Edebiyatın yanık saraylarında... Sevim Burak!
Sevim Burak’ın yazı damarını ortaya koyan Mektuplar (Biri Yayınları), iki yetkin yazıyla, Hasan Güçlü Kaya’nın Sunuş’u ve Asuman Susam’ın yazısıyla başlıyor. Burak’ın ilk mektubu Güzin Dino’ya. Sevim Burak’ı “bilinç akışcı” diye yaftalayanlar yanılıyor bence. Hayatın içinden geçerken hissettiklerini yazan biri. Ama zihninde yeterince pişirdikten, fokurdatıp kaynattıktan sonra. Buna özümseme diyorum. Gerçeği özümseyerek kendi gerçeği yapmak; içeriğini Burak’laştırdıktan sonra, büyücü dokunuşlarla biçemlendirmek. Burak yazarlığının ipuçlarını fazlasıyla bulabilirsiniz Mektuplar’da.
YANIK SARAYLAR’DA BİR KUĞU
1980 Haziran’ı darbeyle hatırlanır oysa benim darbe yediğim aydır. Türkiye’mden ayırıp Avusturalya’ya göçme cezasına çarptırmıştı hayat. Cebimde uçak biletim, kalan birkaç günümde, anılarımı köpürterek geziyordum canım İstanbul’u.
Vapurla Büyükada’dan Bostancı’ya giderken dışarda oturdum. Her zaman bana güzel hayaller kurduran denizin maviliğinde, gözyaşımı saklayarak boğuluyordum sanki.
Bostancı’da Kadıköy dolmuşuna binmekten vazgeçip, güzelim yolu yürümeye karar verdim. Anı defterimin sayfalarını çevirerek, sıra sıra dizilmiş mağazalara, kahvelere girip çıktım.
Bağdat Caddesi’nde, şimdi adını unuttuğum bir ‘cafe’de, kuğu salınımlı Sevim Burak’ı gördüm. Geniş kenarlı şapkasının altındaki o iri gözleri, benimki gibi hüzünlüydü. Nedense havamızı şenlendiremeden oturup, sustuk bir süre. Güneş batmak üzereydi.
Yakındaki evine davet etti. Nerde sabah orda akşam yaşantısındaydım, sevindim doğrusu. Hayranı olduğum Yanık Saraylar, sarayına davet etmişti. Yemek pek neşeli geçmese de, benim için piyangonun büyük ikramiyesiydi.
O ahşap evin rahatlatan havası, dışarda bıcırdayan kuşların sesiyle, sıkıntıdan uyuyamadığım gecelerin acısını çıkarmıştım. Sabah kahvaltısındaki kızarmış ekmek kokusunu; kahvaltılıkları, Burak’ın gözündeki, bedenindeki solgun kuğu salınımını unutamam.
Birkaç yıl önce açık kalp ameliyatı geçirdiğini, sağlığının bir türlü düzelmediğini sonradan öğrendim. O sıralar, sevgili Ömer Uluç’tan boşanacağını da. Ah! Nerden bilebilirdim, üç yıl sonra melek kanatları takınarak sonsuzluğa salınacağını? Şimdi aldın mı “nedense”nin yanıtını şalgam kafam!
Salgın ortalığı kasıp kavururken, kırk yılı aşkın bir süredir gurbette; Avustralya’nın Sidney kentinde, Covid 19 efendi mi, yoksa hanımefendi mi, Dünya’nın dört bir yanına uzak olmamıza aldırmadan bize de çöktü.
Kapanma günlerinde bunalıp dururken; Facebook’ta, Biri Yayınları’ndan çıkan Sevim Burak Mektuplar paylaşımını gördüm. Heyecanımın anı defteri sayfalarını akıtmaya başladı belleğimde.
Şair Hasan Güçlü Kaya’nın çıkardığı Biri Dergisi’nde oğlum Mustafa da yazıyordu. Bundan yüreklenerek, editör konumundaki Hasan Güçlü Kaya’dan (buraya posta ücreti kitabın üç katı olduğu için ) Adana adresime birer adet yollamasını rica ettim. Sağ olsun yolladı.
Kitap Hasan Güçlü Kaya’nın Sunuş’yla başlıyor, ardından Asuman Susam’ın yazısıyla devam ediyor. İki yazı da derinlikli; Mektuplar’a, Sevim Burak karizmasına yakışacak nitelikte. Çok önemli şeyler söyleyen bu metinlerden parçalar alarak yazımı doldurmak istemiyorum.
İLK MEKTUP GÜZİN DİNO’YA
İlk mektup Güzin Dino’ya. Mektuplar’a, Burak’ın yazı damarına ışık tutacak bir parça:
“… iki kez Kuzguncuk’tan, bir kez de sonra taşınmış olduğumuz Salacak’tan … mektup yazmıştım. Fakat göndermedim… Zarfı kapattıktan sonra, tıpkı hikayelerimi bitirdikten sonra olduğu gibi bir kere daha açıp okudum ve yeterli bulmadım size gönderebilmek için. (Hikayeleri de bir türlü baskıya veremem. Daha içtenini yazabileceğimi kendi kendime inandırmak isterim. Böylece hikayeler bitmez, bir yenisi, daima bir yenisi başlar. Bir hikaye yüz hikaye demektir benim için. Yüz hikaye de bir yılda biter. Bazen de bitmez. Benim için yazmanın ve yazar olmanın güçlüğü burada. Bu yüzden umutlu değilim gelecekten) Size de tıpkı baskıya verirmiş gibi bir mektup, gerçek bir hikaye göndermek istiyordum. Bu kez de olmadı bu hikaye biliyorum…”
“Yeterli bulmadım”. Sözüne dikkat! Ya sonrası? “Hikayeleri de bir türlü baskıya veremem. Daha içtenini yazabileceğimi kendime inandırmak isterim”.
SEVİM BURAK’IN İÇTENLİĞİ
Yazdığından memnun olmayan, daha iyisini yazmak için kıvranıp duran yazarın gözü hep ilerde olur. Daha önce yazdıklarını geçme koşusudur bu. Burak’ın attığı ‘deparların’ adına İÇTENLİK diyebilirim. Üst düzey yazarların bir özelliğidir bu. Yazdığına güvenemez ama kendine güvenir. Bu yüzden gözünü kırpmadan inşasını yıkar, yeniden kurar.
1999 yılında eşim Nedret’le tatile gitmiştim ülkeme. 1955 yılından beri tanıdığım Ece Ayhan’la aynı dergide, Öküz’de yazıyordum. Geldiğimi duyunca Ece, Öküz’ün her şeyi, ‘şeytanım’ dediğim Met-Üst’e rica etmiş “beni Nihat’la görüştür” diye.
Nevizade’nin ilerisinde bir kebapçıda akşamımızı şenlendirdikten sonra, (Şeytanım’ın olduğu yerde şenlik vardır çünkü. Ondan aşağı kalmayan Hatice Meryem, Ayhan Bozkurt eşliğinde.) bir arabaya doluşup Köprüden, Anadolu Yakası’na geçip, Ayşe Kadın tarafında görkemli bir apartmana gittik.
Evinde Ece’yi misafir eden kadın karşıladı bizi. Gidip haber verdi, daktilosunun başına geçti. Yazarların dosyasını temize çekerek geçimini sağlayan bu kadına hayran kalmıştım. (Ah şalgam kafam! Nasıl unutursun bu sağlam duruşlu kadının adını?)
ECE AYHAN: ‘TARİFE SIĞMAZ BİR KADIN. TAM BİR BÜYÜCÜ CANIM!’
Daktilonun tak tuk ağırlamasıyla salonda kaynatırken Ece göründü. Aman Allah’ım! Duvara tutuna tutuna, titrek titrek yanımıza gelmek için gayret ediyordu. Yardım etmek için ayağa fırladık. Bize aldırmadı, başarıyla çöktü aramıza. Bal damlayan (çarpılmış demeye kıyamam) eğri ağzıyla, o konuştu, biz dinledik.
Bir ara sözü Sevim Burak’a getirdi; “Tarife sığmaz bir kadın! Edebiyatımıza bir gömlek değil birkaç gömlek bol gelen biri bence. Yazdıklarını ilk okuyan ben olmak için sık sık evine giderdim. Son yazdığı öykünün sayfaları mutlaka perdeye iğnelenmiş olurdu. Öyküsünü okumasına bayılırdım. Daha doğrusu ses tonuna. Sanki sesine dans ettirirdi. Öyle okurdu işte. Birden durur, sayfalara yer değiştirirdi. Defalarca, bıkmadan usanmadan yapardı bunu. Tonal bir akışı değiştire değiştire atanol bir akışa dönüştürürdü. Öykünün çıkışı sağlam olduğu için; içeriği ve biçemi daha sıcak olurdu. Tam bir büyücü canım!”.
ABİDİN DİNO’YA BİR MEKTUP
Abidin Dino’ya yazdığı mektupta, Burak’ın yazarlığını kavramamıza yarayacak bir parça:
“… Bir de bu arada bir öykü istedi Memet Fuat, daha geldiğimde. 27 Mayıs’ı yazayım dedim (Bayrakların altında dolaşmıştım, ihtilal yürüyüşüne katılmıştım, yaşamıştım. Bizim Karaca 5 yaşındaydı onu da götürmüştüm. Hep bunları yazacaktım).
Fakat bir türlü yazamadım. Gereği kadar eskimedi olaylar çünkü. Tam altı yıl geçti. Fakat bana dünmüş gibi geliyor. Bundan dolayı gereği kadar eskimemiş olduğu için, daha eski bir ihtilali, Kurtuluş Savaşı’nı da karıştırıyorum…”
“BURAK’I, ‘BİLİNÇ AKIŞÇI’ DİYE YAFTALAYANLAR YANILIYOR!’
Sevim Burak’ı bilinç akışcı diye yaftalayanlar yanılıyor bence. Hayatın içinden geçerken hissettiklerini yazan biri. Ama zihninde yeterince pişirdikten, fokurdatıp kaynattıktan sonra.
Buna özümseme diyorum. Gerçeği özümseyerek kendi gerçeği yapmak; içeriğini Burak’laştırdıktan sonra, büyücü dokunuşlarla biçemlendirmek.
Daha önce de söylediğim gibi, Burak yazarlığının ipuclarını fazlasıyla bulabilirsiniz Mektuplar’da.
“… Aslında ben de üzülüyorum on yıl daha yazıp çizsek yirmi yıl daha isterler burada. Bir hikaye kitabı kafi değil, on hikaye kitabı istiyorlar (Sait Faik Hikaye Armağanı örneğin). Daha birinci kitabı, belki ikinci kitabında bozulur, yazamaz, şımarır diye vermediler armağanı.
On yıl önce yazmış, üç dört kitap çıkarmış, kötü bir yazara verdiler, kötü olduğunu bile bile… Odun parası yokmuş, öbürünün varmış diye, odunu olmayana para armağanı verecek kadar hesaplar yapıyorlar. Bütün bu konuşmalar geçmiş jüri heyetinde. Ben kat’iyen uydurmuyorum. Duyduğum zaman bir tuhaf oldum, acıdım bu adama ben de, iyi ki parayı o aldı, biz ondan daha iyi durumdayız, diye düşündüm…”
SEÇİCİ KURUL KIYIMLARI
Ülkü Tamer’den buna benzer seçici kurul kıyımlarını çokça duydum. 1966 yılı Sait Faik Hikaye Armağanı seçici kurulunu biliyorum. Çoğu arkadaşımdı. Aramızdan ayrılan olduğu için burada isimlerini yazmıyorum. Ödülü alan öykücünün de adını biliyorum ama onu da yazmıyorum. Yalnız şunu biliyorum; o zamana dek pek adı sanı duyulmayan bu öykücü, ödülü aldıktan sonra unutulup gitti.
“Ödül fişekler, ondan mutlaka yeni öyküler gelir” diyenler, boşuna bekledi. Ödül Sevim Burak’a verilmedi diye, Memet Fuat isyan ederek istifa etti. İşte bu unutulmadı.
Ayrıca Sevim Burak’ı destekleyen, yüreklendirenlerin başında; sezgileri güçlü iki sanatçı var: Ali Poyrazoğlu, Doğan Hızlan. Bir de YKY kıymet bilirliğini anmadan geçemeyeceğim. Kitap-lık Dergisi’nin 63 sayısında armağan olarak verilen; Nilüfer Güngörmüş’ün hazırladığı, A’DAN Z’YE Sevim Burak (Teşekkürler Murat Yalçın).
1966’dan günümüze dek değişen pek bir şey yok. Kayırmaca, büyük yayınevlerinin seçici kurul baskısı sürüp duruyor. Ödüllerin amacı genç yetenekleri yüreklendirmek olmalı. Böylece gençlere olanak sağlanıp, önü açılmalı. Dünya öykücülüğünün içinde yer alabilecek Sevim Burak gibilerini, odun uğruna yakmamalı.
‘ON YEDİ YIL EDEBİYATA KÜSTÜ’
Sait Faik Hikaye Armağanı’nın kasıtlı olarak kendisine verilmediğini düşünen Burak, edebiyat ortamına on yedi yıl küstü. Bir şey yayınlamadı. Hem kendisi hem de edebiyatımız için talihsiz bir dönem. Ama yazarlık tutkusu onu rahat bırakmadı, Mach 1 adını verdiği romanı üstüne çalıştı.
Biraz başa dönüyorum. Ellili yıllarda mankenlik yaptı. Violonist Orhan Borar’la evli. Olgunlaşma’nın Amerika defilesi için Tarsus Vapuru’yla giderken kocasına yazdığı mektuplar, Burak’ın karakterini sergiliyor.
Defileleri, çıktığı televizyon şovlarını, katıldığı partileri anlatan mektuplar, kanındaki yazarlık güneşinin habercisi bence.
Amerika dönüşü ticaret hayatına atıldı. Açtığı moda evi başlarda iyi giderken yavaş yavaş tökezledi. Çünkü aklını yazar olmaya takmıştı. Kendisine yol gösterici olarak seçtiği Peyami Safa’yla yasak bir aşka yelken açtı.
1957 yılında Orhan Borar’dan ayrıldı. Oğlu Karaca daha iki yaşındayken. Sonra evlendiği, canım arkadaşım, ünlü ressam Ömer Uluç’un da onun yazarlığına katkıda bulunduğuna inanıyorum. Hayatımda tanıdığım en zeki, sezgisi güçlü biriydi Ömer Uluç. İç dünyasını pembe köpüklü renklerle dökerdi tuvale. Ne zaman seyretsem dondurma gibi yalamak isterdim resmini. Daha önce yazdığım gibi, ne yazık ki ondan da ayrıldı.
Kızı Elfe Uluç, annesinin Mektuplar’ının kitaplaşması için büyük çaba harcayan Karaca Borar, Sevim Burak’ı hiç yalnız bırakmadı, aramızdan ayrılana dek hep yanında oldular.
Kalıpları dinamitleyen, okuyucuya ufuklar açan yapıtlar... Fakat Yanık Saraylar’a ayrı bir tutkum vardır. Başucu kitabımdır. Sevim Burak Mektuplar’ını da onun yanına koyuyorum. Bana güvenerek kitabı alıp okuyanların pişman olmayacağına inanıyorum.
En Çok Okunan Haberler
- Kriminal raporun ayrıntıları ortaya çıktı
- İstanbul'da aile katliamı
- İktidarın '25 Kasım' korkusu
- 250 bin TL'nin getirisi ne kadar?
- AKP sayesinde bu düş de gerçek oldu!
- Akalın'dan İYİ Parti'yi karıştıracak açıklama
- Gökçek döneminde belediyeden geçen karar pes dedirtti!
- Hedefteki teğmenlerle ilgili yeni gelişme!
- Türk ordusunun Kubilaysızlaştırılması
- 'Açız' diye bağırdı, yaka paça dışarı atıldı!