmeden çıktığında Hürriyet’te bir köşesi vardı. Televizyona bir program hazırlayacaktı. Ve Aydın Doğan’ın AB danışmanlığını üstlenmişti. O dönemde bir gazetecinin hayallerini süsleyebilecek türden bir teklif, hiç beklemediği bir anda en üst seviyeden, patron katından gelmişti.

 

DOĞAN: BAŞBAKAN ÇAĞIRIRSA GİDERSİN

Hikayenin bundan sonrası Ahmet Sever’in kitabında da var. 18 Kasım 2002’de başbakanlık koltuğuna oturan Abdullah Gül’le bir röportaj yapmanın peşinde iken Gül tarafından makam aracına davet edilmiş, gazeteci olarak bindiği araçtan başbakan danışmanı olarak inmişti.

Kitapta yer almayan bir ayrıntı ise şöyle: Evet, o makam aracında görevi kabul edebileceğini söylemişti fakat bir de Aydın Doğan’a danışması gerektiğini belirtmişti.

İstanbul’a dönmüş, Aydın Doğan’a Gül’ün kendisine “Sana ihtiyacım var” dediğini anlatmıştı. Doğan’ın kendisine yanıtı ‘Bir başbakanın sana ihtiyacı varsa gideceksin, yapacak bir şey yok’ olunca, görevi kabul ettiğini Gül’e bildirmişti.

Sonrası malum. Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı ve nihayet Çankaya’da danışman olarak geçen 12 yıl. Ve ardından büyük tartışma yaratan o kitap. 

İkinci kitapta medyaya cevap var 

Sırada ikinci bir kitap daha var. İlk kez açıklıyor. Aklında normalde ikinci bir kitap yazmak yokmuş. Fakat ilk kitabın ardından başta yandaş medya olmak üzere kimi çevrelerden yükselen tepki onu ikinci kitabı yazmaya yöneltmiş. İkincisinde, sadece yandaş medya değil, diğer yayın organlarında yer alan kimi iddialara cevap vermeyi, onlarla da yüzleşmeyi düşünüyor. Kısacası ikinci kitap, birinci kitaba verilen tepkiler üzerine olacak. 

 

Gül’e ne kadar yakınsa, Erdoğan’a o kadar uzak

Konuşunca anlıyorsunuz. Katılın, katılmayın o Abdullah Gül’ü insan olarak seviyor. Olaylar karşısında Gül’ün verdiği tepkilerin olgunluğunu beğeniyor. O günkü koşullar altında Gül’ün yapılabilecek her şeyi elinden geldiğince yaptığına inanıyor. Gül’ün insan hakları, düşünce özgürlüğü, AB konusundaki yaklaşımlarını kendisine yakın buluyor. Can Dündar’ın yazısında dediği gibi, bir kusur aranacaksa Gül’ü Gül’den çok ve Gül’e rağmen sahiplendiği için aranmalı sahiden. Ve yine benim bir gözlemim: Erdoğan’la Gül’ün bu konularda taban tabana zıt olduğunu düşünüyor. O nedenle Gül’e ne kadar yakınsa Erdoğan’a bir o kadar mesafeli.

 

İkiz çocukları var

Ahmet Sever yapımcı Ayşen Sever’le evli. Onu, BKM ile birlikte hayata geçirdikleri Kurtuluş Son Durak’ın yapımcısı olarak tanıyoruz. Hükümet Kadın’ın ilk filminde de yine onun, bu kez idari yapımcı olarak imzası vardı. Ahmet-Ayşen çiftinin lisede okuyan ikiz erkek çocukları var. Onlar eğitimlerine Ankara’da devam ediyorlar, o nedenle ailenin bir ayağı hâlâ Ankara’da.

 

Şu andaki işi dinlenmek

Sever danışmanlıktan ayrıldığı günden bu yana emekli hayatı yaşıyor. Bu arada bir not: Danışmanlıktan ayrılmak için devir-teslim törenini beklememiş. Törenden kısa bir süre önce istifa etmiş. Şimdi dinlenmekle meşgul ama gazeteciliğe çok da uzak olmadığı hissediliyor. Uygun şartlar olursa gazetecilik yapmayı düşünüyor. Seçimlerden çıkan sonuç sonrası bu şartların oluşma ihtimalini daha güçlü buluyor.

 

Yandaş medyayı izlemiyor 

 Ahmet Sever yandaş medyada kendisi hakkında yazılanları okumuyor. Mesela Star gazetesi yazarı Murat Çiçek’in kendisinin geçmişinde Aydınlık Gazetesi Brüksel temsilciliği yaptığı iddiasını ilk kez benden duyuyor. Arada eş-dostun gösterdiği kadar biliyor yandaş kalemlerin yazdıklarını.

 

Gül’ün kitabı detaylı okuduğundan emin

 Kitabı yazmaktan dolayı pişman değil. Rahatsız da değil. İddiaların aksine Abdullah Gül’ün kitabı basılmadan önce detaylıca okuduğundan emin. O nedenle birisiyle ilgili, o kişiye rağmen bir şey yapmış olduğunu düşünmüyor. Ayrıca kitabın bir biyografi kitabı olduğu, bir gazetecilik çalışması olduğu iddiasında değil. Gerçek olaylardan yola çıkarak, yer yer kişisel gözlemlerini paylaştığını söylüyor.

 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon