Filiz Aygündüz: İyi kurulan ilişki iyileştirir

Filiz Aygündüz, üçüncü romanı ‘Annem Beni Görsün’de günümüzün aşksız ilişkileri içinde birbirine tutunan iki insanın öyküsünü anlatıyor: “Sadece baktığımız, görmediğimiz, görmeye gönlümüzün olmadığı bir dönemdeyiz.”

Yayınlanma: 12.09.2021 - 10:27
Filiz Aygündüz: İyi kurulan ilişki iyileştirir
Abone Ol google-news

- Yeni romanın çıktı. Çook tebrikler. Günümüzün “aşksız ilişkileri” içerisinde birbirine tutunan iki insanın öyküsünü satır satır okudum. Görmenin neredeyse unutulduğu bu dönemde görülmek neden bu kadar önemli? Görülmedikçe daha da görünmez mi oluyoruz? 

Çok haklısın, sadece baktığımız, görmediğimiz, görmeye gönlümüzün olmadığı bir dönemdeyiz. Bakıp geçiyoruz. Oysa başta kendimiz olmak üzere çevremizdekileri görmek, anlamak çok kıymetli. Zengin bir psikolojik sermaye için de gerekli bu. Hiç görülmeyen, fark edilmeyen, yok sayılan insan sorun yaşar. Bu nedenle bu çağın insanı bu dertten muzdarip biraz. O kadar çok uyaran var ki, insanlar dediğim gibi bakıp geçiyor. Öte yandan hiç sağlıklı olmayan bir görülme isteği de var. Sosyal medyada like almak için uçurum kenarında selfie çekerken düşüp ölen gencecik insanlara şahit olduk. Yeteri kadar like almayınca deprese olanlara. Niye o minik kalpli like’ların peşindeyiz? Onlara niye bu kadar ihtiyaç duyuyoruz? Her bireyin hikayesi farklı ama bir sebebi mutlaka var. Öte yandan içlerinde azımsanmayacak bir çoğunluğun çocuklukta annesi tarafından görülmediğini biliyorum. Görülmedikçe daha görünmez oluyoruz ama bir o kadar da görülme çabasına ve stresine giriyoruz. 

- Kadın, erkek esas mesele çocukluğumuzdan beri görülme isteği ve onaylanma duygusu mu? Kısaca yaralarımızın panzehiri mi? Aşk da bu sürece en yardımcı duygu mu? 

Özellikle anne ya da ilk bakım veren tarafından görülmek çok önemli. İngiliz psikiyatr John Bowlby’nin bağlanma teorisine göre üç tür bağlanma var: Güvenli, kaygılı ve kaçıngan. Güvenli bağlanmada anne çocuğun her ihtiyacını karşılıyor, acıktığında yemek veriyor, gazını çıkarıyor, sevgisini gösteriyor. Bu çocuklar anneyle güvenli bağlanma kuruyorlar. Çocuklukta anne bir var bir yoksa, tüm ihtiyaçlarımızı karşılayamıyorsa kaygılı bir ilişki kuruyoruz ilk bakım verenimizle. Hep bir kaybetme korkusu içinde oluyoruz. Ve son olarak anne hiç yoksa, çocuğu terk etmişse, ilgisizse kaçıngan bir ilişki ortaya çıkıyor. Daha da önemlisi bu bağlanma modelleri ilerideki aşk ilişkilerimizi de etkiliyor. Güvenli bağlanan çocuklar güvenli ilişkilere giriyorlar. Görüldükleri, anlaşıldıkları, tatmin oldukları. Kaygılı çocuklar yetişkinlikte, hep kaygı içinde oldukları ilişkileri seçiyorlar – tesadüf değil bu-. Son olarak kaçınganlar, annelerinin onu kendisinden yoksun bırakma duygusunu yaşamamak için hiç ilişki kurmuyorlar. 

- Romanın ana duygularından biri ölüm korkusu. Hem bizi deviren hem de devleştiren bir duygu. Her şeyin ana nedeni bir anlamda. Ne kadar çok yaşarsan ölüm kaygısı bir  o kadar azalır mı? Hayatın hakkını verebilmek ölümüne yaşamak mı gerekir?

Tam da dediğin gibi hayatın hakkını verebilmek için ölümüne yaşamalı. Hayatın, her bir anın tadını çıkarmalı, dolu dolu yaşamalı. Otto Rank “Nevrotik birey borcu ödemekten kaçınmak için- borç dediği ölüm- krediyi – kredi de hayat- almayı rededer.” diyor. Nevrotik, ölüm fikrinden uzaklaşmak için hayattan da uzaklaşıyor. Tersi de doğru. Ölüm borcunu kabul edenler hayat kredisini doğru bir şekilde harcıyor, tadını çıkarıyorlar. Ölüm ve yaşam birbirine çok bağlı kavramlar. Ve sonuç olarak romandaki Alp karakterinin dediği gibi ne kadar ‘çok’ yaşarsak o kadar ‘az’ korkuyoruz ölümden. Dört başı mamur bir sofradan doymuş bir şekilde gözün, aklın yemeklerde kalmadan kalkmak gibi. 

- Irvin Yallom’un “Her insanın hayatında büyüleyici bir dram vardır.” sözünden hareketle Zeynep’le Alp’in yolunu birleştiren duygu ortak yaralar mı? Zeynep yaralarını çözmüş gözükürken esas Alp’le mi iyileşecek ve kaygılarından kurtulacak?

İkisi de yaralı insanlar. Zeynep’in üstesinden gelemediği bir ölüm kaygısı var. Evet çok satan kitapların yazarı, başarılı bir kadın. Ama ilişkilerinde başarılı olamamış, babasını küçük yaşta kaybetmiş. Öyle çok da dolu dolu yaşamıyor. Hayata karşı ürkek.  Alp ise çocukluğunda annesi tarafından görülmemiş, kaale alınmamış, çektiği korkunç görülme açlığı nedeniyle, herkesten sakladığı bir psikolojik rahatsızlığın pençesinde kıvranıyor. Yaraları nedeniyle bir araya gelmiyorlar ama birbirlerinin yaralarına iyi geliyorlar. Çünkü iyi kurulan bir ilişki iyileştirir. Karşı cinsle olması da gerekmiyor ayrıca.  

Filiz Aygündüz, Ebru D. Dedeoğlu'na konuştu.

- Şehirli, güçlü, kariyerli kadınların ortak dertlerini dile getirmişsin adeta. Yaşanılanlar çok bilindik ve de çok gerçek. Şunu da görüyoruz ki bilmek çözmeye yetmiyor. Her canlı bir gün narsistik kişilik bozukluğu olan bir insanı yaşayıp dersini alacak mı?:)) Ne dersin?

Romanda da anlatmaya çalıştım. İnsanlar narsistler ve diğerleri diye ikiye ayrılmıyor. Hepimizde belli oranlarda narsisizm var. Çoğumuz narsistik yaralanmaya açığız. Hemen hepimiz bu durumdaki birileriyle ilişkiye girmişizdir. Dozu önemli. Bir bölümü var ki ağır narsistler. Kendisinden başka kimseyi görmeyen, dikkate almayan, senin acını anlamayan, duygularınla ilişki kurmayan. Derhal kaçılmalı bu gruptan. Yardım almaya niyet ederse o başka. Çözülmeyecek bir sorun değil ama insan çok yara alıyor narsist partnerden. 

- Romanda beklemediğim bir sonla karşılaştım. Zeynep’in travmalarından çıkış noktası yazmak iken, Alp tam olarak çıkışını bulamamış ve kişilik bozukluğu hayatına hükmetmiş. Aşk, Alp’i kalıcı ve sürdürebilir olarak dönüştürecek mi? Beraber yol alabilirler mi? 

Yardım almaya niyet ederse dedim ya. Alp profesyonel yardımı kabul ediyor. Bu önemli. Aslında Alp, hastalığıyla yüzleşmediğinden, Zeynep’ten önce madden ve manen zarar görmüş. Zeynep’in farkı, o Alp’i görüyor. Ona en ihtiyaç duyduğu şeyi veriyor. Birbirlerine tutunarak yaralarını sarıyorlar. Bence şimdi Assos’ta tatil yapıyor, “Kiss of Fire” dinliyorlardır. 

- 10. Romanda anne lezzetleri ve portakal reçeli bence başrolde) Okurken kendi çocukluğuma döndüm Tarif annenin tarifi mi? Bizimle paylaşır mısın? 

Reçel kokusu bizim evin en baskın kokularından biriydi. Annem her mevsim farklı farklı meyvelerle reçel yapardı. Hala da yapar. O reçel kokusu sende olduğu gibi çocukluğumun asude günlerine götürür beni. Zeynep de bunu yaşıyor. Ne zaman dertlense reçel kaynatıp rahatlamaya çalışıyor. Kitaptaki annemin tarifi. Portakalları kaynatıyorsun. Sonra suyunu değiştirip yeniden kaynatıyorsun. Üç kez tekrarlanıyor bu işlem. Sonra soğuk su dolu bir kapta yarım saat bekletiyorsun. Ardından soğumuş portakalları küp küp kesiyorsun. Şekerle karıştırıp ağdası koyulaşıncaya kadar son bir kez daha kaynatıyorsun. En son yarım limon sıkıp ocağı kapatıyorsun. Annemin elindeki lezzetin tarifi ise yok.

- Ülkemizin önemli gazetecilerinden birisin. Son dönemde mesleğinin yanından psikoloji okudun. Yeni rotalar eklendi hayatına. Sanırım artık sadece Filiz’in önemli olduğu bir dönemdesin. Belki de romanda bahsettiğin gibi artık alma zamanı. Ne dersin? Bir de çok merak ettim Zeynep’in korkuları ile Filiz’in korkuları ne kadar benziyor?

Gazeteci Filiz olarak 30 yıl çok çalıştım, çok da aşkla çalıştım. Mutlu bir iş hayatım oldu. Ama bu süreçte yazar Filiz’i ihmal ettim. Ki aslında gazetecilik, yazar olmak, bol bol yazmak için seçtiğim bir meslekti. Fakat işin içine yöneticilikler ve yıllar için- de artan sorumluluklar da girince kitap yazmaya fazla vakit ayıramadım. 30 yıla 4 kitap. Bu yılın başında emekli oldum. Milliyet Sanat ve Milliyet Kitap dışındaki yöneticilik görevlerimden affımı rica ettim. Şimdi yazar Filiz’in zamanı diyebilirim. Tezgahımda çok sayıda roman konusu var. Onları olgunlaştırıp hayata geçirmeye çalışacağım. Günü geldiğinde kalan son iki koltuğumu da haleflerime bırakıp sadece yazarak yaşamanın tadını çıkarmayı planlıyorum. Zeynep’le korkularımıza gelince, ölüm korkusunda birleşiyoruz. Ben çok uzun zamandır bu konu üzerine çalışıyorum. Gelişim psikilojisi dersinde kimsenin almak istemediği bir konuydu ölüm. Ben zıplayarak kalkıp talip oldum. Hala üzerinde çalışıyorum. Bitti diyemem ama çok yol aldım. Artık daha ‘çok’ yaşamaya çalışıyorum. 

- Tam zıddını sormak istiyorum ya sex?

Güven ilişkisi içinde sevgi ve saygı görerek-göstererek yapılan seks, hayatı ‘çok’ yaşamanın desenlerinden biri. Dertlendiğinde derdini unutmak, kaygı duyduğunda kaygından kurtulmak için sık başvurulan bir araç olarak kullanmamak kaydıyla tabii.  

- Neden biz kadınlar bu kadar ilgiye muhtacız? İlgiyi hissettiğimiz ayaklarımız yerden kesiliyor ve gözümüz hiçbir şey görmüyor sanki. Keza Zeynep de olduğu gibiİlişki yürütmek isteğiyle tüm gerçekleri neden görmez hale geliyoruz?

Zeynep kaygılı ilişki modeline sahip. Babası küçük yaşta ölmüş, annesi hep çalışmak zorunda kalmış. Yetişkinliğinde kaygılı ilişkileri oluyor doğal olarak. Seviyor mu sevmiyor mu, bugün benimle sevgilisiyle değil de iş arkadaşıyla konuşur gibi konuştu, beni bırakacak mı… Böyle kaygıları var onun da. Kaygısının üstesinden gelmek için de sorunları görmezden gelmeye, üstlerini örtmeye, içten içe olmayanı oldurmaya çalışmış hep. Alp ile ilişkisinde bunu yapmıyor. Yüzleşiyor. Gerçekleri görmezden gelmek bir ilişkiyi kurtarmaz, yüzleşmek şart.   


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler