Doğayla uyumlu yaşam: İmece Evi
Bir yer düşünün ki, içinde yaşadığınız evden tükettiğiniz enerjiye, sofranızdaki yiyecekten kullandığınız deterjana kadar her şey doğaya uyumlu. Ambalajlı ve kimyasal hiçbir şey içeriye girmiyor. Birlikte üretiliyor ve birlikte tüketiliyor. İşte Kaz Dağları’nın eteklerindeki Küçükkuyu’da kurulan İmece Evi...
Doğayla birlikte, ona hiç zarar vermeden yaşamak hiç de zor değil. İki yıl önce Kaz Dağları’nın eteklerine, Küçükkuyu’ya kurulan İmece Evi bunu yapıyor. Onlar doğayla uyum içinde bir yaşam alanı yaratmışlar. Neredeyse hiç atık bırakmıyorlar. Evlerini kendileri yapıyor, enerjilerinin bir kısmını kendileri üretiyorlar. Topraklarında kışlık ve yazlık sebzelerin çoğunu yetiştiriyorlar; hem de en doğal yöntemlerle, suni gübre ya da kimyasal hiçbir ilaç kullanmadan. Tavuklarından taze yumurta, keçilerinden süt alıyorlar. Peynir, salça, zeytin yağı ve şarap gibi pek çok gıda ürününü kendileri yapıyorlar. Bir anlamda dışarıya bağımlı olmadan yaşıyorlar. Yani onlar üretiyorlar, satın almıyorlar! Üretmenin ve kolektif olarak yaşamanın zevkini gelen konuklarla da paylaşıyorlar.
Kendi kendine yeten, kolektif ve doğayla uyumlu bir yaşam kurmak amacıyla yola çıkan 10 kişi İmece Evi Kolektifi’ni ve İmece Evi’ni kuruyor. Onlar “Başka bir dünya mümkün” diyor ve daha da önemlisi bize bunu gösteriyor. Dayatılan sisteme barış içinde, kolektif ve ekolojik bir yaşamla karşı çıkıyorlar. Yani çok eleştirdikleri sistemin dışına çıkmayı başarabilmişler. Nasıl mı yapmışlar bunu? Üreterek, dönüşerek, birleşerek...
Her şey doğal
İmece Evi Yaşam Kolektifi’nin bir kısmı yaz kış, diğer kısmıysa imkân buldukça yoktan var ettikleri İmece Evi’nde yaşamlarını geçiriyor. Saman balyaları ve ahşaplarla yaptıkları evlerde kalıp dallardan taze taze topladıkları ürünlerle yemeklerini yapıyorlar. Büyük şehirde yaşayanlar gibi domatesi hem yaz hem kış yemiyorlar belki ama zaten buna ihtiyaç duyan kim? Onlar mevsimin sebzeleri her neyse onları tüketiyorlar. Ürettiklerinden fazla kalan olursa köyün pazarında satıyorlar ya da diğer üreticilerin mahsulleriyle takas yapıyorlar. Neredeyse hiç atık çıkarmıyorlar. Bez torbalarıyla gittikleri köyün pazarından aldıkları dışında ambalajlı bir şey satın almadıkları için pek çöp çıkarmıyorlar. Tek atıkları organik çöp, yani sebze ve meyvelerin çöpleri... Onları da önce keçilere veriyorlar. Keçilerden arta kalanları da topraklarına gübre sağlamak için yaptıkları kompostta kullanıyorlar. Gelen konuklardan da ambalajlı şeyler getirmemelerini rica ediyorlar. Sigara da kullanmıyorlar ama eğer kullananlar varsa onların izmaritlerini bile değerlendiriyorlar. İnanması güç ama izmaritleri domuzları kaçırmak için kullanıyorlar. Fazlasını da köylülerle paylaşıyorlar.
İmece Evi’ni dolaşırken yüzü denize çevrilmiş bisikletten bozma, kondisyon bisikleti görünümlü şeyler görürseniz, “Bu kadar doğal bir ortamda buna ne gerek var şimdi” demeden önce düşünmenizi öneririm. Çünkü onlar aslında enerji üretiyor. Denize doğru pedal çevirirken dolan aküyü aydınlatmalar için kullanıyorlar. Bundan daha da ilginci, bu enerji üreten bisikletleri bile kendileri üretmiş olmaları. Onlar neredeyse hiçbir şey satın almadan yaşıyorlar. Bu ne demek? Herhangi bir şey bozulduğunda onu hemen eldeki malzemelerle tamir ediyorlar. Ortaya oldukça yaratıcı ürünler de çıkıyor tabii. Mesela toprak ve kille ürettikleri çeşitli kapları kullanıma hazır hale getirmek için bir fırına ihtiyaç duyunca iş başa düşüyor. Ve bahçeye bir fırın yapıyorlar. İmece Evi’ndeki temel felsefelerden biri de bu zaten: “İhtiyaç duyuyorsan üret”...
Tabii doğayla birlikte yaşarken yol arkadaşları doğaya zarar vermemek için pek çok şeye dikkat ediyorlar. Mesela, deterjanları ve çeşitli kimyasalları da kullanmıyorlar; deterjan yerine kendi ürettikleri kül suyunu tercih ediyorlar. Hatta bu kül suyunu çamaşır ve bulaşık makinesine de koyuyorlar. Bulaşıklar için parlatıcı yerine de kendi yaptıkları sirkeyi kullanıyorlar. Temizlenmesi zor, dibi tutmuş tencerelerin icabına da külle bakıyorlar. İnanması güç ama biraz kül hemen bütün tenceredeki kiri ve yağı temizliyor. Külü nereden buluyorlar diye bir soru geldiyse aklınıza, bahçede duran ve el yapımı olan fırına gözünüzü çevirin. Ya da mutfakta yemekleri pişirdikleri kuzineye...
İmece Evi sadece insanlar için değil elbette. Keçiler, tavuklar, civcivler, oğlaklar, kediler ve tatlı çoban köpeği Ayuşka’yı da unutmamak gerekir. Onlar da döngülerine İmece Evi’nde devam ediyorlar...
Kolektif yaşıyorlar
İmece Evi’nin en önemli özelliklerinden biri de civar köylerle ve köylülerle iletişim içinde olması. Onlardan birtakım geleneksel üretim yollarını öğreniyorlar. Onların ihtiyaç duydukları noktalarda da İmece Evi olarak destek oluyorlar. Devamlı bir bilgi akışı var: “Domateslere şöyle yapınca daha hızlı büyüdüklerini fark ettim, sen de böyle yap” ya da “Yabani otları, zararlıları önlemek için böyle de bir yöntem var” gibi... Her çarşamba İmece Evi’nde yapılan “potlaç”larda da etraftaki köylerden gelenlerle birlikte vakit geçirip beraberce yemek yiyorlar. Potlaç, Kızılderililerin değiş tokuş şeklinde gerçekleşen bayramlarına verilen isim. Bir şölen gibi kutlanan bu potlaçlarda sohbetler ediliyor, bilgiler paylaşılıyor... Ve tabii İmece Evi’nden Hasan Çetin Özbayram’ın yaptığı inanılmaz lezzetli ve bir o kadar sağlıklı yemekler yeniliyor.
Doğal, ekolojik üretim yapanların bu üretimi devam ettirmesine, kalkınmasına, adil ticaretin ve doğal kaynakların korunmasına, demokratik, barışçıl ve sürdürülebilir bir yaşamın kurulmasına ve geleneklerimizin devamına katkıda bulunuyor İmece Evi. Bunun için yaptıkları şeylerden biri de oluşturdukları tohum takas ağı. Topraklarımıza özgü tohumlarımızın korunması için bir “tohum bankası” ve “tohum kütüphanesi” oluşturan İmece Evi, tohumla uğraşanlarla iletişim içinde. Yetiştirdikleri bitkilerin kimisini de sadece tohum elde etmek ve sürdürülebilirliği sağlamak için kullanıyorlar.
İmece Evi’nin bir diğer misyonu da edindikleri bilgi ve deneyimleri başkalarına aktarmak. Kapıları doğal yaşama meraklı herkese açık. Nitekim yaptıkları çeşitli atölye çalışmaları ve toplantılarla başkalarıyla buluşuyor ve bilgilerini aktarıyorlar.
Doğayla gerçekten uyum içinde yaşıyor İmece Evi. Onlar doğayı inceleyerek çıkardıkları takvime göre yaşıyorlar. Doğadaki olaylara göre her aya bir isim vermişler. Mesela Ocak, kuzu doğum ayı. Mart tohum ekimi ve eylül bağ bozumu ayı... Ne zaman hangi işlerin yapılacağı, hangi ay ne tohumlarının dikileceği, hasatların ne zaman olacağı da belli. Eylülde sarmısak ve soğan, kasımda ise bakla, bezelye, buğday, arpa, yulaf, yonca ve çavdar tohumlarını ekiyorlar. Oğlak doğum ayı olan şubatta portakal, karnabahar, yeşil soğan, lahana, turp, havuç, pırasa, kereviz, ıspanak, pazı, marul, dereotu, tere ve rokalar oluyor ve toplanıyor.
Kısaca İmece Evi kelimenin tam anlamıyla doğayla birlikte nefes alıyor. Amaçları belli, icraatları çok. Kapıları herkese açık. Çünkü onlar paylaşmak, paylaştıkça çoğalmak ve sürdürülebilir bir yaşam sağlamak istiyorlar...
En Çok Okunan Haberler
- İtirafçı Nevzat Bahtiyar'dan sürpriz hamle geldi
- Avrasya tüneli trafiğe kapatıldı!
- Kadınlara cehennem hazırlayanlar
- Nasuh Mahruki'nin tutuklanma gerekçesi belli oldu!
- Cem Garipoğlu soruşturmasında karar!
- Elektronik kelepçeyi kırıp cinayet işledi
- Beşiktaş'tan Talisca açıklaması: 'Karar verilmiştir'
- MSB açıklamasında 'Erdoğan' ayrıntısı
- Albaya verilen ceza belli oldu!
- Teğmenlerin avukatlarından açıklama geldi!