Extramücadele: 'Türk erkeğinin annesi de erkektir'

Takma bir isimle provokatif işler üreten sanatçı Extramücadele, 7 Mayıs'a kadar Galeri Zilberman'da sürecek "Ben Sadece Bana Söyleneni Yaptım" sergisini oluşturan kavramları, bir matematik işlemi ciddiyetiyle şöyle sıralıyor: (Abdest, Bayan, Ceza) + (Borç, İtaat, İnşaat) = Fetih, İstimlak, Gasp, Tecavüz.

Extramücadele: 'Türk erkeğinin annesi de erkektir'
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 06.04.2016 - 11:57

 

Bir röportajınızda "Gökyüzünde Tanrı Yok Kuşlar Var" sergisindeki resimleri "Bana değil, benim içimden öteye bak" cümlesini düşünerek yaptığınızı söylemişsiniz. Sonra da açılışa iki gün kala serginin adını değiştirmişsiniz zaten. Bu serginin üretim sürecinde aklınızdan geçen cümle miydi "Ben Sadece Bana Söyleneni Yaptım"? Öyleyse neden bu cümle üzerinde durdunuz?

Bu cümle üzerinde durdum çünkü sanat, vicdanın kontrolündeki zamanı artırmak isteyen bir tür ibadettir. Defter tutuyorum, çeşitli büyüklüklerde defterler. Harfler, Allah tipografileri, tuhaf hayvanlar, etraftan duyduğum acayip laflar, cinsellik, pek çok meme, çocukların lafları, dinler ve hurafeleri, rüyalar ve bilinçdışı var o defterlerde. Yahya Kemal ve doğu gotiği, türklerin saldırganlıkları, iktidarların ürettiği planlanmış felaketler ve her dönemin süslemeleri ilgi alanım içindeki konulardır. Bu konular arasında büyüleyici seyahatler yapmak istiyorum. Hayvanların tanrısı, sevişen harfler, küfürbaz tapınaklar, sırasıyla kozmostaki her şeyden, her yerden ve herkesten özür dileyen türkler, işte tüm bu heyula ancak rüyada olabilecek bir mimari içinde yaşasın istiyorum. Benim sanatım böyle bir kabustur. Özetlemek gerekirse birbirine benzemeyen şeylerin birbirleriyle mucizevi alakalarının kurulduğu bir Rüyayurt diyelim. Benim yaşamak istediğim hayatın özü şiirdir. Fakat sorunuza geri dönersek, bu sergiyi oluşturan kavramları bir matematik işlemi ciddiyetiyle sıralayabilirim: (Abdest, Bayan, Ceza) + (Borç, İtaat, İnşaat) = Fetih, İstimlak, Gasp, Tecavüz.

 

'İslam kendi orta çağını yaşıyor'

 

Serginin başlığı sosyopolitik bir okuma da içeriyor aslında. Sorgulamaksızın sadece kendisine söyleneni yapan kişi söyleyen kadar (belki de daha ziyade) sorumlu mudur? Hesabı sorulduğunda bu yanıtı verebilecek olmak, yahut ben sadece bana söyleneni yapıyorum içsesi vicdanları dindirmeye yeter mi? Nasıl bir uyuşturucu tesiri var bu sözün?
Erich Fromm’dan (1900-1980) hatırladığıma göre şöyle anlatılabilir: “Sahip olmak” (to have) maddiyat, güç ve saldırganlık kavramlarını bir araya getiriyor. Evrensel kötülükler olarak sıralarsak bencil arzular, hasetlik ve şiddet bu karanlığı yavaş yavaş inşa ediyor. Felaketler yaratma kabiliyetine sahip bu azgın kara bulutun tam karşısında ise “mevcut olmak” (to be) var. Mevcut olmanın temelinde aşk, paylaşmanın zevki, verimli faaliyetler ve yaratıcılık yatıyor. Bizim bahçeye gelirsek, islam, maneviyatını hurafeler içinde çürüttü, çoktandır ihtimam ile hazırlanan kendi orta çağını yaşıyor. İslam, vicdanı kovdu. Bu vicdansız dehlizden ve zahidlerin elinden onu ancak rindler kurtarabilir. Rind ve Zahid kelimelerini araştırın, Yahya Kemal’i tekrar okuyun demekten başka söyleyebileceğim fazla bir söz yok. Bir de Fuzuli ‘Rind ile Zahid’ adlı eserinde son söz olarak şöyle diyor: “Fanilik köyünde, akıllı ile deli birdir. Denizin dibinde taş ile inci tanesi birdir. İyi ve kötü sayma işi ortadan kalkınca mescid ile meyhane birdir.” (Fuzuli'nin "Rind ile Zahid" adlı eserinden / çeviren: Hüseyin Ayan, MEB Yayınları, 2001) Bir de şunu unutmamak gerekir: Türk erkeği yasalara değil, devlete ve emirlere bağlıdır. Böylece düşünme, muhakeme etme gibi davranmayı yavaşlatan kavramlardan uzak duran türk erkeği, kendinden daha güçlü veya daha erkek bir varlık ile karşılaştığında veya düpedüz köşeye sıkıştığında rahatlıkla “Ben sadece bana söyleneni yaptım” diyebilir.

 

'İtaat ettirenler ve inşaat sektörünün 
gümbür gümbür zifaf geceleri var'

 

 


'İtaat ve İnşaat', Demir kaide üzerinde çıkma çam tahtalardan rükû pozisyonunda adam ve demir vinç.

 

İtaat ile inşaat arasında nasıl bir ilişki var?

İnşaatçının biri, Taksim’de patlamanın olduğu yere, zengin olduğu için karanfil yerine gül bırakıyor, sırıta sırıta. Eli silahlı bir polis Emirgan sahilde koşan bir çiftin kılığını beğenmiyor ve “olay”a müdahale ediyor. Bu ceberrut Gulyabani, Sur’u yani kendi ülkesine ait bir şehri bombalıyor. Üniversitedeki hocalarını hücreye koyuyor. Şanslıymışım, beni aklım ve Allah korudu da hiçbir zaman dindar olmadım. Bilinçdışı varlık ile, büyük öteki ile veya kozmos mu desek ya da peki Allah diyelim, Allah ile ilişki de taraftarlık da ne demek? Yazılmış binlerce kitap var. Jung, William Blake, Fuzuli var. Tek kitap ne demek? Tüm bu dev kütüphane hepimize açık. Okuyalım, ruhumuzu besleyelim, içimizde vicdan oluşsun ve gözlerimiz yaşarsın diye yazıldı o kitaplar. Benim kendime ait bir inanç düzeneğim var, sadece bana ait, bana ve Tanrı’ya. Seninkinin ise bambaşka olması gerek. Bak bir şey diyeceğim: bir yerde bir tapınak varsa orada mutlaka çıkar ilişkileri için kurgulanmış bir hiyerarşi de vardır. Binlerce senedir, Tanrı ile ilişki kurdurtmak için bina yapıyor tepedekiler. Oradan hemen uzaklaşmalıyız. İmam, rahip, papaz efendi gördün mü “benim ocakta yemeğim var kusura bakma deyip uzamalısın”. İnsanları zorla bilinçdışı varlığa itaat ettirenler ile bugünün küresel ekonomisinin lokomotifi olan inşaat sektörünün tabii ki gümbür gümbür zifaf geceleri var. Egemenin iki koludur bunlar. Biri dünyevi işlere, diğeri uhrevi işlere bakar. Allah’ın ise tüm bunlar ile alakası yoktur, o aklımızda “vicdan” adıyla bulunur. Ona ulaşmak için kutsal bir mekana, kutsal bir şehre ve bir tapınağa ihtiyaç yoktur. Bu ilişki kendi kendine kurulmalıdır. Bu “kendiliğinden gelen deneyim” bize, aslında şehirdeki, ülkedeki, dünyadaki her sokağın kendiliğinden tarihi ve kendiliğinden kutsal olduğunu söyler. Bu deneyim bize, iyi olmak için belirli gün ve haftalara ihtiyacımız olmadığını; kutsal bir yerde bulunmak için Mekke’de veya başka bir coğrafyada bulunmamız gerekmediğini, iyiliğin ve kutsalın bir ana ve bir yere bağlı olmadığını öğretir. Bahşedilen tüm hayatlar ve dünya üzerindeki her yer kutsaldır. Yaşamak, aşka, tabiata ve Allah’a şükranlık duyulacak bir mucizedir.

 

 

 

'Bozuk Kitap', Oto boyasıyla boyanmış demir.

 

'Geçen Sene Bazı Güler Boş Geçti - II', 33 adet deri kadın ayakkabısı ve bir ahşap cop. 

 

Kadın ile cezanın bitimsiz ilişkisi ve sergideki ''Bozuk Kitap''ın da düşündürdüğü üzere itaat ile zulmün ilk kanunlarının yazıldığı arkaik kitaplar arasında nasıl bir ilişki var?

“Seks ve Ceza / Arzuyu Yargılamanın 4000 Yıllı Tarihi” isimli bir kalın kitap var. Yazarı Eric Berkowitz (Kolektif yayınları, 2013). Evden atölyeye metroyla giderken (gidiş 25dk, dönüş 25dk) bu kitabı okuyamıyordum. Kapağına bakıyorlar, iç sayfalardaki başlıklara bakıyorlar... En sonunda kitabı kapladım ve rahat ettim. Bu kitabı okurken ortaya çıktı “Bozuk Kitap” adlı iş. Kadına karşı en sert cezaların yer aldığı kitap Tevrat. Tevrat’taki metinler Eski Ahit’ten geliyor. Eski Ahit’tekiler ise daha da eski kadim kanunlardan veya bugüne ulaşamamış, bilmediğimiz başka bir kitaptan. Bozukluk en baştan başlıyor. Bir kitabın bozuk olabileceği ile ilgili, kitapta yazılan cümleye değil her zaman önce akla güvenmek gerektiği ile ilgili bir iş “Bozuk Kitap” ve tabii ki kadınlarla. Eski kanunlarda kadının inekten bir farkı yok, yani kadın ancak bir inek kadar değerli. Tüm bu eski kitaplarda kölelik ile ilgili ayrıntılı hukuki kanunlar var. Köleler yani başka bir deyişle alınıp satılabilen, kadınsa veya erkekse tecavüz edilebilen “mal insanlar” ile özgür erkeklerin münasebetlerinin kurallarını belirleyen hukuktan bahsediyorum.

 

 

 

 

'Türk’ün Annesi de Babası da Erkektir', Namık Kemal (1840-1888) ve Yaşar Doğu (1913-1961) kartpostalları ile dört silikon biberon memesi.

 

'İsyankâr Lilith ve itaatkâr Havva'

"Türk Erkeğinin Annesi de Babası da Erkektir"i göğüslerine dört silikon biberon memesi yerleştirdiğiniz Namık Kemal ve Yaşar Doğu kartpostalları üzerinden anlatıyorsunuz. Niçin bu iki ismi seçtiniz ve neden Türk erkeğinin annesi de babası da erkektir?
Neden türk erkeğinin annesi de babası da erkektir ve itaat kavramının bu durumla alakası nedir? Bence bunların arasında nasıl bir ilişki vardır anlatayım: Eğer türk erkeklerinden bahsediyorsak hayır, türk erkekleri itaat etmezler. Eski hikayedir: Adem’in Havva’dan önceki eşi, yani ilk kadın, onunla aynı anda yaratılmış olan Lilith, Tanrı’nın erkeğin kadından üstün olduğunu söyleyen kanununu kabul etmez. Adem’in altına yatmaz ve Adem’i terk eder. Bunun üzerine Tanrı, Adem için itaatkar Havva’yı Adem’in sağ böğründen yaratır. Dolayısıyla Havva itaatkardır. Bir türk erkeğinin itaat ettiği ise görülmemiştir. Bir türk erkeğinin annesi kimsenin altına yatmaz. Fakat, türk erkeğinin annesi bugün kadınların özgürlük hareketinin simgesi haline gelmiş, başına buyruk Lilith de olamaz. Bu yüzden, hiç çekinmeden söyleyebiliriz ki, türk erkeğinin annesi de erkektir. Mesela benim erkek annem Namık Kemal, erkek babam ise Yaşar Doğu’dur. Türk erkeği, iki erkeğin evladıdır. Akıl ve kol gücünün mahsulüdür. Başka bir deyişle, türk erkeği, kadın gibi 100 sene yaşayacağına, adam gibi bir sene yaşar.
Yeni kutsalımız dünyanın 230 trilyon dolarlık toplam borcu mudur? Neden?
Bahsettiğimiz sayı olan 230 trilyon dolar, dünyadaki herkesin, her kurumun, şirketlerin ve devletlerin birbirlerine olan borçların toplamıdır. Bu sayı sayesinde bu baskıcı küresel düzen devam ediyor, bu sayı sayesinde milyonlarca insan sabahın erken saatlerinde toplu taşıma araçlarına doluşuyorlar ve bu sayı gün geçtikçe artıyor. Meraklısı için link: http://www.mybudget360.com/global-debt-total-amount-of-debt-world-gdp-to-debt-ratios/

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

'Dünyanın Toplam Borcu Olan 230 Trilyon $ Kutsal Bir Sayıdır - I', Alüminyum döküm rakamlar.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler