Düşünen bir CEO’nun gözüyle çöküşün nedenleri!

Dr. Daniş Navaro, Şirket: Quo Vadis? - Modern Şirketin Çöküşü ve Başka Bir Şirket Teklifi isimli çalışmasında; çoğu aktif CEO’lukla geçen iş hayatındaki deneyimlerinden yola çıkarak, akademik ve kuramsal temelleriyle, günümüzdeki neoliberal modern şirketin, “iyi şirket - kötü şirket” ayrımındaki örtük gerçekliklerini ve daha iyi, etkin ve mutlu bir şirket alternatifinin nasıl mümkün olabileceğini ortaya koyuyor.

Yayınlanma: 04.03.2021 - 00:06
Abone Ol google-news

Fotoğraflar: VEDAT ARIK

İncelemenin baş kahramanı ‘Şirket’... ve ‘Şirket’ hasta! Neoliberal anlayış, iş dünyasını çökertti. CEO'lar, büyüme, kâr, EBITDA, performans diye diye, asıl konuyu, insanı, çalışanı, örgütü, ürünü, kaliteyi, kısacası şirketin kendisini ve “işin özü”nü unuttular.

Yerel veya çok uluslu, en kurumsal, en büyük şirketler bile neoliberalizmin yıkıcı etkilerinden kurtulamıyor. Çoğu yanlış yönetiliyor; önemli bir kısmı batarken, bir kısmı da, misyonunu, vizyonunu, değerlerini kaybetmiş bir şekilde savruluyor.

Yöneticilerin ve çalışanların yaşamlarının büyük kısmını geçirdiği "iş yeri" olarak şirket, giderek sıkıcı, zevksiz, çalışmayı itici hale getiren, boğucu ve her şeyden öte, insana aradığı "anlam" dünyasını sunamayan bir varlık haline dönüştü.

Oysa başka bir şirket mümkün! Farklı bir çalışma, farklı bir varoluş, farklı bir strateji anlayışı; hem girişimciyi, hem yöneticiyi, hem de çalışanı, gerek insansal gerek ekonomik açıdan tatmin edebilecek, insanın gerçek doğasına uygun bir yaşama anlayışına dayanan bir şirket mümkün!

Dr. Daniş Navaro, Şirket: Quo Vadis? - Modern Şirketin Çöküşü ve Başka Bir Şirket Teklifi isimli çalışmasında; çoğu aktif CEO'lukla geçen iş hayatındaki deneyimlerinden yola çıkarak, akademik ve kuramsal temelleriyle, günümüzdeki neoliberal modern şirketin, “iyi şirket - kötü şirket” ayrımındaki örtük gerçekliklerini ve daha iyi, daha etkin ve daha mutlu bir şirket alternatifinin nasıl mümkün olabileceğini ortaya koyuyor.

Felsefi Antropoloji alanında, Kapitalizm, Şirket, Kurum, Organizasyon, Çalışma, Yabancılaşma gibi konular üzerinde akademik çalışmalar yürüten; aynı çerçevede, “insan, iş - ürün, şirket ve dünya dörtgenini” konu eden araştırmalar yaparak seminerler gerçekleştiren Braas Çatı Sistemleri Yönetim ve İcra Kurulu Başkanı Dr. Daniş Navaro’nun, bu doğrultuda özellikle yoğunlaştığı alanlar arasında; Liderlik, Modern Yönetim ve Yöneticilik, Yeni İş Modelleri, Kariyer ve İş Felsefesi, Çalışma Dünyası, Rekabet, Modern Kapitalizm, Stratejik Yönetim yer alıyor.

Kariyer dergisinde, Perspektif adlı köşesinde “İş Dünyası ve İnsan” konulu aylık makaleleri yayınlanan Navaro’nun Kariyer ve Varoluş isimli bir kitabı daha bulunuyor.

ÇÖKÜŞ ÇAĞI’NIN İŞ DÜNYASINA ELEŞTİREL BİR SESLENİŞ!

- Her biri sizin de dikkat çektiğiniz üzere, ayrı ayrı bir kitap gibi okunabilme özelliğine sahip kitabınız altı bölümden oluşuyor. Okura bir ön rehber olması adına; kısaca hem bu bölümlerden hem de akademik ve kuramsal temellendirmelerin kitabın düzlemindeki yerinden bahseder misiniz?

Bu kitap, günümüzün tipik neoliberal modern şirketine sorgulayıcı bir gözle bakan, bu şirketin iç dinamiklerini, deneyimlerim ve çeşitli akademik kuramlar temelinde inceleyen bir çalışma. Ayrıca, daha geniş bir anlamda, iş dünyasına, çalışma yaşamına ve de şirketlere eleştirel temelde bir sesleniş aslında.

Kitapta, hepimizin iş hayatlarında, çalıştığımız şirketlerde karşı karşıya kaldığımız günlük ve pratik sorunları ele almak istedim.

Günümüzün vahşi ve bilinçsiz rekabeti temel alan neoliberal felsefesine esir olmuş bir şekilde yönetilen çoğu şirketin, kötü yönetildiğini, hedeflerine ulaşamadığını, verimsiz ve başarısız olduğunu yaşadığımız sayısız örnekte görüyoruz. Bu şirketler, yapıları, amaçları, yanlış yönetim ve operasyonel stratejileri, insana ve çalışma sürecine bakışları itibarı ile büyük bir çöküş çağına giriş yaptılar.

İşvereniyle, yöneticisiyle, çalışanıyla, emekçisiyle, tüm paydaşlarıyla giderek gerilen, stres ve mutsuzluk yaratan, varoluşsal anlamını yitiren bir şirket ve daha da ötesi iş hayatı olgusuyla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Ama tabii ki bunun alternatifi de mevcut ve kitap umutla, kuantum-şirket kavramlaştırmasıyla bu konuda da bir çözüm öneriyor, yeni ve bambaşka bir şirket teklif ediyor.

SOYUT VE SOMUT ALANDA ŞİRKET OLGUSU

Kitabı dört ana konu etrafında kurguladım. Öncelikle, büyük resmi, büyük resmin temel unsurları olan ekonomi, kapitalizm, neoliberalizm, postmodernizm gibi olguları kısaca özetledim. Çünkü büyük resmi bilmeden, anlamadan, kendi iş hayatımızda, şirketlerimizde başımıza gelenleri, olan bitenleri gerektiği gibi anlayamayız diye düşünüyorum.

Bir yöneticinin, finansal olarak yetkin ve başarılı olması yetmez. Sistemin derin dinamiklerinin ve bu dinamiklerden kaynaklanan neden-sonuç ilişkilerinin şirketin günlük hayatına etkilerinin ileri düzeyde bilinmesi gerektiğini savunuyorum.

Ardından, şirketi soyut ve somut iki alana ayırarak inceledim. Soyut alanda, iş fikri, misyon, vizyon, değerler, anlam gibi çok şirketin önem veriyor gibi gözüktüğü ama zorda kaldığı anda bir gecede feragat ettiği olgular bunlar. Oysa iyi ve sağlam şirketin temeli her şeyden önce ilkeleri, duruşu ve bütünlüğüdür.

ŞİRKETLER ESAS NEDEN BATAR?

Şirketlerin önemli bir kısmı, stratejik veya operasyonel sorunlar yüzünden batmaz; vizyonsuzluk, ana misyonu terk etme, değer erozyonu gibi şeylerden batar ama bir şirket batarken de, örneğin “vizyonunu yitirdiği için battı!” diye bir haber duymazsınız medyada!

Somut alanda ise, tamamen günümüzdeki ortalama şirketin uygulamalarına odaklandım. Bir şirketin eylemlerinin arkasındaki temel yönlendiricilerden olan etik alandaki uygulamalar, başarılı bir üretim ve rekabet için stratejik ilkeler, insan-çalışma-üretim-ürün ilişkisinin nasıl olması gerektiği, özellikle günümüzde çok popüler olan hedef temelli performans sistemlerinin olumlu ve olumsuz yönleri ve buna bağlı olarak hakiki anlamda güçlü bir performansın koşulları ve niteliği, çalışanın özniteliklerini gerçek anlamda sergileyebileceği bir yaratıcı emek ve bunun sonucunda oluşan inovasyon olgusu ki şirketin sürdürülebilirliği için en temel süreçlerden biridir ve buna benzer, bir şirketi iyi ya da kötü yapan unsurlar kitapta tartışılıyor.

CEO GÖZÜYLE ÇÖKÜŞÜN NEDENLERİ

Yine, çoğu şirketin genelde bilinçsiz bir şekilde kurumsallaşma bahanesiyle içine düştüğü, bürokrasi, raporlama, gider tasarrufu, sahte indirime dayanan fiyat politikaları gibi birer saplantıya ya da dogmaya dönüşmüş ama şirkete genelde yarar değil zarar getiren, alanında aşırılaşmış ve amacından sapmış uygulamalara bir CEO olarak eleştirel bir gözle yaklaştığım bir bölüm var.

Yine çok önemli bir konu, belki de en önemlisi, etik aklın iş dünyasında müthiş bir çöküş içinde olduğu gerçeğidir. Oysa etik akıl, bir şirketin başarısındaki öncül koşuldur. 2008 krizi, kökeni itibarıyla tam anlamıyla etik aklın çökmesi sonucu patlamış bir krizdi.

CEO olgusu artık, yönetim ve liderlik alanında, bana göre son derece yanıltıcı bir şekilde, efsanevi ve akıldışı bir boyuta ulaştı. “CEO, kimsin sen? isimli ara bölüm, ticari ve bilge CEO ayrımı temelinde bu pozisyon ve kişiyle ilgili çeşitli saptamalarda bulunuyor.

DİSİPLİNLER ARASI BİR ÇALIŞMA

Dördüncü ve son boyutta da, kuantum-şirket adını verdiğim, günümüzde az da olsa örnekleri oluşmaya başlayan, merkeze insanı koyan ve işe, iş dünyasına, piyasaya, rekabete çok farklı ve bütünlüklü bir bakış açısı getiren yeni bir şirket olgusunu inceledim. Bu şirket hem finansal hem de insansal ve toplumsal temelde başarılı olma potansiyelini bağrında taşıyan bir şirket.

Akademik temelde, genelde, işletme ve felsefe disiplinlerinden yararlandım. Kavramsal boyutta, konularımı, bütün-parça, amaç-araç, nitelik-nicelik eksenlerine de başvurarak incelemeye çalıştım.

McGregor, Maslow, Gorz, Marx, Olmann, Barrett, Lencioni, Kotler, De Gaulejac, Kuçuradi, Laloux, Senge, Robertson ve benzeri ekonomipolitik sistemler, iş ve üretim dünyası üzerine çalışmış düşünürlerden ve onların kuramlarından faydalandım.

Ayrıca, bulgularımı gerek kendi deneyimlerim gerekse de çeşitli somut vaka ve örneklerle desteklemek istedim.

‘NEOLİBERAL ŞİRKET, İNSANI YIKAR!’

- İnsanın doğasına uygun bir şirket alternatifinden hareketle başka bir şirket mümkündür vargınızı açar mısınız?

İnsan, kendine has yetenekleriyle, becerileriyle, bilgileriyle, arzularıyla var olan bir canlı. İnsan hem toplumsal hem de bireysel bir varlık. Belli bir eğitimden, öğretimden geçtikten sonra belli bir yaşa ulaştığı andan itibaren gelişmiş özgüçlerine ve bir kapasiteye sahip. İdealleri, hayalleri, umutları, arzuları var; yaparken kendini mutlu ve iyi hissettiği iş ya da işler var, değişik alanlarda başarı gösterebileceği geniş bir potansiyeli var.

Bu çerçevede, her bir kişinin/çalışanın belli bir doğası söz konusu ve ancak kendi doğasına uygun bir yaşam sürdüğü, kendi doğasına uygun bir işte çalıştığı, kendi doğasına uygun bir üretim yaptığı zaman kendini başarılı ve mutlu hisseder insan.

Ne var ki, günümüzün şirketi, her şeye, verimlilik, maliyet, para, kâr üzerinden bakan tipik neoliberal şirket, iş süreçlerini insan doğasına uygun bir şekilde tasarlamıyor. Şirketin çıkarlarını ya da elde edeceği toplam faydayı, tek tek kişiler ya da çalışanları üzerindeki yıkıcı etkiyi hesaba katmadan elde etmeye çalışıyor.

Teklif edilen işin çalışanın gözünde ne anlam ifade edeceğini hiç düşünmüyor. Varsa yoksa, kâr, büyüme, performans.

‘SADAKAT SAKATLANDI. GENÇLER O ŞİRKETLERİ İSTEMİYOR’

Samimiyet, şeffaflık, kazan-kazan ilişkisi, karşılıklı güven, şeffaflık, adalet, hakkaniyet gibi temel değerler çok büyük bir hızla yitiriliyor. Sadakat, neoliberal uygulamalarla çok büyük zarar gördü. Kariyerlerine yeni başlayan gençler, kesinlikle böyle şirketlerde çalışmak, kalmak istemiyorlar.

İnsan doğası, samimiyet, güven, huzur ister; hayallerini gerçekleştirmek ister, sevdiği işte çalışmak ya da yaptığı işi sevmek ister; en önemlisi kendisi için anlamlı olanı ister.

Çok sevdiğim bir saptama var: Martin Buber, “Between Man and Man”’de insana seslenerek, “neden olacağın şeyi olmadın” diye bir suçlama yapar ve bu suça “varoluşsal suç” adını verir.

Aristoteles’e göre zeytin tohumu doğası itibarıyla zorunlu olarak zeytin ağacına dönüşerek hayatını gerçekleştirir. İnsan kişisi de normalde her ne olacaksa onun tohumlarını potansiyelinde barındırır ama kendi yetenek ve becerilerinin öngördüğü işleri yapmadığı zaman müthiş bir yabancılaşma, yalnızlaşma ve mutsuzluğun içine düşüyor çünkü potansiyeli gerçekliğe kavuşamıyor. Akıllı bir şirketin bu durumu göz önüne alması gerekiyor.

NEOLİBERAL-MAKİNE ŞİRKET!

- Neoliberal kapitalist düzen kimseye ve geleceğe ne vaat etmiyor? Neoliberal makine-şirket olarak nitelediğiniz neoliberal modern şirketin önemli özelliklerini ve neoliberalizmin kimliklerin, insanın ve toplumun anlam dünyası üzerindeki yıkıcı etkilerine ilişkin değerlendirmelerinizi biraz daha açar mısınız?

Neoliberal-makine şirket öncelikle merkeze insanı koyan bir şirket değil. Hatta insanı genelde, McGregor’un ünlü X Şirketinin yaklaşımındaki gibi, çalışmaktan kaçan, tembel, kandırmaya yönelik, sorumluluktan çekinen, kendini motive edemeyen, çalışması için başında illa da bir yönetici olması gereken bir varlık olarak görüyor. Bu yaklaşım zaten çalışanın şirketle/işverenle güven ilişkisini baştan zedeleyen bir tarz.

Yine bu şirket, Newtoncu, Kartezyen bir anlayışla, parçacı, indirgemeci, nicelikçi, atomist bir iş felsefesine sahip. İşe, çalışanlara, paydaşlara, sisteme bütünlüğü içinde bakmıyor. Bireyleri, departmanları, vizyonu ve stratejisi birbirinden kopuk ve tutarsız, sık sık değişen bir görüntü veriyor.

Üç-beş ayda bir, bütçe, strateji, taktik değiştiren, ne olduğu belli olmayan, çalışanıyla, ürünüyle, çevresiyle organik bir ilişki kuramayan bir şirket bu.

Neoliberal makine-şirket sert bir bürokrasiyle, denetim süreçleriyle, açıkça söylemediği, ama aslında bir baskı ve yönetim aracı olarak kullandığı performans odaklı sistemleriyle, anormal ve gerçekçi olmayan hedefleriyle, uç düzeye ulaşan bir verimlilik ve maliyet tasarrufu saplantısıyla yönetilen bir şirket türü. Gücü merkezde toplayan, çalışanın özerkliğini, özgürlüğünü, yaratıcılığını önleyen, frenleyen, bastıran bir felsefe ve uygulama anlayışına sahip.

SALT NİCELİKLERDEN MÜREKKEP, BİR ‘SAÇMA DÜNYA’!

Dayanılmaz ve gereksiz bir boyuta ulaşan, ne işe yaradığı, kimin tarafından okunduğu belli olmayan ve sonuçlara olumlu etkisi kesinlikle doğrulanamayan bir raporlama süreci yine bu şirketin temel özelliklerinden. Bu şirket gerçekliği sadece sayılar, miktarlar, nicelikler üzerinden çözümlemeye çalışıyor; niteliği, karmaşıklığı, derinliği, bütünü ya da parçanın bütünle ilişkisini hep gözden kaçırıyor.

Mesela, neoliberal şirketin finans yöneticisi, üretimi devam ettirebilmek için satın alınması gereken bir makinenin ya da bir aletin, mesela bir forkliftin, şirkete getireceği “ek kâr” gibi operasyonel olarak son derece anlamsız -çünkü onsuz üretim zaten yapamayız- gereksiz ve zaman kaybettiren bir hesaplama içine girebilir. Tam bir “saçma” dünya!

Neoliberal şirketin uzamı, kısa hatta çok kısa vadedir. Amacı, en kısa vadede hisse değerini arttırmak, nakit girişini maksimize etmek; varsın orta ve uzun vadede şirketin geleceği riske girsin, önemli değil! Giderek kısalan bir vade anlayışı, şirketin varlığını sürdürebilmesi için orta ve uzun dönemdeki riskleri, yapması gereken yatırımları göz ardı ediyor.

NEREDE KALDI İNSAN, NEREDE KALDI TAKIM ÇALIŞMASI!

İşleri de sürekli basitleştirerek küçük parçalara ayırmak ve böylece işi niteliksizleştirerek işgücü maliyetini azaltmak, uzun erimli ya da süresiz iş sözleşmesinden kaçınmak, çalışanın aleyhine her türlü esneklik (görevlendirmeler, zaman ve mekan, ücretler, iş yetkinlikleri, iş güvencesizliği vb) bu şirketin giderek belirginleşen özelliklerinden.

Kural, norm tanımayan, faydayı, çıkarı sadece kendine yoran bir anlayış bu. Nerede temel değerimiz olarak insan, nerede takım çalışması, nerede paylaşım, nerede birliktelik, bütünlük?

Ayrıca bir şirketin operasyonel olarak başarılı olması anlamında da bu uygulamaların çoğu özellikle orta ve uzun dönemde batışı getiriyor; çünkü çürük bir misyon ve vizyon, adaletsiz, eşitsiz ve kuşkuya dayanan bir işveren – çalışan ilişkisi, yanlış rekabet stratejileri, motive olamayan ve sadece para için çalışanlardan, yaptığı işten zevk almayan çalışanlardan oluşan bir organizasyon şirketin sonu demektir.

ÇALIŞANLAR HEM TEDİRGİN HEM MUTSUZ!

- Bu hızlı çağ değişiminde böyle gittiği takdirde insanları daha neler bekliyor sizce? Öngörüleriniz?

Şirketlerin kendisi belli bir zaman sonra satılacak bir mala, metaya dönüştüler bu sistemde. Bu da kimseye güven vermiyor artık. Belirsizlik duygusu çalışanı fazlasıyla tedirgin ediyor.

Dünyanın gidişatına tabi ki makro düzeyde etki edemezsiniz. İnsansız çalışma sistemleri, yapay zekanın giderek iş dünyasında artarak kullanılması, mekanikleşme, dijitalizasyonun getirdiği sanal uygulamalar, çalışan bir varlık olarak insanı bekleyen durumlar gibi gözüküyor.

Ama yine de bir insan dünyasından bahsediyoruz. İnsan yaşamak için üretmek zorunda olan bir varlık. Her bir sektör teknolojik, dijital ve yeni gelişmelerden değişik oranda pay alacaktır. Ama sanırım, tam-insansız bir üretim ve çalışma dünyasına ulaşmak için daha uzunca bir zaman var.

Dolayısıyla, uzun vadede başarılı olmak isteyen ve hayatta kalmayı amaçlayan şirketler, ne olursa olsun, iç sistemlerini, iş süreçlerini, insan doğasını göz önüne alarak, kurmak ve organize olmak zorundadırlar diye düşünüyorum. CEO’ların asıl sorumluluğu zaten insana layık bir iş dünyası kurmak değil midir?

VAROLUŞÇU ÇALIŞMA!

- Salt ekonomik anlamda genel kabul gören bir şirket kavramı, asal ögesi insanın doğasını inkâr ederek hedefe varmaya çalışıyor, evet. Buraya kadar tamam! Şöyle soralım; peki bunun nesi kârlı yani nereye kadar?

“Salt para kazanmak için üretim yapmak” amacıyla kurulan şirket ile “Bir amaç/ideal doğrultusunda üretim yapmak” mottosuyla kurulan şirket arasında büyük bir fark var.

İnsanlar, belli bir maddiyat ya da refah düzeyine ulaştıkları andan itibaren para kazanmak için çalışmazlar, belli bir noktadan itibaren “az kazanmak-çok kazanmak” kariyerde, iş performansında belirleyici faktör olmaktan çıkar.

Önemli olan kişinin bir tür “özden üretim” gerçekleştirmesi ve bir anlam peşinde koşmasıdır. Yani, insanın, becerilerinin, yeteneklerinin, bilgisinin, dürtülerinin, enerjilerinin, yüreğinin gerektirdiği, doğruladığı işi yapmasıdır. Buna ben “varoluşçu çalışma” diyorum.

Birey bir insan olarak, türlü özelliklerini sergileyebileceği, kendi doğasının gerektirdiği, bir anlamda zorunluğu kıldığı üretimleri sergilerse yaptığından haz almaya, mutlu olmaya başlar, varlığını hisseder. Böylece, kalite ve verimlilik de artar, hedeflere, başarıya ulaşılır. Çalışma, zorla, istemeden yaptırılan bir şey olmaktan çıkar.

KÖTÜ ŞİRKET-İYİ ŞİRKET!

Sadece geçim amacıyla çalışılmakta olan şirketler ya da iş süreçleri çalışanı pek memnun eden yerler değildirler. Sadece ticari hedefleri olan, iş yerini bir yaşama alanı olarak göremeyen, çalışanlarına, kendilerini gerçekleştirebilecekleri, haz alacakları işleri teklif edemeyen ya da bu ilkeyle işleri tasarlayamayan, düz bir mantıkla ödül-ceza performans sistemlerine dayanan, ayrıca artık-değeri ya da toplam kârı, çalışanın refahını, insana layık bir hayat sürmesini düşünmeden, türlü ve hayali gerekçelerle eşitsizce paylaştıran şirket, kötü şirkettir.

İyi şirket, şirketin gerek finansal çıktılarını, gerekse de başta çalışanlarının olmak üzere yakın çevresindeki tüm paydaşlarının insani varoluşlarını refah ve mutluluk temelinde gözetebilen, uzun vadede gerek şirketin bir kurum olarak gerekse de çalışanın bir birey olarak çıkarını ya da elde edeceği faydayı dengeli ve hakkaniyetli bir şekilde ençoklayabilen şirkettir.

Unutulmamalıdır ki, şirketleri tek tek insanlar meydana getirirler ve bu insanların tek tek her birinin kendini işine adaması ve emeğiyle hedeflenen üretim yapılabilir. Aksi takdirde şirket diye bir şey ortada kalmaz.

İNSANİ BİR ÖNERME; KUANTUM ŞİRKET (BÜTÜNLÜKÇÜ ŞİRKET)

- Bu bağlamda ‘kötü şirket’ yani ‘modern neoliberal makine-şirket’in yerine getirdiğiniz bütüncü şirket, ‘kuantum şirket’ önermenizi ve bu önermenin yaşama geçirilebilirliğini değerlendirir misiniz?

Kuantum adlandırmasını, tahmin edersiniz, kuantum fiziğinden esinlenerek koydum. Kuantum-şirket, bütüncü bir şirket felsefesini temsil eden, vizyonuyla, misyonuyla, değerleriyle, işverenleri ve çalışanlarıyla, tüm paydaşlarıyla, içinde bulunduğu piyasayla, varlığını bir sistem anlayışıyla içselleştiren, algılayan ve stratejisini bu anlayışa göre uzun vade temelinde yapılandıran bir şirket.

Yapay ve zorlama hedeflere sahip olmayan, düşman-rekabet değil, dost-rekabeti benimseyen, inovasyonu samimi anlamda ve sabırlı bir yaratıcılık felsefesiyle sahiplenen, şirketin tüm çalışanlarını ve departmanlarını birbirleriyle dinamik ve karşılıklı besleyici bir ilişkiler ağı olarak kabul eden, insan emeğine değer veren bir şirket.

Bu şirkette, neoliberal-makine şirketteki gibi, genelde zorlama, yapay bürokrasiler, gereksiz, zaman ve enerji tüketici iş süreçleri, anlamsız planlamalar, sonu gelmeyen ve yukarıdan dayatılan performans hedefleri, aynı dönem içinde sürekli değiştirilen bütçeler, iki yüzlü, yalan ya da gerçeği eksik ya da saptırılmış boyutlarıyla ileten söylemler, çalışanın özgürlüğünü, yaratıcılığını önleyen süreçler mümkün mertebe yok edilmiştir ve hedef tabii ki bu türden olumsuzlukları tamamıyla sıfırlamaktır.

Bu şirket, piyasaya da, iş dünyasına da, büyük sisteme de kendini oluşa bırakarak tam bir doğallık içinde katılan, bilgi ve profesyonellik temelli, varoluşçu çalışma ilkelerine dayanan amatör ve tutkulu bir performans anlayışına sahip bir şirket. Şirketi ve iş dünyasını, bir dinamik ve karşılıklı ilişkiler sistemi olarak kabul ediyor.

Kuruluş misyonu ve vizyonuna sadık, değerlerinden, zorluklarla karşılaşsa bile vazgeçmeyen, yani değerlerini, misyonunu, stratejisini kâra, “ebitda”ya, nakit girişine feda etmeyen, bilgiye, bilime, tekniğe, teknolojiye önem veren, merkeze tamamen insanı ve emeği koyan ve insanına güvenen bir şirket.

Kuantum-şirkette insan alelade bir kaynak değil, tam tersine insan, tüm kaynakları insanca yönetmesi gereken yüce ve zor bir sorumluluk verilmiş bir göreve sahip. Zaten, Peter Senge gibi ben de, “İnsan Kaynakları” departmanı adını yadırgıyorum, bunun yerine, “İnsan Departmanı” veya benzer bir isim öneriyorum. Pratiğe baktığımızda çok sayıda olmasa da bunun örnekleri dünyada var, kitabımda açıkladım.

‘KUANTUM ŞİRKET ZOR AMA İMKÂNSIZ DEĞİL!’

Ayrıca, pratikte, şirketleri siyah-beyaz ayrımındaki gibi makine-şirket, kuantum-şirket olarak da ayırmak her durumda mümkün olmayabilir çünkü bazıları çeşitli uygulamalarıyla bu ikisi arasında yer alabilirler.

Kuantum-şirket, hem üst düzey ve felsefi bir iş insanlığı ve iş dünyası bilgisi, yüksek yetkinlikler, sağlam bir misyon ve vizyon ve güçlü ve dağıtılmış liderlik temeli üzerinde yükselebilecek bir üst-şirket türü. Zor ama imkânsız değil. Özellikle günümüzün vahşi rekabet dünyasında, ancak bilgelik ve cesaretle yönetilebilecek bir şirket.

Kuantum-şirket üst versiyonuyla, anlam ve değer dünyasını, yıl sonunda açıkladığı finansal bilançoyla değil, çalışanlarının ve paydaşlarının mutluluğu, refahı ve sektörüne, ülkesine ve insanlığa yaptığı katkıyla somutlaştıran bir şirket.

Kuantum-şirket tam anlamıyla bir “işletme” olmaktan öte, bir “iş yeri”. Çalışma olgusuna bakışı da kökten farklı. İşin, üretimin yapıldığı, varoluşçu, özdenüretimci çalışmanın gerçekleştirildiği değer temelli bir şirket; ayrıca burada sadece insanların çalışmadığının ama insanların “çalışarak yaşadığının” bilincinde olan bir şirket.

‘YAŞAMA BÜTÜNCÜL BİR ANLAYIŞLA YAKLAŞIRIM’

- 'Şirket-Quo Vadis?' ne denli psikolojik, felsefi, ne denli disiplinler arası bir kitap olarak nitelenebilir?

Kitapta, hem iktisat hem felsefe eğitiminden geçmiş ve iş hayatını bilfiil yönetici ve CEO olarak yaşayan biri olmamdan dolayı, akademik olarak özellikle işletme disiplininden faydalanıyor; ama insan faktörünü ön planda tutan yaklaşımımla da, insan ve varoluş felsefesine sık sık başvuruyorum.

Kavrama, kavramsal bilgiye, kurama çok önem veririm; kavramsal zemini, kuramı anlamadan, çözümleyemeden, neden sonuç yasalarını algılayamadan pratik hayatta olan bitenleri etkili bir şekilde kavramamız güdük kalır diye düşünenlerdenim.

Ben özel hayat-iş hayatına da bütüncü bir anlayışla yaklaşırım. Bilimsel bir bakışla, iktisat, işletme, felsefe, toplumbilim, psikoloji gibi disiplinler, iç içe geçmiş bir şekilde, yöneticiye, bir şirketi ve iş hayatını daha kuşatıcı, bütünleyici ve derinlikli bir kavrama olanağı sunarlar diye düşünüyorum.

İNSANIN İKİ AÇLIĞI; EKMEK VE ANLAM!

- Anlam konusu da çok ‘anlamlı’ kuşkusuz. İncelemenizde bu aşkın-amaç haline, insanın koşulları değiştirebilme gücüne ve her insanın kendi anlam macerasının peşinde koşmasına, anlamın insanın çalışma yaşamındaki yerine ilişkin değerlendirmeleriniz de önemli..

Anlam, elde edilen, sahip olunan, amaçlanan bir şeyin, öznesinin algısında bir tür değer olarak karşılığıdır. Oğuz Atay, “Tutunamayanlar’ da, “Anlam kadar insanın hayatını zehirleyen bir kavram yoktur” demişti. Çok doğru, çünkü anlamsızlık insanı tam bir boşluğa sürükleyen tehlikeli bir şey.

Biliyoruz ki, iş hayatının kendi başına bir anlamı yoktur. Ona anlam atfeden insandır. Kimi para için, kimi statü için, kimi üretimin, işin kendisi için, kimi bir yenilik icat etmek için, kimi topluma yararlı olmak için çalışır. Sonuçta, yapılan işin bir “anlam”a değmesi gerekir.

Richard Leider, insanın iki açlık türüne sahip olduğunu söylemişti: Ekmek açlığı ve anlam açlığı. Kazancı özellikle belli bir maddi düzeyin üzerine çıktığı andan itibaren, çalışan, bir üst-amaç oluşturur; bu üst-amaç, daha ziyade, insanla, insanlıkla, toplumla ilgili bir amaçtır genelde. Şirketin misyon ve vizyonunun ana görevi de zaten budur; bu üst-amacı yani anlamı taze tutmak, çalışanların gözünde şirketin faaliyetine bir aşkın-hedef atfetmek.

‘ŞİRKET, ÇALIŞANA BİR ANLAM DÜNYASI SUNMALI’

Kazancakis, “Hayatıma bir amaç vermezsem eyleme nasıl geçebilirim?” diye sormuştu. İş hayatında da, bir çalışanın, gerçek anlamda eyleme geçmesi, hakiki manada performans göstermesi, kendi kendini motive edebilmesi için, şirket liderliğinin ona bir anlam dünyası sunması zorunludur. Para ekonomik hedef ise, anlam insani hedeftir ve anlam, paradan üstündür.

Çalışan, kendi emeğiyle ürettiği ürünler ve hizmetler üzerinden insansal boyutta toplumla ve insanlıkla ilişki kurar, kendini var eder, basit ve maddi mevcudiyetini aşar, yaşadığını hisseder, bir bakıma insan olarak varoluşunu doğrular.

Çalışan, varlık nedeni ile yaptığı iş arasında bir anlam köprüsü kurmalıdır. Aksi takdirde mutlu olamaz. Benim varoluşsal çalışma dediğim çalışma türünün omurgası anlam kavramı üzerine oturur.

Büyük performanslar, kişi yaptığı işin doğrudan niteliğini ya da sonuçlarını, kendisini aşan büyük bir amaçla ilişkilendirebilirse, böyle bir bağ kurabilirse, böyle bir anlam dünyası oluşturabilirse gerçekleşebilir. Büyük sporcular, düşün insanları, liderler, iş insanları, hep bu düzlemde bir aşkın-amaç ve anlam peşinde hiçbir özel menfaat gütmeden hayatları boyunca koşmuş erdemli insanlardır.

‘MARX’IN İNSAN FELSEFESİNİ ÇOK ÖNEMSİYORUM’

- Şirketleri hastalandıran, insanı yok sayan ekonominin düpedüz bir ideolojiye dönüşmesini ve finans kapital belasını irdelerken, karşı düşüncelerinizi Marx’ın insan felsefesiyle ne yönde bir umutla birleştiriyorsunuz?

Marx’ın insan felsefesini çok önemsiyorum. Marx’ın kapitalizm eleştirisi ve bu bağlamda insanın varoluş koşulları hakkında yaptığı çözümlemeler çok değerli ve halen geçerli. Marx, insanı içinde bulunduğu kapitalist sistemle bütünlüğünde değerlendirir.

Kapitalist sistemde Marx’ın insan hakkındaki söyledikleri büyük oranda halen geçerlidir, şirketlerin koridorlarında “Marx’ın hayaleti dolaşır” dersek pek de abartmış sayılmayız.

Yabancılaşma kuramı önemlidir örneğin; insanın, bilfiil emek gücünü harcayarak dahil olduğu üretime, bu üretim vasıtasıyla elde ettiği ürününe, çalışma arkadaşlarına ve son kertede kendi insani özelliklerine yabancılaşmasının somut örnekleriyle dopdoludur modern iş yaşamı. Ne büyük trajedi değil mi?

Alternatif bir bakış açısıyla madalyonun diğer yüzünü son derece etkin kavramlarla açığa çıkartmıştır Marx:

Emek ile emek gücü ayırımı, kapitaliste satılarak özniteliğini ve varoluşsal amacını kaybeden yabancılaşmış emek, bilimsel temelde sömürünün nasıl ortaya çıktığı... Klasiklerin “kâr” olarak tanımladığı süreci “artık-değer” olarak kavramlaştırması...

Değişim ve kullanım değeri... Üretimin amacının ticarileşmesi ile yaşanan metalaşma, paranın hangi koşullarda sermayeleştiği... İktisadi süreçte elde edilen değerin paylaşım esasları... Yabancılaşma, sınıf, özel mülkiyetin doğurduğu sonuçlar... İnsan ve ürettiği ürün arasındaki ontolojik ilişki... Güçler, gereksinimler ve arzular olarak insanın çözümlenmesi... Tarihsel materyalizm...

Tüm bunlar iyi bir yöneticinin, içinde bulunduğu sosyo-ekonomik sistemi etkin olarak çözümleyebilmesi, başına gelenleri anlayabilmesi (örneğin ekonomik krizleri, sistemin bir kriz rejimi olduğunu) şirketini daha iyi yönetebilmesi, insanı merkeze koyabilmesi için bilmesi, kavraması, içselleştirmesi gereken kavramlar, olgulardır.

İDEOLOJİK İKTİSAT VE FİNANS KAPİTAL CANAVARI!

Maalesef ideolojik iktisat, çoğu yöneticinin bu kavramlardan uzak kalmasını, bunlarla tanışmamasını hedefliyor. Sonuç olarak da nispeten güdük kalmış, vizyonsuz, dağın arkasını göremeyen, içinde bulunduğu sistemin, büyük resmin derin dinamiklerini tam olarak kavrayamayan, her kriz çıktığında ne yapacağını bilemeyen yöneticilerle karşılaşıyor ve aslında sağlıklı ve başarılı bir şekilde ilerleyebilecek birçok işletmenin yönetim yanlışları, berbat stratejiler ve etik dışına kayan uygulamalar yüzünden yok olduğuna tanık oluyoruz.

Finans kapital, kapitalizmin “canavarlaşma” aşaması gibi bir şey! O, bir deyişle, “babalarımızın” kapitalizmi değil artık! Eskilerin hayallerini gerçekleştirmek için tüm hayatlarını adadıkları, patronuyla, işçisiyle, müşterisiyle, tedarikçisiyle emeklerini harcadıkları, insanlığı, yüreği de hesaba katan bir şirket tipi değil artık. Bu çoktan bitti zaten.

FİNANS KAPİTAL İÇİN İNSAN YOK, KÂR VAR!

Finans kapital yönetimi, asıl derdi bir şeyler üretmek olan ekonomiler, şirketler için çoğu zaman bir belaya dönüşen zorlu bir süreçtir. Çünkü işletmenin esas amacını arka plana atan, işletmeyi sadece para, nakit, kâr üretme yolunda bir araç olarak gören, organizasyonu ve çalışan insanları yok sayan, işletmenin kendisini bile satılması gereken bir mala dönüştüren bir anlayışa sahiptir.

Finans bu noktada, bir iş olarak üretim süreciyle olumlu ve yapıcı bağını, katkısını, asıl amacını terk ederek kendinde amaca dönüşür, iş ile bütünlüklü ilişkisini bırakır ve şirket açısından yıkıcı süreç böyle başlar.

Biraz sert bir şekilde eleştirmek istersek, finans kapital için ne organizasyon, ne insan, ne çalışma, ne emek, ne makine parkı, bina vb. ne de değerler, misyon, vizyon vardır; finans kapital için geçerli olan şey, genelde, ebitda, kâr, yatırımın geri dönüş süresi, karlılık oranı, sektörden çıkış zamanı ve benzer finansallardır.

İnsanlar ancak bu finansalların hizmetinde ya da emrindeki emir erleri olmaktan ileriye gidemezler bu sistemde. Ancak şirkete bir insanlar birliği olarak baktığımızda, insanı bu derece yok sayan bir sistemde, insan çalıştırmanın zorluklarını, artan sadakatsizliği, yüksek çalışan devir oranlarını, verimsizliği, etik dışına taşan sayısız uygulamayı, iflasa sürüklenen şirketleri üzülerek görüyoruz.

‘CEO OLARAK SÜREÇLERE ÖNEM VERİRİM’

- Kitabınızda CEO’luğun yakın tarihine de iki ayrı bölümde yer veriyorsunuz. Başarılı kariyeriniz boyunca nasıl bir CEO olmayı hedeflediniz? Denemek, yaşama geçirmek istediğiniz neler kaldı? Bir CEO’nun handikapları ve iyi bir CEO olmanın yolları nelerdir?

Ben CEO olmayı hedeflememiştim. Her şey kendi kendine gelişti. Hayata hep bütünlükçü ve oluşçu bakan biri oldum. Tabii ki hedeflerim ve hedeflere ulaşmak için stratejilerim olmuştur. Ancak ben hep “yolda olan” biri olmayı yeğledim.

Bilgilerimi ve becerilerimi yeteneklerim doğrultusunda geliştirmeye çalıştım. İşimi iyi yapmaya çalıştım, hep işime ve de samimi bir şekilde odaklandım. İşimle aramda ciddi bir ilişki vardır, ona saygı duyarım, sevgi beslerim, işime karşı sorumluluklarımın bilincinde oldum her zaman.

Ayrıca yeteneklerimi keşfedip hep onların beni taşıdığı alanlara yöneldim, özel bir çıkar gütmeden, bundan ben ne kazanacağım diye sormadan. İçsel motivasyonu yüksek biri oldum; dışarıdan verilmiş hedefler beni pek ilgilendirmez çünkü ben zaten iş için doğru olanı, en mükemmel ve ciddi şekilde yapmayı hedefleyen, yüreğimle çalışan ve bu yolda vazgeçmeden azimle ilerleyen biriyim.

Sonuçlardan ziyade süreçlere önem veririm, sürece odaklanırım, başka bir deyişle çalışmadan elde edeceğime değil, çalışmanın kendisine, çalışma esnasında yaşayacaklarıma, deneyime, işten aldığım keyfe, işi iyi yapmaya odaklanırım. Sonuçlar zaten kendiliğinden oluşuyorlar.

Bütünden kopmadan çalışmak, ara ara durup “ben bu işi neden yapıyorum, bu yaptığım neye hizmet ediyor?” gibi sorularla bütünün kendisiyle ilişkiyi tazelemek, varoluşumu anlamlandırmak açısından benim için çok önemli.

‘BENİM İÇİN SEVGİ İLKESİ TEMELDİR!

Yine sevgi ilkesi benim için temeldir. İşimi sevmem, şirketimi sevmem, paydaşlarımı, çalışma arkadaşlarımı, patronumu sevmem, kendimi de sevmem gerekir; sevgi üzerinden varlıkla, var olanlarla bağ kurmak benim için çok haz ve huzur vericidir.

İşletme, iktisat ve benzeri yüksek öğrenimler ve de iş bilgisi iyi bir CEO olmak için yeterli şeyler değil bence. İyi bir CEO olağan ticari başarıyı da aşmış bir yönetici olmalı. Ticari başarı aşırı bir övgüyü hak eden bir durum değil; sonuçta biraz ticari akıl, işletme bilgisi, cesaret, azim, risk alabilme gibi kişisel özellikler, sermaye ve tabii ki şans, çoğu zaman yeterli olabiliyor.

Sadece ticari yetenek ve becerilerin ulaştığı başarı, uzun vadede, siz olmasanız da zaten başkasının da yapabileceği bir şeydir çoğu zaman. Önemli olan ticari başarının ötesidir, yani insansal ve toplumsal alanda kazanılan başarı, katkı.

CEO’luk önemli bir sorumluluk. Bir üretimin, bir topluluğun başına geçiyorsunuz. Önemli olan salt ticari başarının üzerine çıkarak, yanı sıra şirketin elde ettiği sonuçları toplumla, insanla, doğayla ilgisinde değerlendirebilen ve bu düzlemde fayda üretmeye çalışan bir bilge liderlik türüdür.

‘CEO’NUN ASIL GÖREVİ ANLAMI ÖRGÜTLEMEKTİR’

Başında olduğu organizasyonun elde ettiği sonuçları, etik açıdan irdelemek, insan ve toplum üzerindeki sonuçlar üzerine kafa yormaktır. Mesela, “şu sokağa 7 katlı değil de 20 katlı bir apartman yaparsam, benden sonraki nesillerin hayatını zehir ederim” demek erdemini gösterebilmek; etik aklı, bütünlüğü, sorumlu duruşu arkasına alan bir liderlik sergileyebilmektir.

Üst düzey bir CEO’luk, organizasyona, çalışana, nitelikli, derin, kendilerini gerçekleştirebilecek, türlü özelliklerini sergileyebilecek şekilde zengin bir çalışma ortamı hazırlamayı hedefler.

İyi CEO, çalışmayı, tasarlanmakta olan bir iş sürecini, insanın hayatla bütünlüklü bir ilişki kurabileceği ve türlü insansal zenginliklerini dışa vurabileceği bir olanak olarak değerlendirebilmek başarısını gösteren kişidir.

İnsanların çalışırken sevinç duyması, heyecanlanması, keyif alması, vaktin nasıl geçtiğini anlamaması gerekir; iddia, tutku ve hatta biraz da belli belirsiz bir ütopyanın peşinde koşmak insanları mutlu eder. CEO anlamı örgütleyen kişidir. CEO’nun görevi budur bence.

Şirket: Quo Vadis? - Modern Şirketin Çöküşü ve Başka Bir Şirket Teklifi / Daniş Navaro / Remzi Kitabevi / 664 s. / 2021.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler