Ey Fransız gençliği! Oğuz Demiralp'in yazısı...
Ladj Ly’nin Sefiller (Les Misérables, 2019) filmini seyrettikten sonra Macron “alt üst oldum” demiş. Sefiller son yılların en çok ses getiren Fransız filmi. 19 ödül almış. Seyircinin ilgisi de yoğun.
Fransa’nın 2018 dünya futbol şampiyonluğunun kutlamalarıyla başlıyor öykü. Fransız ulusal takımı din ve etnik kökenleri ayrımlı oyunculardan oluşuyor, dolayısıyla Fransız toplumunun çoğul yapısını yansıtıyordu. Şampiyonluk ve kutlamaları “Fransız Cumhuriyeti”nin ülkülerini yaşatma, ulusal birliğini güçlendirme çabaları bakımından önemli bir zemin yaratmıştı. Birlikte sevinenlerin, kutlamalar bitince birlikte sevinç içinde yaşamalarını sağlamak kolay olmuyor ne yazık ki!
Fransız Cumhuriyeti, insanların eşit oldukları, Fransız bayrağının dalgalandığı her yerde hiçbir ayırıma uğramadan yasa önünde eşit yaşayacakları inancına dayanır. Evrensel insanın devleti olmak istemiştir Fransa. Ama aması var işte!
1950’li yıllardan başlayarak Fransa’nın özellikle Afrika topraklarındaki (yani sömürgeler) zenci ya da müslüman yurttaşları Avrupa’daki toprağına göçe yönelmiştir. Fransa’da zamanla göç kökenli geniş bir nüfus oluşmuş, konut, parasız okul, burs, parasal yardım gibi birçok olanak yararlanabilecekleri şekilde devletin yaptığı sosyal konutlara yerleşmişlerdir. Güzel günler kısa sürer. Devlet o sosyal konutlardan oluşan mahallelere eskisi gibi hizmet götüremez olmuş, göç kökenlileri topluma katma yolunda yeterince ilerlenememiş, bildiğimiz toplumsal sorunlar başgöstermiş, “Cumhuriyet’in giremediği mahalleler”den söz edilebilir hale gelinmiştir.
BANLİYÖ DENEN MAHALLELER
Banliyö denen bu mahallelerin arttıkça artan sorunları haliyle sinemaya da yansıdı. Bugün Fransız sineması içinde bir ‘banliyö sineması’ndan söz edilebilir. Başı çekmiş olan Mathieu Kassovitz’in 1995 yapımı Nefret’idir (La Haine). Birçok ödül almıştır. Zenci, müslüman ve yahudi üç delikanlının ‘gürültü ve öfke’ dolu 20 saatini anlatır film.
Beyaz Fransızların dışladığı üç kesimi temsil eden simgesel bir üçlüdür bu. Arkadaşları Abdel polis şiddetinin kurbanı olarak ölüm döşeğindedir. Üç kafadar barut fıçısı gibi dolanırlar sokaklarda. Arap biraz alaycıdır, zenci de biraz akılcı. Yahudiyse öç almak için bir polis öldürmek niyetindedir.
Üçü de sorunlarının nefret ettikleri “sistem”den (dizge) kaynaklandığı düşünür, sisteme karşı kendi çaplarında bir savaş açarlar. Yahudi delikanlı nefret duygusu en güçlü olandır. Sanki bir zamanlar yahudileri ezen sistemin aslında değişmediğini, şimdi yeni kurbanları ezerek sürdüğünü imler. Üçü de bir zamanlar Sarkozy’nin “hayta” diyerek aşağıladığı gençlerdendir.
İşsiz, başıboş, suç işlemeye, uyuşturucuya yatkın, günlerini ne yapacaklarını bilemeden can sıkıntısı içinde, ama bir yandan da türlü arzularla yanıp tutuşarak geçiren gençlerdir bunlar. Suçlamak kolay. Sistem onlara gençlik enerji ve potansiyellerini yapıcı yönde kullanma olanaklarını sunmaz.
Gençlerdeki enerji patlamalarına hoş görüyle yaklaşmaz sistem, tersine onları denetlemek için başlarına polis diker. Filmde polis karakterleri pek işlenmez. Hepsi devletin sopası gibidir, sistemin zebanileridir. Üç kafadar öfkelerinin ve arzularnın peşine takılarak Paris’in merkezine, turistlerin bilmedikleri karanlık sokaklarına kadar girerler. Bir ırkçı grupla sokak çatışması da yaşarlar.
Böylece gençlere karşı kötülük cephesi betimlenmiş olur: sistem, polis ve ırkçılar. Bu cepheye kafa tutma cüretinin bir bedeli olacaktır elbette. Filmin sonunda yahudi genci bir polis öldürür. O polis ile zenci delikanlı birbirine tabancalarını doğrulturlar. Perde karardığında silah sesi işitilir.
SEFİLLER
25 yıl sonra gelen Sefiller, ‘banliyö sorunları ağırlaşmış’ dedirtir. Bu film sanatca daha iyidir. Tempo düşmez. Karakterler iyi işlenmişdir. Polisler de toplumsal sorunların kurbanıdır. Ön planda gördüğümüz üç polisten kaşarlanmış olanı özel hayatında iyi bir aile babasıdır. İkinci polis zaten banliyö çıkışlıdır. Üçüncü polis yenidir, hayatı kitaba uygun sanma evresindedir.
Filmin merkez kişisi şampiyonluk kutlamalarında gördüğümüz 15 - 16 yaşlarındaki genç İssa’dır. Çaktırmadan sirkten bir aslan yavrusu çalar. Polisi, sirkçisi, mahalle görevlisi, düzenin bütün bekçileri hırsızın peşine düşer. Bulunca İssa’yı, ona yapmadıklarını bırakmazlar. Ne büyük suçmuş bu?
Polislerden ikincisi İssa’yı yüzünden yaralar. İstemeden yapmıştır, ama gel de buna inandır çocuğu. Düzen bekçileri, İssa ve ona kol kanat geren arkadaşlarının gerekli dersi alıp bundan sonra uslu çocuk olacaklarını düşünür. Yanılgı! O yaştaki çocuğun onuru yok mudur? Öç almak için öyle bir örgütlenir ki İssa ve omuzdaşları, öyle bir tuzak kurarlar ki polislere! İnsanın yaşı, başı ne olursa olsun, kendini tutamayıp şiddete başvurması bazen işten bile değil. Şiddet yetisi polisler kadar çocuklarda da bulunur. Bir intikam mangasına dönüşür İssa’nın takımı.
Filmin sonunda İssa bitirici vuruşu yapmak için eline bir molotof kokteyli alır. Tam karşısında üçüncü polis durmaktadır, silahını İssa’ya doğrultmuş olarak. Bakışır dururlar. Film öylece biter. Ne olduğunu bilmeyiz. Nefret filminin banliyö genciyle polis birbirine ateş ederken, bu filmin sonu açık bırakılmıştır. Sefiller’in sonu daha etkileyicidir. Seyirciyi düşünmeye, sisteme daha sorgulayıcı bakmaya itmektedir. Ayrıca, hayat için bir açık kapı bırakmaktadır.
Macron Efendi Fransız gençliğinin bir bölümünün halini anlatan bu filminden etkilenmiş, ama filmin yansıttığı sorunların çoğu sosyal devlet ilkesinden neoliberalizme sapmanın ve sosyal içerme reformları yapılmamasının bir sonucudur. Ey Macron!
En Çok Okunan Haberler
- Kriminal raporun ayrıntıları ortaya çıktı
- İktidarın '25 Kasım' korkusu
- İstanbul'da aile katliamı
- AKP sayesinde bu düş de gerçek oldu!
- 250 bin TL'nin getirisi ne kadar?
- Akalın'dan İYİ Parti'yi karıştıracak açıklama
- Gökçek döneminde belediyeden geçen karar pes dedirtti!
- Türk ordusunun Kubilaysızlaştırılması
- Hedefteki teğmenlerle ilgili yeni gelişme!
- 'Açız' diye bağırdı, yaka paça dışarı atıldı!