‘Duruşumuz değişmedi’
Moğollar’ın üyeleri, kuruluşunun 50’nci yılında vereceği konser öncesi grubun hikâyesini anlattı.
Türk rock müziğinin ilk temsilcilerinden Moğollar, kuruluşunun üzerinden geçen 50 seneyi, 9 Şubat Cuma günü Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde vereceği özel bir konserle kutlayacak. “Moğollar 50. Yıl Özel” konserinde grubun ilk şarkılarından örnekler çalınacak. Grubun ilk solisti Aziz Azmet ve eski davulcusu Ayzer Danga gibi isimler de konsere katılacak.
Bu zamana kadar 23 tane 45’lik, 11 de stüdyo albümü yayımlayan Moğollar’ın kurulduğu 1967 senesinin 4 Aralık günü gazetemizde bir de haberleri çıkmış. “Yeni bir ‘Beat’ topluluğu: Moğollar” başlığıyla müzik köşesinde yer alan yazıda grubun o zamanki üyeleri Engin Yörükoğlu, Murat Ses, Aziz Azmet, Cahit Berkay ve Haluk Kûnt kendilerini de tanıtan sorulara yanıt vermişler.
‘Dokunmayana dokunmam’
Kuruluşundan bu yana grupta yer alan Berkay’a, o zaman “Hayat Felsefesi” sorusuna verdiği “Dokunmayana dokunmam” cevabının bugün de geçerli olup olmadığını sorarak söyleşimize başladık. Berkay, “Dokunmayana hâlâ dokunmam, ki bunu doğruluyor. Bugün hâlâ ayaktayız” şeklinde cevap verdi.
- “Anadolu Pop” ismini siz ortaya attınız. Hikâyesi nedir?
Taner Öngür: Yıllar sonra tabii “Anadolu Pop”, “Anadolu Rock” genel bir tanım haline geldi. Onu biz kendimiz için söyledik. O kategoriye sokulan gruplar Cem Karaca’dan başlar, “Emrah” şarkısı mesela, o türün bizden önceki bir örneğiydi. Ama ister istemez öyle genel bir isim gerekiyordu. O sevildi.
C.B: Klasik bir anlatım olacak ama. Moğollar’ı kuran 5 idealist genç. Onların ideali de yurtdışına gidip orada meşhur olmak, çok para kazanmak. Ama dedik ki bu halimizle gidersek (gitar, bas, davul, klavye), bizim gibi binlerce grup vardır. O gruplar da kuyruk oluşturmuşlardır. O sıra bize gelmez. O yüzden kuyruğu aşmak için, kendimize özgün müzikal bir kurgu kurabilirsek, belki daha hızlı bir çıkış yapabiliriz. Tabii ki nerede yaşıyoruz; Anadolu. Ben türkülerle beslenmiş bir adamım. Biraz da telli sazlara elim yatkın, Engin de (Yörükoğlu) darbuka, kaşık, asma davul çalıyordu. Bunları da ilave ettik. Ve gerçekten düşündüğümüz gibi, hiç o kuyruğa falan girmeden ilk müracaat ettiğimiz yerden albüm yapma teklifi aldık. O albümle (Danses et Rythmes de la Turquie-d’Hier d’Aujourd’hui) de enstrümantal bir albüm, 1971’de “Academie Charles Cros” ödülünü kazandı: 70’te Jimmy Hendrix, 71 Moğollar, 72 Pink Floyd. Daha geçerli bir tarzda devam etmek için 3 tane firmaya ki o dönem Fransa’nın ve dünyanın en büyük firmaları Pathe Marconi, Philips ve CBS, başvuru yaptık. Üçünden de bize kontrat teklifi geldi. Biz CBS’i tercih ettik.
Berkay: 1993’ten önce daha naiftik
Cahit Berkay, Moğollar’ın ara verdiği dönemde grup üyelerinin neler yaptığını ise şöyle anlatıyor: “76’yla 93 arası maalesef müzik yapamadık. Çünkü dönsek de burada hayat değişti, tavernaya dönüşmeye başladı müzik. O konser verdiğimiz gazinolar kapanmaya başladı. Türkiye’de müzik hayatı yok. Engin’le ikimiz orada 11 sene yapmadığımız iş kalmadı. Barmenlik yaptım, bir ara kitap sattım sokakta, elektrikçinin yanında çalıştım, dam indirdik. 82’de ise kesin dönüş yaptım.
İşte döndüm, sinemada hayat yok, sinema en kötü zamanını yaşıyor. 76’da film müziği de yapmaya başlamıştım. Paris’te parasız kalınca geliyordum film sezonunda iki, üç tane film müziği yapıp gidiyordum. 82’de özel şirkette çalıştım, hâlâ Moğollar yok. Engin de başka işlerde çalışmaya başladı falan...
‘Taner’in mektubu...’
Bir gün Fuat’la (Güner, MFÖ’den) bir yerde karşılaştık. “Ya, Cahit” dedi, “Taner ölmüş.” “Yapma lan” dedim. O da “Evet ya, çocuklardan haber geldi, çok üzgünüz.” O arada da Cem de dönmüştü 86’da Almanya’daki sürgün hayatından. Cem, “Aramızda para toplayalım, Taner’in cenazesini Türkiye’ye getirelim” dedi. Tam biz bunları yaşarken mektup geldi Taner’den. Nasıl sevindim... Hemen Cem’i aradım, “Bak” dedim “Böyle böyle mektup geldi.” Taner de bana mektupta “Türkiye’ye dönmek istiyorum ama orada iş durumları nasıl” diye soruyor. “Sen gel kardeşim” dedim. O da geldi. 93 senesinin başlarında Kaan Ertem (karikatürist) bir imza kampanyası başlattı, Moğollar tekrar bir araya gelsin diye. “Tamam” dedik. Ama yeni bir şeyler yapalım dedik, eskileri tekrar edersek iki konser veririz biter, gerisi gelmez. 93 albümünü yaptık, konserini de Cemal Reşit Rey’de verdik. İkinci baharımızı yaşamaya başladık.
‘Dolu salon, sıkı alkış’
- İlk sahneye çıktığınız zamanı hatırlıyor musunuz?
C.B: 6 Aralık 1967, Opera.
- Ne hissediyordunuz o zaman?
C.B: Ben zaten profesyonelliğe 2-3 sene öncesinde başlamıştım. Taner de öyle, o da çalıyordu. Ama dolu bir salon, sıkı alkış... Başka daha ne istersin ki. Çok keyifliydi. Daha sonrasında Fitaş Sineması’nda konserlere başladık. Bir de “Altın Mikrofon” yarışması vardı Hürriyet gazetesinin. Orada finale kaldık, her gün bir resmimiz çıkıyordu gazetede. O da ciddi şekilde tanınmamızı sağladı.
T.Ö: 69 turnesi çok önemliydi grup için. “Altın Mikrofon” sonrası grubun ismi yavaş yavaş duyulmaya başlıyordu. 69 turnesinde organizatörler bizi pek uygun bulmadıkları için rahmetli Engin işi ele aldı bir arkadaşıyla birlikte. Düştüler Anadolu yollarına. İşte spor kulüpleri, okul aile birlikleri, valiler. Bir turne organize ettiler. Öyle bir turneydi ki bir kasabaya gidiyoruz, yazlık sinema. Yıllardır orada bir konser olmamış. Çıkıyoruz, sahnenin tahtalarından ayağımız geçiyor. Fakat bu turneyi yaparken aynı zamanda gittiğimiz bölgede öğretmenler oluyor, halk müziği araştırması yapanlar, ya biz onları ya onlar bizi buluyor.
Bizim için kendi yaşadığımız ülkeyi konser vererek detaylarıyla anlamak ve tanımak... O insanlarla da yakınlaşmak. O turnenin sonunda işte “Anadolu Pop” deme kararı verdik. “Dağ ve Çocuk”, “Garip Çoban” benzeri parçalar da o turnede çıktı. O yıllarda tabi “rock” diye bir kavram yok. Pop da şu anki anlamını taşımıyor, daha sanatsal bir anlamı vardı. O turne sonrasında “Dağ ve Çocuk” ilk plaktı, listelerde bir numara oldu.
- Bu 50 yılda Türkiye çok zor zamanlardan geçti. 70’ler, 80’ler, 93 Sivas katliamı... Bu sizin yaptığınız müziği nasıl etkiledi?
C.B: 93’ten önceki Moğollar parçalarında çok eleştirel şeyler yok. Daha çok doğayla ilgili, sevgiyle ilgili, naif şarkılardır. Ben hep “Yapacağım parçaları yaşadıklarımdan esinlenerek yapıyorum” diyorum. Dolayısıyla 94 albümünde ciddi şeyler vardır. Sivas katliamı olmuştur, İSKİ skandalı olmuştur... Ben “Dinleyiverin Gari”yi İSKİ skandalına kızdığım için yaptım. Bugün hâlâ çok seviliyor. Ne yaşıyorsak hâlâ onun müziğini yapmaya çalışıyoruz. Mesela “Geri Sar” diye en son yaptığımız bir parça var, “68 ruhuna geri sar, Denizlerin ruhuna geri sar” diye bir sözü var. Bizim duruşumuzda bir şey değişmedi. Aynı kafadayız. Dürüst olacaksın, samimi olacaksın. İçi dolu müziklerle o samimiyeti hiç kaybetmediği için bu grup hâlâ ayakta.
En Çok Okunan Haberler
- 9 sayfalık not bırakmışlar
- İki ünlü markanın balları sahte çıktı!
- 'Üs bölgesi' kamera görüntüleri ortaya çıktı
- Atatürk 'sticker'ına basan kişiyi uçarak dövdü
- 'Sessiz katil' konusunda önemli uyarılar
- İzmir’de 13 yaşındaki çocuk AIDS nedeniyle öldü
- Yazarımız Meydan'dan, Acemoğlu'na 'Atatürk' yanıtı
- Mansur Yavaş'tan ilk açıklama!
- 'Alnı secdeye düşenlerin iktidarında...'
- Bahçeli'nin videosu neye işaret ediyor?