Ebru Ceylan: Tutku bir miktar akıldışılık içerir

Fotoğrafçı, oyuncu ve senarist Ebru Ceylan, 'Tuhaf Duygular Tuhaf Diyaloglar' adıyla bir kitapla yine ilginç bir işe imza attı.

Ebru Ceylan: Tutku bir miktar akıldışılık içerir
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 05.09.2021 - 10:30

Ahlat Ağacı, Bir Zamanlar Anadolu'da, Kış Uykusu ve daha fazlası... Eşi Nuri Bilge Ceylan ile birlikte yazdıkları senaryolar, çektikleri filmlerle Türk ve Avrupa sinemasına adlarını altın harflerle yazdırdılar... Fotoğrafçı, oyuncu ve senarist Ebru Ceylan, 'Tuhaf Duygular Tuhaf Diyaloglar' adıyla bir kitapla yine ilginç bir işe imza attı.

Yeni kitabı vesilesiyle buluştuğumuz Ceylan Cumhuriyet Cumartesi'ye konuştu: "Bana göre tutku bir miktar akıldışılık içeriyor. Akıldışı olan, kısa vadede, heyecan verici birliktelikler için uygun bir arka plan olsa da uzun vadede bir ilişkiyi sağlıklı sürdürmeye yeterli olmayacağını düşünüyorum. "

1. Tuhaf Duygular, Tuhaf Diyaloglar cinsiyet gözetmeksizin hepimizin iç sesi adeta. Tüm diyaloglarda yalnız değilmişim hissi beni çok rahatlattı? Kitap fikri nasıl doğdu? Duyguların ve dialogların ne kadarı size ait.

Bu kitap “Tuhaf” dergisinde yayınlanan ve yaklaşık 2 yılı kapsayan yazılarımın toplamından oluşmakta. Kitap fikri benim aklımda yoktu aslında. Doğan Kitaptan böyle bir teklif gelince seve seve kabul ettim. Bütün yazılarım bir araya toplanmış oldu. Kitapdaki tüm duygu ve diyaloglar, hem bizzat kendi hayatıma ve duygularıma hem de dış dünyaya ait gözlemlerime dayanıyor.

2. Metinlerde derin fark edişler sonra bir anda bir tür humour/mizaha kaçışlar mevcut. Hislerinizin derinliğinden korktuğunuz zamanlar oluyor mu?

Hayatın küçük, gizli ayrıntıları üzerine düşünmeyi, gözlem yapıp, bunları sanatsal araçlarla ifade edilebilir hale getirebilme arayışını seviyorum. Rutin hayatın normal akışı içinde bir sürü absürd durum, duygu ve diyalog var. Ama garip bir şekilde fazla normalleşmiş. Yalnızca bir tık daha ironi yeteneği gelişmiş, zihni açık insanlarca farkedilebilen tuhaflıklar. Ortası alev topu olan bir gök cisminin kabuk kısmına yapışmış bir halde evrende bilinmeyen bir noktaya doğru hızla çekiliyor oluşumuzun pek çok insana hiç de tuhaf gelmiyor oluşu gibi. İşte bu tür normalleşmiş tuhaflıkların izini sürüp gözlemlemeyi seviyorum. Fakat çok da hafif olmayan bazı duygular da var tabii, onları da dergi yazısı formatına yakıştırabilmek için, hafif mizahi, ironik bir dil kullanarak hafifletmeye çalıştım.  

3. İnsan kendi yalanlarına ne zaman inanmaya başlar?

Gerçekleri kabullenebilecek gücü olmadığında yada işine gelmediğinde sanırım. Bazen de kendine, kendi inançlarına, duygularına, çok inanan insanların, bu ilüzyonu bozmamak, bu konforlu alanı sürdürebilmek adına bu yalanlara gönüllü kanmaya başladıklarını düşünüyorum. Akıntıya karşı yüzmenin, şüpheci olmanın kararsızlık yada ortayolculuk değil bilakis hakikate duyulan gerçek bir meraktan kaynaklandığını düşünüyorum.

4. Tutkusuz birliktelik olur mu? O zaman bağlayan nedir? Siz aşkı/sevgiyi seçenlerden misiniz?

Bana göre “tutku” bir miktar akıldışılık içeriyor. Akıldışı olan, kısa vadede, heyecan verici birliktelikler için uygun bir arkaplan olsa da, uzun vadede bir ilişkiyi sağlıklı sürdürmeye yeterli olamayacağını düşünüyorum. Doğrusu tutku, pek benim kendimde hissettiğim, ilgi duyduğum bir duygu hali değil. Ben akılla mantıkla, kol kola, yan yana, kafa kafaya olan birlikteliklerin gücüne inanıyorum. Her tür ilişkide.

5. Bilgi çağındayız ancak bir yandan da sadece anlatılanı öğreniyor gibiyiz. Sıradışı, ayrıksı olan olanın dışlandığı, sorgulamanın günah olduğu bir dönemde miyiz?

Daha önce hiç deneyimlenmemiş, garip bir çağda olduğumuz kesin. Ama bence insanlık tarihine bakarsak, çok daha karanlık çağlardan geçildiği kesin. Sıradışı ve ayrıksı olan sadece bugün değil, tarihin her döneminde dışlandı. Çünkü insanın kendi kötülüğünü, günahını, suçluluk duygularını yükleyebileceği bir “öteki”ne ihtiyacı vardı. Öteki’ni yaratıp, taşlayıp rahatladı. Ben insan soyunun doğasına güvenmiyorum doğrusu. Soysuz, hafızasız ve pragmatik buluyorum. İnsan’ın adaletine de merhametine de güvenmiyorum. Eleştiri anlamında değil. Hayvan sonuçta, sağı solu belli olmaz. Hamasi bir “insaniyet” güzellemesindense, mesafeli, insani insiyatiften arındırılmış, kanun ve yaptırımlarla katı bir şekilde güvence altına alınmış bir “medeniyet” savunuculuğunu daha hayırlı buluyorum.

6. Hayata karşı esnek misiniz?

Evet, sanırım. Uyum yeteneğim güçlüdür. Hiçbirşeye karşı çok büyük bir yabancılık hissetmem. Herşeyi kendi gerçekliği içinde değerlendirip yargılamadan anlamaya çalışırım. Köşeli ve katı bir insan değilimdir. Egom zayıftır. Gereksiz mücadelelere de hiç girmem.

7. Hayatı merak ediyorsan karanlığa bakacaksın. Nasıl? Hadi anlatın bize

Estağfurullah! Bana göre hayatın daha geniş ve derin bir bilgisine sahip olma potansiyeline sahip olan insanlar, hayatın iyi yanlarına olduğu kadar kötü yanlarına da gerçekçi ve cesur bir şekilde bakabilme gücüne sahip olan insanlardır. Umuda sahip çıkabildikleri kadar, umutsuzluk ve çaresizliğe de göğüs gerebilenlerdir. İsyan edebildiği kadar, yeri geldiğinde boyun da eğebilme kudretine sahip olabilenlerdir. Ayrıca karanlığa, özellikle de, kendi karanlığına merakla bakıp, sahip çıkıp, onunla mücadele edebilenlerdir.

8. Mutluluk bir illüzyon hepimiz bunu bilsek de hala peşindeyiz. Mutluluğun formülü hayal kurmaktan mı geçiyor?

Bilemiyorum, hayal etmek, sahip olmaktan daha mutluluk verici bir duygu bana göre. İnsanı diğer canlılardan ayıran en büyük gücün, tahayyül, hayal edebilme gücü oluşu gibi. Çünkü orada henüz tüketilmemiş, her şeyi mümkün kılabilecek olan bir potansiyel var.  

9. Eşinizle özellikle iş konusunda uzlaşamadığınız konularda nasıl uzlaşıyorsunuz?

Uzlaşmadan bırakıyoruz. Yerine göre ya o ya da ben, bir adım geri çekilip bırakıyoruz. Çünkü uzlaşmanın mümkün olmadığı durumlar olabiliyor. Ben kendi adıma, içim içimi yese de, zorlamadan, kırmadan, kırılmadan bırakmayı öğrendim.

10. 40 yaşımıza kadar biz kadınlar kendimizden çok başkalarının hayatını yaşıyoruz sanki. Sonra sihirli bir değnekle her şey değişiyor sanki. Satırlarınızı okurken de bu duygu ben de hakim oldu. Ne dersiniz?

Olabilir. Günümüzde 40’lı yaşlar olgunluk yaşları artık. Hem insani hem de sanatsal olarak taşların yerine oturmaya başladığı, cesaretin arttığı, manzaranın berraklaşmaya başladığı yıllar. Zamansal sınırlılığın kendini hissettirmeye başlamasıyla, insanı yapmak istedikleri konusunda daha kararlı olmaya zorlayan yaşlar.

11. Çok farklı güzel fotoğraflar çekiyorsunuz. Ebru Ceylan objektifi hepimizi derinden etkiliyor. Fotofrafçı neyi yakalamak için çabalar?

Teşekkürler. Bunun tek bir cevabı yok. Her fotografçının motivasyonu farklıdır mutlaka.

Ama benim, herhangi birşey yakalama yada anlatma gibi bir kaygım yok doğrusu. Sevdiğim, içinde kendimi iyi hissettiğim, anlamlı bulduğum bir dünya algısı var. O algının dış dünyadaki karşılıklarını arıyorum. Bir ışık, az rastlanan bir zaman dilimi, tutkusuz bir an, bir sonsuzluk hissi. Bu izlenimlerle hayatımı doldurmak, kendi yarattığım bu anlam dünyasında derinleşip, onu görünür kılabilmek için fotoğraf çekiyorum diyebilirim..

 12. İklimler filmindeki oyunculuğunuz çok etkileyiciydi. Bir oyuncu olarak kendinizi nasıl buluyorsunuz?

İklimler filminde kendime çok da uzak bir rol oynamadığım için zorlanmadım doğrusu. Bu yüzden ortaya çıkan sonuçtan memnunum. Ama bambaşka bir karakteri canlandırmam gerekseydi yapamazdım sanırım. Hiç girmezdim zaten o işe. Oyunculuk başlı başına ayrı bir yetenek ve eğitim gerektiren zor bir iş.

13. Son olarak dost sofralarınızı çok merak ediyorum. Evinizde, ailenizle davetler verir misiniz? Güzel yemek yapar mısınız? En favori yemek?

Çok sık olmasa da tabii ki özel günlerde mütevazi davetler veririz herkes gibi. Açık söylemek gerekirse, evet yemek yapmayı severim de,  bilirim de. Keşkek’ten Ramen’e kadar geniş bir skalam vardır. Sanırım her yaptığımda herkes tarafından beğenilen favori yemeğim, lazanya’dır. Ama ben en çok erişteli yeşil mercimek yemeğini severim, yanında yoğurtla.

14. İyilik kelimesi herkesin dilinde ve adeta pazarlama cümlesi olarak hayatımızın parçası. Büyük şirketler, büyük kampanyalar herkes iyilik peşinde ama gerçekten iyilik peşindeler mi yoksa kazanç mı belli değil. Sizin deyimizde bir türü gereksiz kahramanlıklarda diyebiliriz. Ne dersiniz?

Sanırım insanın iyi olduğuna inanmaya ihtiyacı var. Bu niyetin kendi de değerli belkide.

15. Çağımız insanının en büyük kaybı utanma duygusu. Halbuki ne özel ve güzel bir duygu. Sadece utanç insanı durdurabiliyorsa ne oldu da bu duygumuzu kaybettik?

Ben insandaki utanç duygusunun gücüne inanmıyorum doğrusu. Kitaptaki diyalogların birinden bir alıntı yapayım burada:

-“Bi kere, gerçekten utanç duyacak bir şey yapmış bir insan, utanç duygusundan en uzak insandır artık. Çünkü utanç, artık onun peşindeki en büyük düşmandır. Ondan kaçar, yok sayar, ondan kurtulmak için elinden geleni yapar.”

-“Sanmam. İnsan vicdanından ne kadar kaçabilir ki? İstemese de yüzleşmek zorunda kalacaktır bir gün.”

-“Öyle bi kaçar ki. Hiç de bişey olmaz. Böyle vicdan azapları, itiraflar falan sadece filmlerde, romanlarda olur. Çünkü en büyük suç ortağı yine kendisidir insanın. İnsan kendini korur, görmezden gelir, haklı bulur, kendini öyle bir kandırır ki gerçek neydi onu bile unutur”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler