Edebiyatın tiz (!) sesi; Truman Capote (18.07.2020)
Truman Capote’nin kendi hayatından ya da hikâye ve romanlarından senaryolaştırılmış filmler denilince akla ilk gelen beyazperde uyarlaması, başrollerini Audrey Hepburn ve George Peppard’ın oynadığı, Blake Edwards’ın yönettiği klasikleşmiş Tiffany’de Kahvaltı elbette. Ama Capote’nin gerçek bir olaya, bir belgesel çalışmasına dayanan “Soğukkanlılıkla“sının da birden fazla Hollywood uyarlaması var. Öyle ki Soğukkanlılıkla’nın yazım sürecini konu alan, Gerald Clarke’ın biyografisinden yönetmen Bennett Miller’ın sinemaya uyarladığı ve Philip Seymour Hoffman’a en iyi erkek oyuncu dalında ilk Oscar’ını kazandırmış “Capote” adlı film tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük ilgi görmüştü. Capote'nin yapıtlarının hemen hepsi Sel Yayıncılık tarafından yayımlandı.
“Tüm beşeri hayatın kendi mevsimleri ve devreleri vardır ve hiç kimsenin kişisel kaosu kalıcı değildir. Kişi, her şeyden sonra, ilkbahar ve yaza yol verir, bazen dallar çıplakken ve toprak buzdan çatladığında, insan onların asla gelmeyeceğini sansa da, ilkbahar ve yaz daima gelirler.”
Truman Capote
30 Eylül 1924 - 25 Ağustos 1984… Doğumu ile ölümü arasındaki mesafede sıra dışı oyalanan sıra dışı bir kimlik. Çağdaş Amerikan Edebiyatı’na önemli örnekler kazandırmış usta bir kalem.
Ufak tefek yapılı, tiz sesli, yaşamı boyunca genç yaşta gelen yazarlık ününe rağmen birçoklarınca “itici” olarak nitelenip dışlanmış bir adam.
Alkole ve uyuşturucuya erken yaşlarda başlamış, cinsel tercihleri ve bu tercihlerini yaşama biçimleriyle, yakın arkadaşı Tennessee Williams ile karıştığı skandallarla özellikle ABD sosyetesi içinde özel bir yer edinmiş, kalabalıklar içerisinde yapayalnızlar kulübünün sadık bir üyesi.
Yapıtlarında kadın erkek ilişkilerini, toplum içinde yalnızlaşan bireyin dramını, kendi yaşamından da biçtiği paylarla, psikolojik derinlik çerçevesinde ele alan, biçemiyle de Kurt Vonnegut, Ralph Ellison, Jack Kerouac, Philip Roth’dan çok daha soğukkanlı, keskin ve umarsız bir asi.
Kübalı zengin işadamı üvey babasından aldığı soyadıyla bilinen Truman Capote... Asıl adıyla Truman Streckfus Persons. Soğukkanlı, keskin ve umarsız.
Korku öykülerini topladığı “Gece Ağacı”, yalnızlığa, yalıtılmışlığa yetkin bir alegori mesela. Yitik katiller, buz kesen bir kalemle zekice çizilen ruh haritaları eşliğinde gelişen, okuyanı kayıtsız kalınamayacak hayal ötesi bir gerilim girdabına çeken bir Soğukkanlılıkla ya da.
Capote’nin yapıtlarına kayıtsız kalamayan sadece okurlar değil öyle ki bu duygu karmaşalarını, bocalayan bireylerin ikilemlerini, sınırda gezinen insanları içeren yapıtlarını filmlere çekmekte gecikmeyen Hollywood’un da favorisi oldu yıllarca.
“Bir Noel Anısı”, başrolünde Geraldine Page’in oynadığı, hayli ilgi gören bir televizyon filmine uyarlandı.
BELGESEL ÇALIŞMA
Kendi hayatından ya da hikâye ve romanlarından senaryolaştırılmış filmler denilince akla ilk gelen beyazperde uyarlaması, başrollerini Audrey Hepburn ve George Peppard’ın oynadığı, Blake Edwards’ın yönettiği klasikleşmiş “Tiffany’de Kahvaltı” elbette.
Ama Capote’nin gerçek bir olaya, bir belgesel çalışmasına dayanan Soğukkanlılıkla’sının da birden fazla Hollywood uyarlaması var. Öyle ki Soğukkanlılıkla’nın yazım sürecini konu alan, Gerald Clarke’ın biyografisinden yönetmen Bennett Miller’ın sinemaya uyarladığı ve Philip Seymour Hoffman’a en iyi erkek oyuncu dalında ilk Oscar’ını kazandırmış “Capote” adlı film dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyük ilgi görmüştü.
Soğukkanlılıkla’da, Kansas kırsalında bir ailenin hapishane kaçkınlarınca öldürülmesi, suçluların yakalanıp yargılanması, idama mahkûm edilmeleri, katillerin iç hesaplaşmaları ve kayıp ruhlarının öyküsünü, geçim dertli Amerikan taşrasının profili eşliğinde adeta lime lime irdeleyerek önümüze seriyor Capote.
Gümüş Damacana’da bir araya getirilen, çalkantılı yaşamı ve çizgi dışı yaratıcılığının Soğukkanlılıkla’sına (1965) kadar ki kısmına ait erken dönem öyküleri de; onun bakış açısını, gözlemlerini, esinlendiği Georgia’lı Carson McCullers, Mississippili Eudoea Welty gibi çağdaşı yazarların duyumsamak için iyi bir fırsat.
Kitaptaki “Miriam” ile “Gümüş Damacana” adlı öyküleri satır aralarında küçük kasaba nüktedanlığına, zekâsına duyulan saygının ifadesi. “Başsız Atmaca”, “Son Kapıyı da Kapa”, “Gece Ağacı”nda ise, alnına yazılı gibi yalnızlığı ve ikilemlerinden harekete geçer Capote.
Sonraki tüm yapıtlarına damgasını vuracak yalın duygu derinliği en çok, “Şükran Günü Gelen Konuk” ve soğuk bir babanın uzaklığının travmasını analiz ettiği “Bir Noel Anısı” öykülerinde belirginleşir. Olaylara dürüst yaklaşımı kendini iyice gösterir.
1975 tarihli “Mojave Çölü” adlı öyküsünde ise yaşı biraz daha ilerlemiş olan yazar zenginlerin dünyasından edindiği sığ, sevimsiz ayrıntıları imtinasız diliyle betimler.
CİNLERİ KOVMA GİRİŞİMİ
1940’ların sonuna doğru kendisine ait kurgusal bir sese kavuşan Capote’nin, 1948’de yayımlanan Başka Sesler Başka Odalar adlı romanı, onun cinsel, ailevi sırlar karşısındaki şaşkınlığının, bocalamasının güçlü bir dışavurumu olarak nitelenir. Capote, umut vadeden genç bir yazar adayı olarak edebiyat çevrelerine ilk kırgınlığını da “cinleri kovma girişimi” olarak nitelediği bu yenilikçi, gotik romanıyla yaşar.
Olumlu eleştiriler alarak en çok satanlar listesine giren romanının kapağında yer alan egzotik fotoğrafının uzun yıllar peşini bırakmayacak kötü bir şöhret kazandırdığını açıklar.
Birçoklarının kitabın başarısını o fotoğrafa yorarak dışladığını, bazı işgüzarların da “Bu kadar genç birinin bu kadar iyi yazabilmesi çok şaşırtıcı” savlarını inatla benimsediğinden şöyle yakınır:
“‘Bu kadar genç birinin bu kadar iyi yazabilmesi çok şaşırtıcı.’ ‘Şaşırtıcı?’ Tam on dört yıldır gece gündüz yazıyordum! Yine de bu roman, gelişmemin ilk evresini noktalayan doyurucu bir sonuçtu.”
Bukalemunlar İçin Müzik’te ise daha katı ve deneyimli bir Capote ile karşılaşır okurlar: Gerçeğe dayalı roman fikrine kaymaya başladığı bir yapıtı olur bu.
Bukelemunlar İçin Müzik, yazarlığına çok şey katar. Etrafında olup bitenlerin, sıradan yaşamların çetelesini tutarken bulur kendini.
Her şeyden önemlisi yazmak üzerine tüm bildiklerini harmanlayabileceği, gerçekle, kurguyu mantık hatalarına düşmeden koşut geliştirebileceği yeni bir üsluba merhaba der:
“...Bir yazar, yazının diğer tüm formlarına ilişkin bildiği şeyleri, tek bir türde, diyelim ki kısa öyküde- nasıl başarıyla birleştirebilirdi? (...) yazmak üzerine bildiğim onca şeyi, senaryolar, oyunlar, röportajlar, şiir, kısa öyküler ve novella’lar... Şimdi kendimi sahnenin tam ortasına yerleştiriyor ve katı, bireysel bir tutumla sıradan insanlarla yapılmış basmakalıp konuşmaları yeniden inşa ediyordum: oturduğum apartmanın yöneticisi, jimnastik salonundaki masör, eski bir okul arkadaşı, diş doktorum. Bu tür yalın şeylerle yüzlerce sayfa doldurduktan sonra sonunda bir üslup bile geliştirdim. Yazmak üzerine ne biliyorsam hepsini özümseyebilecek bir çerçeve bulmuştum. Daha sonra bu tekniğin daha gelişmiş bir biçimini kullanarak, kısa, ‘gerçeğe dayalı’ bir roman (“El Oyması Tabutlar”) ve birkaç kısa öykü yazdım. Sonuç, elinizdeki kitap: Bukalemunlar İçin Müzik.”
OTOBİYOGRAFİK YAPITLAR
Korku öykülerini topladığı Gece Ağacı, ruhun dehlizlerini, merak duygusunu tatmin edebilmek adına bilinçli olarak zayıf bir ışıkla aydınlatır. Tatminsizlik ve yalnızlıkla sarılı karakterleri, fiziki ve çevresel ayrıntılarla tanımlamayı tercih eder. Okuru yorumda özgür kılar.
Capote, küçük kasabalarda yaşlı akrabalarının yanında geçirdiği çocukluğunu Bir Noel Anısı ve Şükran Günü Ziyaretçisi adlı kısa otobiyografik yapıtlarda anlatır. Topluma uyum göstermeyi reddeden masum insanları Çimen Türküsü’nde ve daha sonra bir fahişenin öyküsünü de Tiffany’de Kahvaltı’da anlatır.
Bu arada müzikal, film senaryoları ve gezi izlenimlerini kaleme alır. Gazeteciliğe artan ilgisi, bir grup ünlüyü konu aldığı yapıtı ‘Gözlemler’e yansır.
Capote, özellikle 1950’lerden 70’lere değin yüksek sosyetedeki varlıklı kişilerin gözdesi olur. Kırklı yılların başında The New Yorker dergisinde işten atılana dek fotokopici olduğuna kim inanır.
İlk öykülerinin Harper’s Bazaar’da yayımlanmasıyla henüz yirmilerinde ün kazanmıştır. Meslek yaşamının başından sonuna dek geniş ve renkli bir çevrede, yazarlar, sanatçılar, yüksek sosyete ve uluslararası ünlülerle birliktelikleri, taşkın sosyal yaşamıyla basının ilgisini daima üzerinde hissetmiştir.
Gece Ağacı ve Tiffany’de Kahvaltı’dan sonra bütün enerjisini sahneye ve gazeteciliğe adar. 1951’de yazdığı Çimen Türküsü’nü tiyatroya uyarlar, 1954’te “Çiçekten Ev” müzikalini yazar.
“Yerel Renkler” (1950) ve “Esin Perileri Duyuldu” (1956) çalışmaları gazeteci-yazarlığın ilk örnekleri olur.
Ayrıca John Huston’ın çektiği “Beat the Devil” (1954) filmine yazdığı senaryoyla sinemayla da flört eder. Ünlü Soğukkanlılıkla’sı (1966) ona duyulan hayranlığı körükler.
Soğukkanlılıkla’nın bitişi şerefine Plaza Otel’de verdiği, basında günlerce yer alan maskeli balo, 1960’ların en çarpıcı olaylarından biri olur. Parti o kadar büyük sükse yapar ki Capote sıklıkla dergilerin kapaklarında ve televizyon ekranlarında görünmeye başlar hatta daha da ileri gidip “Murder By Death” adlı bir filmde bile rol alır.
MAHREM SIRLAR...
20. yüzyılın Amerikan edebiyatının en büyükleri arasında gösterilen Truman Capote, en büyük yapıtı olacağını ifade ettiği, dejenere çevrelerden gözlemlediklerinden yola çıkarak adeta ifşalarla beslediği Answered Prayers adlı kitabını hiç bitiremedi.
Alabildiğine taşkın, toplumsal ve cinsel aşırılıklarla dolu, hırpalayıcı dönemlerden fırsat bulup, 1975’de yazabildiği iki yüz sayfanın bazı bölümlerini Esquire’da yayınladı.
Yazdıklarıyla mahrem sırlarının açığa vurulduğu gerekçesiyle paniğe kapılan çoğu sosyete mensubu varsıl dostlarını epey öfkelendirdi ve bir zamanlar ilham perisi olduğu bu dünyadan bir anda dışlanıverdi.
Bu, derinlerdeki yalnız ve duygusal yoksunluklarla geçen çocukluk, gençlik ve ergenlik yıllarının acısını yüze çıkardı. Uyuşturucu ve içkiye daha fazla sarıldı.
Daha sonraki yıllarda Bukalemunlar İçin Müzik’i yayınladı ama artık bambaşka bir Capote vardı. İletişimden kaçan, perişan. Uyuşturucu ve alkol sorunlarıyla mücadele eden ama başarılı olamayan Capote, 25 Ağustos 1984’de intihar ettiğinde 59 yaşındaydı.
Ölümünden otuz yıl kadar sonra Capote’nin el yazmaları bulunan bir romanı Amerika’da yayımlandı; Summer Crossing (Yazı Aşmak). Oysa Capote, 1940’ta yazdığı romanın el yazmalarını imha ettiğini açıklamıştı.
Kitabın yıllar sonra bulunmasının ardından onun yaşam öyküsünün yazarı Gerald Clarke yazarın kitabı yayımlamak istemediğini ve buna saygı gösterilmesi gerektiğini belirtti.
Ancak Capote’nin vârisleri kitabın basılmasına karar verdi. Random House tarafından kitapta anne ve babası tatile giden 17 yaşındaki bir genç kızın New York’taki yaşamöyküsü anlatılıyordu.
En Çok Okunan Haberler
- Uğur Dündar'ın 'babalık' davasında karar çıktı
- 2'si ağır, 3 polis yaralandı!
- Kadınlara cehennem hazırlayanlar
- İtirafçı Nevzat Bahtiyar'dan sürpriz hamle geldi
- Nasuh Mahruki'nin tutuklanma gerekçesi belli oldu!
- Cem Garipoğlu soruşturmasında karar!
- Avrasya tüneli trafiğe kapatıldı!
- MSB açıklamasında 'Erdoğan' ayrıntısı
- Mauro Icardi'den Wanda Nara açıklaması!
- Elektronik kelepçeyi kırıp cinayet işledi