Erkek "seni öldürürüm" diyorsa inanın
“Gazeteler 84 yıl ceza diye yazdığında korktum en çok”. Eşini, baldızını ve kayınvalidesini kurşuna dizmiş bir adamın korktuğu tek an işte bu. Ama o ceza da 14 yıla indirilmiş! Burçe Bahadır'ın “Ölü Kadınlar Memleketi” kitabında bunun gibi pek çok örnek var. Cezaevindeki katil erkeklerle konuşuyor Bahadır. Kadın cinayetlerini daha net görmek için bize iyi bir kaynak sunuyor.
Ölü Kadınlar Memleketi, Ayizi Yayınları'ndan çıkan bir kitabın adı. Yazarı, Burçe Bahadır. Ancak bir kitaptan fazlası bu, Türkiye'de kadının, kadınlığın içinde bulunduğu tehlikeyi anlatan kısa bir özet. Zira, geçen yıl 237 kadın öldürüldü, bu yılın ilk altı ayındaysa 139. Üstelik bunlar kayıtlara geçenler. Kayıt demişken, sizi bu haberle istatistiklere boğacağımızı zannetmeyin, zira Burçe Bahadır kitabıyla öldürülen kadınları birer rakam olmaktan çıkarıp ete kemiğe büründürüyor. Yan komşumuz, iş arkadaşımız, kardeşimiz işliyor bu cinayetleri. En önemlisi de kitap sadece “kurban”ları ve yakınlarını anlatmakla kalmıyor; katil erkeklere odaklanıyor.
-Kadın cinayetleri artık katliama dönüştü. Şimdiye kadar hep “kurban”ların hikayelerini dinledik. Siz, katillerle konuştunuz. Nereden çıktı bu istek, fikir?
“İyi iş olur” diye düşünmüştüm başta. Her sabah gazeteyi açıyoruz, malum haberleri görüyoruz. Şöyle bir bakıp geçiyoruz. Hepsini okumuyoruz bile, çünkü hikaye çok da değişmiyor: “A.Ç sokak ortasında M.Ç’yi vurdu”. Kadınlar hiç uğruna, sırf kocalarını ya da sevgililerini terk etmeye kalkıştıkları için sokak ortasında infaz ediliyor. Üç köşeli bir hikaye bu; kurbanlar, katiller ve yakınlar. Aynı olayı her biri farklı açıdan anlatıyor ve siz bütünü ancak bu sayede görebiliyorsunuz. Ben hakim ya da savcı değilim. Erkekleri yargılamamaya dikkat ettim. Bu olayın “neden”ini anlayabilmek ve gerçeği görebilmekti hedefim. “Bir erkeğin hangi aşamada katil olmaya karar verdiğini, nasıl gerekçeler öne sürdüğünü, toplumun erkekten ne istediğini anlarsak hastalıklı hal almış bu cinayetlerin de sebebini çözebiliriz” diye düşündüm. Bu adamlar başka cinayet işlememiş, ama iş kadın öldürmeye gelince ne elleri titriyor, ne de pişmanlık duyuyorlar. “Toplum olarak tuhaf şeyler söylüyor olmalıyız onlara” diye düşündüm. Ayrıca katillerle röportaj yapmanın “cazibe”sine de kapıldığımı itiraf etmeliyim. Sadece “iş” olarak düşünürsek ciddi tecrübe edindim.
- En zoru neydi?
Kuşkusuz yakınlarla konuşmaktı. Bir baba ve ablayla görüştüm. Süreç boyunca kurbanların yanında olmuşlar, ama ikisinin de elinden bir şey gelmemişti. Katiller öldüreceklerini muhakkak söylüyor. Hem de defalarca. O yüzden kitabın sonunda “Bir erkek seni öldürürüm diyorsa, kadın ona inansın” diyor kurbanın ablası. Karakola gidiyor, şikâyetçi oluyorlar. Genellikle sonuç çıkmıyor. Seda’nın babası “Kızına sahip çıksaydın” diye karakoldan gönderiliyor mesela. Başka bir kadın 100 defa şikayetçi oluyor. Tam 100 defa. Koruma talebine olumlu cevap, öldürüldükten sonra geliyor... Yok, sanırım en zoru aynı hikayenin yüzlerce tekrarını dinlemek, izlemek ve okumaktı. Göz göre göre gencecik kadınların, hiç uğruna, erkeklerin cahilliği ve bencilliği uğruna yok olmasını izlemekti. Cezaevindeki kadınlarla konuşmak da zordu. Sanırım o an kimle görüşüyorsam, en zoru o oluyordu.
- Erkekleri cinayete iten nedenler derin bir inceleme konusu ama sizin gözünüze ilişenler neler?
Olabildiğince farklı sınıf ve şehirlerden erkeklerle görüşmeye çalıştım. Ankaralı bir polis, Trakyalı bir köylü ya da gecekonduda yaşayan bir erkek arasında, söz konusu kadın ve kadının özgürlüğü olduğunda, hiç de fark yok, onu anladım. Mesele “namus” da değil aslında. Kadının sevgilisinin olduğunu bildikleri halde, “dön seni affedeyim” diyorlar. Böylece döndüğünde daha çok eziyet edebilecek. Kimi erkek de, kadın terk ettiğinde toplumda itibarsızlaşacağını düşünüyor. Büyük ihtimalle dalga geçecekler, arkasından konuşacaklar. Başka yol yokmuş gibi hissediyorlar. Tabii az ceza alacaklarını bilmenin rahatlığı da var. Bu arada iki tip erkekle karşılaştığımı söylemeliyim; toplum dayatmasına karşı çıkamayanlar ve şiddeti zevk olarak görenler. Veysel ilk gruptandı ama Hamit ikincisiydi. Sokağa çıkan kadın Hamit’in gözünde ahlaksızdı. Dövmek, korkutmak sadistçe bir zevk veriyordu ona.
- Konuştuğunuz erkeklerin ortak özelliği kendilerini sonsuz bir haklılık içinde görmeleri. Sizce neden?
Biri bile, bir kere uzun yıllar geçirdikleri bir kadını öldürdükleri için üzüntü duymamış. Yalandan bile olsa, “pişmanım” demedi hiçbiri. Haklı olduklarına o kadar inanıyorlar ki. Tabii bunun başka tehlikeleri de var. Kendilerini bu kadar haklı görmeleri çocuklarını etkiliyor, konu komşuyu, amca çocuklarını da. Örnek alıyor, hayranlık duyuyorlar. Bulaşıcı hastalık gibi... Bu şekilde devam ettikçe de bu yara büyüyor. Erkekler ağlamaz, erkek adamsın, boynuzlu, karı gibi gülme... bunların hepsinin bedeli, erkekliğin aslında hiçbirinin ulaşamayacağı bir mertebe haline gelmesi. Kimse o kadar güçlü olamaz, olmamalı. Tuhaf bir şey daha söyleyeyim. Görüştüğüm erkeklerin çoğuna acıdım. Bu kadar cahil kaldıkları, kendi hayatlarının bile kıymetini bilmedikleri, aslında boşu boşuna hayatlarını mahvettikleri ve bunun farkında bile olmadıkları için. Vicdan muhasebesi yaptığı anda dayanamayacak. Gurur duyamayacak. Hayatta yaptıkları en önemli iş, bu. “Namus”una o kadar düşkün ki, bunun için ceza yemeyi göze alıyor. Hepsinin ortak yalanı bu. Okumuşu da, cahili de, güçlüsü de, güçsüzü de içten içe kadının ve erkeğin görevlerini kafasında iyice tespit etmiş. Sadece erkekler değil pek çok kadın da böyle. Cinayetle sonlanan yolun taşları böyle döşeniyor. Zarar gelmez sandığımız şakalarla, kulağımıza yer etmiş atasözleriyle, ille de kendimizi topluma kabul ettirebilmek hevesiyle özgürlüğümüzden vazgeçiyoruz.
- Konuştuğunuz katillerden biri Veysel "Lisede TCK'yi ders diye koysalar ya. Bu kadar ceza alacağımı bilsem vurur muydum" diyor. Cezalarda indirim yapılmasa caydırıcı olacak gibi.
Kesinlikle. Bir başka katile “en çok ne zaman korktun” diye sordum. Üç kadını-karısını, baldızını ve kayınvalidesini- kurşuna dizmişti. Biri ölmüş, diğerleri sakat kalmıştı. “Gazeteler 84 yıl ceza diye yazdığında” dedi. Bu bile yeterli cezaların artmasının önemini anlamaya. 84 yıl 14'e düşmüş, Hamit’in de korkusu dinmişti. Birkaç yıla çıkar. Namustu, tahrikti, erkekliğime hakaret etti dedikçe cezaları azalmamalı. Kadın cinayetleri, nefret cinayetidir. Cins kırımdır. İş cinayete varmadan, tehdit aşamasında ciddi cezalar verilmeli. Artık dayaktan, şiddetten konuşmuyoruz farkındaysanız. Küçük suç oldu onlar... Kadın, tehdit edildiğinde, şiddete uğradığında kime gideceğini, ne yapacağını bilmeli. Bilmekten öte, sonuç alacağına inanmalı. Hikâyesini ablasından dinlediğim Gönül, kendisini sürekli tehdit eden, nihayetinde de öldüren imam nikahlı kocasından kurtulmak için adamla tekrar aynı eve giriyor. O kadar çaresiz ki, beni eninde sonunda öldürecek bari elinin altında olayım, ne isterse yapayım da canımı kurtarırım belki diye düşünüyor. Kurtaramıyor. Karakol ve savcılık tecrübeleri yüzünden güvensizler ve nereye sığınacaklarını bilmiyorlar.
- Türkiye gerçekten de bir "Ölü Kadınlar Memleketi". Bunun acısını yakından gözlemlemiş bir kadın olarak, siz kendinizi nasıl hissediyorsunuz bu memlekette?
Ortada önemli bir sorun var ve bunu dile getirdiğinizde çok marjinal bir mevzudan bahsediyormuşsunuz gibi bakıyorlar yüzünüze. Bu sadece kadınların değil bütün memleketin sorunu. Dur demezsek hepimiz zehirleneceğiz gibi geliyor bana.
KADIN ÇARESİZLİKTEN ÖLDÜRÜYOR
- Kitapta eşini öldüren kadınlarla da konuşmuşsunuz. Kadın ve erkek katiller arasında ne gibi fark var?
Kadın kocasından dayak yiyor, işkence görüyor, kimi zaman satılıyor. Ayrılmayı deniyor ancak ya parası yetmiyor, ya gücü. Kocasını terk etmeyi başarsa, yaftalanıyor ya da en yakınları tarafından bile namussuzlukla suçlanıyor. Nihayet eve geri dönmeye mecbur kalıyor. Bu aşamaların hemen hepsi pek çok kadın tarafından yaşanıyor. İşkenceye, satılmaya, dayağa dayanamadıkları noktada ve kaçışları olmadığını anlayınca, en çok da çocukları tehlikeye girince bir cezaevinden diğerine geçmekte beis görmüyorlar. Nigar, yıllarca kocasının tecavüzüne katlanıyor. Bir kere evi terk ediyor, iş buluyor tam kendini kurtaracakken annesi, babası, kocasının akrabaları ahlaksızlıkla suçluyor. Dönmek zorunda kalıyor. Kuzenini azmettirip kocasının cinsel organını kestiriyor. Boğuşurlarken adam ölüyor. “Adamı yaralayıp, kaçabileceğini mi sanmıştın?” dedim. “Ben onun ‘şeyinden’ çok çektim. O da cezasını bulsun istedim” diye cevapladı. İşin nereye varacağını bile kestiremiyorlar. Suna’ya “cezaevinde kendini nasıl hissediyorsun” dedim. “Özgür ve emniyette” dedi. Ya ölecek ya öldürecek. Kadına başka seçenek vermiyoruz.
En Çok Okunan Haberler
- Kriminal raporun ayrıntıları ortaya çıktı
- İktidarın '25 Kasım' korkusu
- İstanbul'da aile katliamı
- AKP sayesinde bu düş de gerçek oldu!
- 4 kişiyi öldürüp intihar etti!
- 250 bin TL'nin getirisi ne kadar?
- Akalın'dan İYİ Parti'yi karıştıracak açıklama
- Gökçek döneminde belediyeden geçen karar pes dedirtti!
- Türk ordusunun Kubilaysızlaştırılması
- Hedefteki teğmenlerle ilgili yeni gelişme!