Dünyanın sonundaki tren
.
Ben bir tren istasyonunda doğdum. Ekspres katarların durmadan geçtiği ara istasyonlarda büyüdüm. İki sabah, iki akşam uğrayan “vahşi Batı” benzeri buharlı banliyö treniyle ilkokula gidip geldim.
Telgraf tıkırtılarından heyecanlandım, mors alfabesini çözmeye çalıştım, katarların hangi hatta gireceğini belirleyen karışık makas kollarını gözü kapalıymış gibi indirip kaldıran babama imrendim. Arkadaşsızlıktan sıkılınca raylar boyu uzun yürüyüşlere çıktım; yalnızlıktan bunalınca yağmur sonrası ıslak travers kokularını içime çekip ferahladım. Her ayın ilk günü son banliyö katarının uzak buharlarının yolunu gözledim. Tren şefi babama “Doğan Kardeş”imi ya uzatmazsa diye endişelendim.
Aradan yıllar geçti, trenlerden ve istasyonlardan uzağa sürüklendim. Ancak tren boyu çocukluk anılarım belleğimdeki, yüreğimdeki özlemini hep korudu. Ben bir demiryolcu çocuğuydum, trenleri ve tren istasyonlarını hep sevdim... Ortaokul ve liseyi “parasız yatılı” olarak Bilecik Ertuğrulgazi Lisesi’nde okudum. 12 yaşımda tek başıma hayatla karşı karşıydım.
Parasız yatılılık Türkiye Cumhuriyeti’nin iyi düşünülmüş, akıllı bir eğitim tasarısıydı. Bulunduğu yerlerde ortaokul ve lise olmayan çalışkan çocuklara eğitim yolunu açtı. Bu yolla on binlerce çocuk okuma olanağına kavuştu. Topluma yararlı bireyler yetişti.
Yüreklerimiz ufaktı, ufuklarımız geniş, hülyalarımız engindi. Disiplini, azla yetinmeyi, dayanışmayı ve en önemlisi okumaktan-diplomadan başka güvencemiz olmadığını öğrendim. Kısaca eski dille “leyli meccanilik” bize hayatta kalmanın temel ilkelerini öğretmişti. Telefon için postanede saatlerce bekler, “mütalaa” arasında mektup dağıtımını heyecanla gözlerdik...
Kendime bir hediye...
Ders saatleri dışında tek eğlencemiz kitap okumaktı. Ders kitaplarını, kırtasiyemizi okulun bizlere açtığı hesaptan, kentin tek kırtasiyecisi “Kitapçı Kemal”den alırdık. Ben defter, kalem hakkımı sınırlı tutar onun yerine okuma kitapları alırdım. Varlık Yayınları, Ian Fleming’in James Bond dizileri ve Jules Verne’nin kitapları en sevdiklerimdi. Herkes farklı kitaplar alır sonra aramızda dolaşırdı. Jules Verne’in bir kitabı çocukluk hayal sınırlarımın ötesindeydi. Hoş diğer kitapları da öyle ama bu başka idi. Çünkü Dünya’nın sonunda bir fener vardı. Dünya’nın sonu Arjantin’in en güney ucundaki Ushiaia kasabasının biraz ötesinde Beagle Kanalı’ndaydı. O günkü bizler için ulaşılamaz bir yerdi. Uzun zaman düşlerime girdi ama aklımdan da hiç çıkmadı.
Bu yıl 67 yaş sınırından akademisyenlikten emekli odum. Kendime özel bir armağan vermek istedim. Dünya’nın en sonundaki bu kasabaya ayak basacaktım. Burada hem Jules Verne’in “Dünyanın Ucundaki Fener” kitabındaki fener hem de 1920’lerden kalma dar hat, buharlı ve o dönemdeki lokomotif ve vagonlardan oluşan “Dünya’nın Sonundaki Tren” (El Tren del Fin del Mundo) vardı. Macellan’ın Ateş Toprakları’nın (Terra del Fuego) sonuydu. Buradan öte artık yaşanılan dünya yoktu. Birkaç saatlik uçuş mesafesinde Antartika başlıyordu.
Belleğimde yer eden iki çocukluk anımla 67 yaşımda yüzleşecektim. Uçak ve konaklama bağlantılarını bölgeyi iyi bilen sevgili gezgin arkadaşım Kerimcan Akbulut ayarladı. İstanbul - Buenos Aires yolculuğu uzun ama yorucu değildi. Sonra Patagonya üzerinden Ushiaia’ya gittim. Hava bizim ilkbaharda en fazla 10 dereceydi, artık orada sonbahar başlıyordu. Ushiaia’nın küçük sevimli havaalanından çıkar çıkmaz “Dünya’nın Sonu Tren İstasyonu”na gittim. Trenin kalkış saatine zaman vardı. 1920-30’ların havasını yansıtmışlardı. Trenler bire bir aynıydı. Dar hatta gidiyordu. Mahkûmlar için inşa edilmişti. İstasyona girdim, minyatür gibi duran o dönemin gerçek lokomotifleri aklımı başımdan aldı. Onları karşımda görünce çocukluğum, parasız yatılı günlerim gözümün önünde canlandı, babamı hatırladım, birden hıçkırıklara boğuldum. İstasyon şefi Senyor Fernandes geldi, hikâyemi öğrenince ilgilendi, tren saatine kadar bana istasyonu, atölyeyi çevreyi gezdirdi. Sonra trene bindim, hayallerime uçtum. Ertesi günü bir gezi teknesi Beagle Kanalı’ndan (Darwin’in de geçtiği kanal) beni Jules Verne fenerine götürdü. 12 yaşında okuduğum kitabın kapağındaki resim 55 yıl sonra karşımdaydı. Hava bir anda patladı, zor döndük.
Artık çok mutluydum. Akşamları kasabanın en özgün kafe-barı “General Ramos’ta geçirdim. Bir zamanlar Lübnanlı bir Yahudi girişimciye ait kasabanın tek bakkaliye dükkânıymış. Eşyalar olduğu gibi korunmuş. Üçüncü günde benim için özel bir anlam taşıyan Ushiaia kasabasından ayrıldım. Yerel halkı yıllardır yaşadıkları sonsuz yalnızlıklarıyla baş başa bıraktım... “Ateş Toprakları”nda ateş yoktu, Macellan yanılsamaya uğramıştı. Soğuk, kar, fırtına.. Kışın eli kulağındaydı..
nadirpaksoy@gmail.com
En Çok Okunan Haberler
- Almanya'da 'Noel pazarına' araçlı saldırı
- Gazeteci Özlem Gürses gözaltına alındı
- Tel Aviv’i balistik füze ile vurdular
- 'Neredeyse 2 hafta oldu'
- Yoğun bakımdaki Emre'den acı haber
- 'Kanlı Noel' saldırganı hakkında neler biliniyor?
- Otel ve villa yapılacak
- Üniversiteden skandal ilan
- 'Ekonomist Erdoğan'ı sordu, yanıt İmamoğlu oldu!
- 10 milyon dolarlık ödülü kaldırdılar!