Eşitlik kalmadı toplum mühendisliği verelim
Bugün sandıktan çıkacak her bir siyasiye, bıkıp usanmadan kadınları hatırlatmamız gerek. Ekonomi, köprü, yol, santral, çevre, terör… Hepsinden önce, hepsinden ziyade, can çekişen, var olma mücadelesi veren bu toplumun yarısı olan kadınları...
Siz bu satırları okurken, Türkiye belki de tarihinin en temel demokrasi sınavlarından birini veriyor olacak. Çünkü bu seçimden sonra karşılaşacağımız bir ihtimal mecliste (az çok) eşit ve demokratik bir temsil iken, bir ihtimal daha var ki, onun ucu rejim değişikliğine kadar açık. Biz bu kadar belirsiz bir zeminde vatandaşlık haklarımızı kullanmaya çalışırken, geçen hafta Anayasa Mahkemesi dini nikahtan önce resmi nikah kıyma zorunluluğunu ortadan kaldıran bir karara imza attı. Mahkemenin 17 erkek üyesinin, anayasanın eşitlik ilkesine dayandırdıkları bu karara göre, şayet beraber yaşayan çiftler herhangi bir ceza almıyorsa, dini nikah kıyan çiftlerin de ceza almaları doğru değildi!
Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı temellendirdiği gerekçelerin hem kendi, hem de AİHM içtihatlarına (önceki kararlarına) ters düştüğünü, kararın medeni hukuk sistemimizle beraber uygulanamaz olduğunu, hali hazırda kadın hakları platformaları ve hukukçular tartışıyorlar.
Bense açıkçası bu kendince eşitlikçi kararın, gerçek hayatta ne anlama gelebileceğini anlamaya çalıştım. Başvurduğum adreslerden biri, orta sınıf şehirli kadınların çeşitli sorunlarını paylaştıkları, oldukça ünlü bir kadın internet platformuydu. Ve bu platformda “imam nikahı” diye arattığımda, karşıma şöyle hikayeler çıktı:
Hangi eşitlikçi ortam!
Derdini siteye açan kadınlardan ilki henüz nişanlı, nikahına dört ay var. Damat tarafının dedesi, nişanlılık döneminde çiftler günaha girmesinler diye önden imam nikahı yapısın demiş. Gelin adayı ise damadın düğünden önce “Karım değil misin?” diyerek çeşitli cinsel talepleri olmasından ve kendisinin bu taleplere “boyun eğmek” zorunda kalmasından korkuyor.
İki yıldır evli olan bir diğeri eşinin gençliğinde kuzeniyle "imam nikahlı cinsellik" yaşadığını, ailenin bunu sakladığını yeni öğrenmiş, bu yalanı ve aile içi ilişkiyi kaldıramıyor. Boşanmayı düşünüyor.
17 yaşında, 7 aylık imam nikahlı, 3 aylık hamile olan üçüncü kadın kıskanç olduğunu, iş yerinde başka bir kızla konuştuğunu öğrenince eşine annesinin yanında terlik fırlatıp onu çileden çıkardığını ve bu vesileyle ilk dayağını yediğini yazmış. Hamile haliyle dayak yiyen 17 yaşındaki kızımız anlattığına göre resmi nikahı kendi istememiş zira eşinin sigortası yok. Hamilelik döneminde babasının sağlık sigortasından faydalanmak istemiş. Bu arada çileden çıkan koca arada alkol alıp kıza “boş ol” da demiş. Bu kızın tek çıkar yolu "hülle" olarak görülüyor.
Bunlar en başında dediğim gibi şehirli, orta sınıf, internet erişimi olan genç kadınlar. İmam nikahının hiç de eşitlik sağlamadığı, daha çok üzerlerine bir yaptırım olarak çöktüğü gün gibi aşikâr. Ve elbette, kadının imam nikahı ile eşitliğe kavuştuğu hikayeleri maalesef bunlarla sınırlı değil.
Çocuk gelinler, kumalar...
Siirt’te 12 yaşında imam nikahı ile evlendirilen, 13’ünde anne olan ve 14’ünde ikinci çocuğu öldükten sonra eşi askerdeyken bunalıma girerek canına kıydığı idda edilen Kader Erten var mesela. Kader kendini karnından saçma ile vurabildiği iddia edilen bir çocuk anne. Kader’in başına gerçekte ne geldiğini bilemesek de, artık ona bu nikahı kıyan imamın gönlünün kuş kadar ferah olacağını, hiçbir ceza almayacağını biliyoruz. Çünkü niye? Eşitlik.
Üç-beş paraya mal gibi elden çıkarılan kız çocukları, ilk eşinden sıkılınca taze yeni gelinler peşine düşen ağalar, erkek üç kez “boş ol” dediğinde kaç yıllık evli ve kaç çocuk sahibi olursa olsun dımdızlak ortada kalan çocuk ve anneler, hep eşitlikçi anayasal kararların hüküm sürdüğü bu toprağın hikayeleri. Öyle ki, tecavüz sonrası kıyılan nikahlarda neredeyse halaya durası gelen Aile Bakanı Ayşenur İslam bile, kararın çocuk gelinler konusunu vahimleştirebileceğini itiraf etmek zorunda kaldı. Bakanlık olarak elbette çalışmaları, düzenlemeleri olacaktı. Yani sayın İslam diyor ki “Önce bi çocuk yaşta tecavüze uğrayıp, satılıp, ölsünler. Biz de o arada konu üstünde biraz çalışalım.” İnsan gerçekten umutla doluyor.
Toplumun yarısı
Ülkede erkeklerin erkleri öylesine meşru, hırsları öyle bir tsunami dalgaları gibi patlıyor ki, arada sürekli ölüp duran, çocuk yaşta eziyetlerin en reziline maruz kalan kadınların sesi boğuluyor. Ülkenin güneydoğusu desen, "İslam’ı cinayet gerekçesi, kadınları köle" gören ve buna göre yaşayan IŞİD kapıya dayanmış. IŞİD’e bu özgürlükleri sağlayan silahları bizzat vergimizden bile ödemiş olabiliriz üstelik. Yetmiyor, Suriye’de yıllardır süren savaştan kaçan 2 milyon mültecinin çoğunluğunun kadın ve çocuklar olduğunu, daha şimdiden bu kadınların imam nikahı ile “uygun meblağlara alınabildiklerini” biliyoruz.
Hülasa cumhuriyetimiz kurulduğundan beri belki de ilk defa, kadın cinsine karşı bu kadar bilinçli ve bu kadar sert bir yıldırma, bastırma, toplumdaki yerini etkisizleştirme operasyonu yürütülüyor. Çünkü bu operasyonu yürütenler, toplumun direncini nereden kıracaklarını çok iyi biliyorlar. Ezilmeye, satılmaya, dövülmeye çocuk yaşta alışan, bunu içselleştiren, bunu dini bir görev ve eşitlik sanan toplumun yarısı, etkisiz bir toplum yaratma yolunda bir mühendislik şaheseri değilse nedir? Ve bu toplumdan kime ne hayır gelebilir?
Ve kim hangi politikayı, hangi ekonomik çözümü, hangi barışı sağlarsa sağlasın bu toplum, kadınlar gerçek eşitliğe kavuşmadan ilelebet dünyanın arka bahçesinde, hep o aynı çamurun içinde kalacak.
En Çok Okunan Haberler
- Önce kağıdı yırttı, sonra valizi çıkardı!
- Kalben ödül gecesine 'erkek' olarak katıldı
- Tapuda yeni dönem başlıyor!
- Cumhurbaşkanı sekreterine bıçaklı saldırı
- Trump tarih verdi, tehdit etti: 'Cehenneme dönecek'
- TÜİK kasım ayı enflasyonunu açıkladı
- Esad'a çağrı yaptı: 'Sırada Münbiç var...'
- Parlamentodan 'geçersiz' kararı
- Sucuk, peynir, börek ve zeytinyağında sahtecilik!
- İstanbul'un suç haritası belli oldu