Ersin Özince: Balayı dönemi bitti!

Türkiye’de bir dönemin sonuna gelindiğini, biten bu dönemin balayı dönemi olduğunu söyleyen Ersin Özince, “Biten dönem ümitlerin çatlayıp patladığı dönemdi. Bu da realize oldu. Bu dönemin bir sürü olumlu yanını da gördük. Şimdi olumsuzlukları görüyoruz. Şimdi gerek kuruluşlar olarak gerek ulus olarak şeffaf olmak, hesap verebilir durumda olmak zorundayız” dedi.

Ersin Özince: Balayı dönemi bitti!
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 20.10.2014 - 23:55

Artık vaktinin yalnız sabah saatlerini ofiste geçiren, daha çok müzik dinleyerek, hayvanlarıyla ilgilenerek geçiren İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince, İş Bankası gibi patronsuz bir yapının yöneticilere yüklediği ek görevler ve yapının daha çok kurumsallaşması için kafa yoruyor. Kurumsallığın yalnız şirketler için değil devletler için de gerekli olduğunun altını çizen Özince’ye göre Türkiye ancak şeffaf ve hesap verebilir yapılara kavuşursa ikinci yüzyılı görür.

Ekonomi olarak bakıldığında Türkiye’de artık bir dönemin bittiğini söyleyen Ersin Özince, ülkenin jeopolitik risklerinden orta vadeli plana, bankacılık sektöründen ülkenin en önemli gördüğü sorunlara kadar sorularımızı yanıtladı. Yanıtlar özetle şöyle;

Hissettiğimiz enflasyon zaten zaten çift

Orta Vadeli Program’da enflasyon hedefleri artırıldı. Çift hane riski var hem de fazlasıyla hatta gerçekleşti. Bakın 2014’te yapılan belli başlı iş sözleşmelerini alın. Bende rakamlar yok ama ben ciddi addedilebilecek büyük özel sektör kuruluşlarında tek haneli ücret artışı yapan hiç duymadım. Hatta yüzde 10’lu oranların ortasına doğru 13-14 gibi rakamlar. Devletin şu ya da bu politikasının değerlendirmesini yapmıyorum. Ama kendi evin alışverişini yapan benim gibi bir tüketici zaten enflasyonun tek hanede olduğuna kanaat getiremez. Gıda fiyatlarının yüzde 14 arttığı söylenen bir ekonomide başka benim bildiğim tüketici açısından başka neye ihtiyaç var. Ulaşımı koyarsanız daha da kötü olur. Benim hayatıma dokunmayan kalemlerin olsa olsa istatistiki önemi vardır.

12 oto parasına bir ev

Önemli hususlardan biri de gayrimenkul meselesi. Ekonomist değilim. Bir Fransız vardı IMF başkanlarından Jacques de Larosiere diye... O adam bir kere dedi ki sizin gibi ülkelerde aslında gayrimenkul fiyatının da enflasyona yansıması lazım. Biz enflasyon hesabında elma ile armutla, sivri biberle uğraşırken 3 oda, bir salon, 2 otomobil parasıydı. TBMM’nin arkasında 2 Renault parasına 1 ev alınıyordu bu ülkede. Şimdi Ankara’da 600-800 bin TL’ye ev satılıyor. Bir otomobil 50 TL olsa 12 otomobil eder. Bu da bir enflasyon. Türkiye belli bir dönemi yaşadı geçti. Sanayi devrimini kaçırmak deniyor şimdi; bana göre sanayi devrimini kaçırıyoruz, kaçırdık hatta.

Üretim de kaçar yatırım da

Enflasyonun hızla yükseliyor olması her şeyi kaçıracak. Üretimi değil, yatırımı da. Bir kere benim değerlendirmelerime bankacı perspektifinden bakmamak lazım. Dokunduğumuz kitlelerin eğilimlerinin ifade edilmeye çalışılmasıdır. Ama zaman zaman deniyor ki tasarruf olması için özendirici bir reel getirinin olması lazım. Aksi takdirde toplumun büyük bölümünü teşkil eden, tasarruf edilmesi beklenen kitle aptal mı? Çok ciddi bir reel faiz vermeniz lazım. Tasarruf istiyorsanız.

Sonuç itibarıyla bu bizi nasıl etkiliyor. Hep söylediğim hadise, Türkiye’de üretim maliyetleri artık emsal ülkelere nazaran avantajlı konumda değil. Geçenlerde bir haber vardı. Levi’s Türkiye’deki faaliyetlerini sonlandırmış. Nereye gittiği bakılırsa o ülkede üretim maliyetlerinin daha iyi olduğu görülecektir. İlk akla gelen işçilik. Sadece işçilik değil, direkt ve dolaylı vergilere kadar her şey. Hep verdiğim örnek; bir bardağı İstanbul’da satmak için Eskişehir’de de üretebilirsiniz, Bursa’da da, Bulgaristan’da da. Bulgaristan’daki üretim maliyeti işçilik, vergi enerji çok fark etmiyor ama vergide bile olumlu fark var. Artı istihdam koşulları açısından daha iyi görünüyorsa kentsel hayatın yarattığı hayat pahalılığı ve enflasyon nedeniyle.

Biten dönem balayıydı

Babacan gibi deneyim sahibi bir devlet adamının hukuk ihtiyacından bahsetmesi, önemli bir deneyimden yola çıkarak söylüyor olması lazım. Türkiye daha kurumsal olsun ben de eve götüreyim o hesabı çocuklarım inansın. Ben inanmaya razıyım. Ama çocuklarım birey olarak yetişti. Biz hesap verebilir bir ülke olmalıyız. Bu da her şeye rağmen mümkün olmalı.

Biten dönem balayıydı. Biten dönem ümitlerin çatlayıp patladığı dönemdi. Bu da realize oldu. Bu dönemin bir sürü olumlu yanını da gördük. Şimdi olumsuzlukları görüyoruz diyenler olabilir. Olabilir, bir konsolidasyon olabilir, yabancı hissedar o zaman borsada yüzde 63’ten yüzde 62’ye indik diyebilir. Bu arada THY’yi de aldık. Uluslararası yatırımcı beklentileri beni çok ilgilendirmiyor. Bunlar samimi değil. Yatırımcı diye yere göğe konmuyor ama bunlar çok kısa vadeli yatırımcı. Ama ne biz ne de başka ülkeler bir türlü de vazgeçemiyor.

Finans değil lojistik merkezi olduk

Bir kere lojistik alanında yapılanın çok büyük önemi var. Bizde de bir liman vardı ki zurnanın son deliğiydi. Bugün onlarca liman var. Mersin’i bizimkilerin söylediğinin 5 katına aldılar. Patladı gitti Türkiye. Kimimiz THY diyoruz, kimimiz 3. havaalanı, 3. köprü diyoruz ve simgelerle görüyoruz ama hub haline geldiği ve Dubai, Katar falan gibi ülkelere nazaran çok önemli bir gelir iş kapısı kazandığı galiba söz konusu. Sadece THY’ye bindiler geçtiler değil, yolcudan ibaret değil. Oteller her şey bunun içinde. Türkiye’ye büyük istihdam sağlıyor. Babacan söyledi. Doğu Afrika’dan Batı Afrikaya Türkiye üzerinden gidiyorlarmış. Heriflerin hepsi küs birbirine.

Önce kadın çalışanın hakkını ver

Yabancılarda bizimki gibi bir yapı yok. Onlarda daha çok emeklilik fonları var. Kurumsallıktan benim anladığım hesap verebilmek, şeffaf ve sürdürülebilir olmak. Sendika başkanımız Metin Tiryakioğlu ile bu işe ciddi kafa yoruyoruz. Bizim kurumsallığımız çok ortaklı bir yapıya cevap verebilecek bir kurumsallık. 100 binlerce hissedarı olan bir yapının devam etmesi açıından birtakım ihtiyaçlar içindeyiz.

Öte yandan çok eksiğimiz olduğu konusunda tereddüdümüz yok. Kurumsal açıdan bizden daha iyisi var mı bilemem ama bugün kurumsallık adına Türkiye’de ileri sürülen birçok şeyin eksik olduğunu düşünüyorum. Yani kurumsalım diyen birçok işletmenin kurumsal bir müesseseye yakışacak istihdam politikası bile yoktur. En komiği de ‘kadın yöneticiler’ söylemi. Yahu sen daha kadın istihdamıyla ilgili yasal haklarını kabul etmiyorsun da kalkmış yönetim kurulu üyemiz kadın diyorsun. Patron kızından ve tanıdığından başka kim yönetim kurulu başkanı olacak. Sen önce kadın çalışanının hakkını ver.

Bizde yetkili pozisyonların yüzde 70’i kadın, İş Bankası’nda. Neden sınav yapıyoruz çünkü. Kadınlar daha disiplinli. Kurumsallaşmak sürdürülebilirlik açısından da şart. Ama ben bu yapılarla ikinci yüzyılı devirebileceğimizden emin değilim. Cumhuriyet 90 küsur yaşında. Eskiden 2. Cumhuriyet denince kızıyordum şimdi iki de oldu 2.5 de. Öyle gidiyoruz.

Savaşa girmek mi zorundayız?

Kabul etmek lazım ki bu siyasada içeride de dışarıda da siyaset yapmak çok zor. İster onu beğenin ister bunu beğenin. Hiç kolay değil. Detayları bir tarafa bırakırsak Türkiye Cumhuriyeti şu ya da bu ifadeden eleştiriliyor. Savaşa girmiyormuş diye. Savaşa girmek iyi bir şey mi? Amerika’da gazetelerde manşet. Hâkim olduğu varsayılan güçlerin politikalarına uymak mı zorundasın? Ama çok ilginç bütün bunlarda bir Brezilya’nın bir Arjantin’in başına gelmiyor. Türkiye bu coğrafyada var olmaya devam edecek ama hiç kolay değil. Demografiyle uğraşmak da kolay değil. Doğal kaynaklar açısından da şanslı bir ülke değiliz. Bu ülkeyi yönetmek çok kolay değil. Büyük boyutlu eleştirilerde hangi birikimle hangi sorumlulukla yaptığına da hayret ediyorum.

Bankacılıkta geri gittik

Bankacılık sektörü çok güçlendi, yabancı sermayeyi kattık ama bütünüyle bakıldığında ve gelmemiz gereken sofistikasyon açısından bakıldığında bana göre ileri değil geri gittik. İhtiyaçların cevaplanması anlamında geri gittik. Bireysel krediler büyüdü iyi. Kişinin finansal özgürlüğü açısından iyi oldu. Hem ürünler hem fiyat açısından tasarruf.

İster istemez bizim gibi ülkelerde devlet hala piyasalarda daha ağır. Devletin belirleyiciliği daha ağır. Türkiye uzun yıllar düşük kur - düşük faiz politikasını oynadı. Bu da başarılı oldu. Sizin belli bir viteste ulaşabileceğiniz belli bir performans, sürat, hız ve güç var. Bunun ötesine geçebilmek için başka perspektife başka aletlere farklı bir sofistifikasyona ihtiyaç var diye düşünüyorum.

İstenen hukuk devleti

Ama geldik takıldı kaldı şimdi de gitmiyor. Her şeyin özü şurada. Ali Babacan net konuşuyor. Şu andaki durumun en gerçek ifadelerle ve en cesaretli eleştiricisi aslında Ali Babacan. Sözün altına baktığında hukuk devleti ve güven diyor. Güveni Suzan Sabancı söyleyince başka, Ali Babacan söyleyince başka oluyor. Bizim de başımız bundan derde giriyor. Aslında bir dönem bitiyor. Türkiye’nin de birtakım realitelerin olduğu ve açık olduğu çevre realiteleri nedeniyle sürprizler yaratabilecek bir ülke olduğu görüldü.

Bizim gibi holding olmayan, babadan kalmayan kurumlar da yöneticilere artı bir sürü şey yüklüyor. Çalışanı da emeklisi de hesap soruyor. Aklım başımdayken daha da kurumsallaşsın istiyorum. Tek çare bu...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler