Dikkat, şehirde çocuk var! (15.07.2021)

Karikatürist, yazar Behiç Ak, 40 yıllık karikatür emeğini yeni bir albümle taçlandırıyor. Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan Karikatür Kitabı 2 - Yaşasın Çocuklar!, Türkiye’nin 2022 Hans Christian Andersen Ödülü “yazar” adayı Behiç Ak’tan felsefi okumalara göz kırpan özel bir seçki! Günümüz dünyasını çocukların gözünden yorumlayan 143 karikatürü yer aldığı kitabında; çevre duyarlığından salgının zorlu koşullarına, okul yaşamından gelecek kaygısına pek çok temada mizahla felsefeyi harmanlayan karikatürleriyle çocuklara yeni sorular, yeni düşünme yolları sunuyor Behiç Ak.

Dikkat, şehirde çocuk var! (15.07.2021)
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 15.07.2021 - 00:02

Fotoğraf: GÜLBİN ERİŞ

‘ÖZERK BİR ÇOCUK KAVRAMI ORTAYA ÇIKTI’

- Çocukluğa “yeni”ler ekleyen, doğdukları çağla düş gücü kablolu / kablosuz biçimlenen, günümüzün çocukları ezberleri bozmaya nasıl devam ediyor?

Çocukluk, dünyanın daha bütünlüklü olduğu bir dönem. Algının henüz parçalanmadığı, sevginin katıksız olduğu. Mutlu ve kaygısız uyanılan bir dönem.

Çocukluğunu mutlu geçirmiş olanların bir referans noktası var. Bu da onların yetişkinliklerinde, yani kaygısızlığın yerini kaygı, sevginin yerini çatışmalar, buhranlar, oyunun yerini başarı ya da başarısızlık gibi hedeflerin yer aldığı dönemlerde adreslerini kaybetmemelerine neden oluyor.

Çocukluğumuzu hep anımsamak zorundayız bu yüzden. Nerede olduğumuzu bilmek, dünya ile ilgili umutlarımızı yitirmemek için.

- Soru net: Büyümek ne menem?

Büyümek genellikle sınırlı alanda deneyim sahibi olmak demek. İş, meslek, iktidar sahibi olup, yaşam deneyimsizliğinin getirdiği bazı soruları terk etmeye büyümek diyoruz sanki.

Genellikle tek yönlü bir gelişme. yanıtı bilinmeyen sorular artık sorulmuyor. Yatay ilişkiler yerine düşey ilişkiler içinde olmanın getirdiği zorunluluklar daha acımasız olmamızı meşrulaştırıyor.

Bir şeylerin değişmeyeceğine, değiştirilemeyeceğine inanmakla, kötücül olmakla eşanlamlı neredeyse. Yetişkinlerin çoğu negatif yüklerle yüklü. Yaşamda aradığını bulamamış, toplumsal düşlerine ulaşamamış kişiler. Bulundukları durumu eleştirmekten çok, çocukluklarının saf temiz duygularını eleştirmeye yönelmeleri çok olanaklı.

Çocukluk hatta gençlik düşlerini aptallıkla özdeşleştirmeye o kadar hazırlar ki. Bu yüzden dünyanın kötücül gidişten kurtulması için çocukluk ve gençlik düşlerinin yeniden diriltilmesine ihtiyaç var.

- Bilgisayar çağının algı ve enerji dağınıklığı, akıllı telefonlar, tabletler, bilgisayar oyunlarıyla başkalaşan ve/veya heder olan fiziksel oyunlar, oyun saatleri... Uzun süredir süren bir kuşatılmışlıktı, olumsuz etkileri oldu/oluyor/olacak! Yetmezmiş gibi çıkagelen salgın ise çocuklara ve ebeveynlere neredeyse başka bir seçenek de bırakmadı...

Karikatür Kitabı 2 - Yaşasın Çocuklar!’ı bu bağlamlara yaklaşımınızla değerlendirir misiniz?

Çocukluk, modern döneme ait bir kavram. Çocuk odası, çocuk kıyafetleri, çocuk eğitimi, çocuk edebiyatı modern hayatın olmaz ise olmazı.

Orta Çağ’da çocuk, anne babasınınkine benzeyen kıyafetler giyen, babasının yanında çıraklık yapan yetişkinin küçük halinden ibaretti. Modern yaşamla çocuğa bakış tamamen değişti. Özerk bir çocuk kavramı ortaya çıktı.

Modernist Mimar Frank Llyod Wright’ın evinde çocukları için ayrı bir oyun odası ve anaokulunun babası Froebel’den yola çıkarak zihinsel aktiviteleri geliştirecek oyuncaklar tasarlaması bu kırılmanın en güzel örneklerinden biri.

Ne yazık ki modern sonrası dönemde çocuğa bakışın değiştiğini görüyoruz. Çocuk özerkliğini kaybetmiyor belki ama tamamen bir tüketiciye dönüşüyor.

Eğitimdeki deneysellik neredeyse kayboluyor. Sorgulayarak edinme yerine sorgulamadan her türlü bilgiye artık sahip olunabileceği poh pohlanıyor. Muhakeme edilerek elde edilen bilginin yerini “information” alıyor.

Üstün teknoloji kullanabilen umutlar vadeden yeni kuşaklar, “Y” kuşağı “Z” kuşağı gibi harflerle etiketleniyor.

Artık çocuk, evinde oturan ilişki yerine iletişim kurmaya hazırlanan, kurslardan kurslara taşınılan, rekabetçi, doğayla ilişkisi kopartılmış, muhakeme yeteneğini kaybetmiş bir iktidar sahibi.

Tabii bu yanılsamadan hiç de mutlu olmayan, çocuğun üzerine giydirilmeye çalışılan bu zırhın özgürlük olmadığının bilincinde olan ebeveynlerin sayısı hiç de az değil.

Çocukların “çocuk” olması için mücadele ediyorlar. Ancak doğaya yakın, eşitlikçi, paylaşımcı bir dünyanın içinde çocuklarının özgürleşebileceğini biliyorlar.

Çocuklar da doğadan küçük bir ısırık aldıklarında, cennet gibi sunulan sanal âlemden kopmanın arzusuyla yükleniyorlar.

“Yaşasın çocuklar!” bu bakışın eseri... Kitaptaki çocukların, “Duydun mu, İnsansız insan yapmışlar,” ya da “Don Kişot’u olmayan bir Yeldeğirmeni ne işe yarar ki?” demesinde bu arayışın izleri var.

- Çocuğun bireyselleşmesine, öz güven ve yaratıcılıklarını gelişimlerine ve yüreklendirilmesine ilişkin başka hangi vargılarınız öne çıkıyor kitabınızda?

Çocuğun bireyselleşebilmesi için toplumsallaşması lazım. Yoksa bencil, içe dönük, yaratıcı olmayan, sosyal zekâsı gelişmemiş, bağımlılıklara açık bir insan yavrusu çıkıyor ortaya.

Yaratıcılık kavramı son yılların içeriği en boşaltılmış kavramlarından biri kanımca. Kurs alınarak edinilen bir meziyet gibi görülüyor. Şüphesiz yaratıcılığın gelişmesi için muhakeme özelliğinin gelişmesi gerekiyor çocuğun.

Oysa rekabetçi eğitimle ya da kurs görerek böyle bir vasıf edinmek neredeyse olanaksız. Resmi ve özel eğitim ise tamamen, ahlakçılık tezi ve sayısal ilerleme antitezi üzerinden biçimleniyor. İşte size yaratıcılığı dışlayan harika bir sentez!

‘ÇOCUKLAR HÂLÂ BÜYÜK UMUT!’

- Denize giremiyorlar, güvenle yürüyemiyorlar, okula gidemiyorlar, parklarda oynayamıyorlar, birebir keşfe hasretler...

Özellikle süregelen salgın ortamında çocuğun, çocukluğun ıskaladıklarına ilişkin neler söylersiniz? Karikatürlerinizde çocukların çevresine, doğaya karşı ilgi, sevgi ve farkındalığının yanı sıra bu tema da öne çıkıyor.

Sosyal değişimleri kuşkusuz karikatürün en temel malzemesi. Eleştiriyi olanaklı kılıyor mizah.

Oysa günümüzün para yapan, profesyonelleşmiş her faaliyeti eleştiriye karşı çok acımasız. Bir film eleştirmeni, filmin ticari şansını baltaladığı için mahkemeye verilmiş. Düşünebiliyor musunuz?

Eleştirinin “yok sayma” olarak görülmesi postmodern dönemin bir karakteristiği. Düşünmek yok. Taraf tutmak var bu çağda.

Dikkat ederseniz, plastik sanatlarda eleştirmen yok neredeyse. Birçoğu profesyonel tanıtımcıya dönüştüler.

Oysa modern dünya her türlü fikir ve yaklaşımı ya da sanat eserini eleştiri süzgecinden geçirerek içkinleştirir.

İşte bu yüzden, çocuklar soru sorma yeteneğini kaybetmedikleri için hâlâ “büyük umut” olma özelliklerini koruyorlar. “Miş gibi yapma” eğitimini neyse ki tamamlamadıkları için, saflıklarını kaybetmediler.

Bilmedikleri konuları biliyormuş gibi yapmaktan çok, artık sorulmayan soruları sorma peşindeler. Gerçekten yanıt arıyorlar. Yetişkinler ne kadar törpülese de hakikatten merak ediyorlar.

Salgın süreci, çocukların bu süreç öncesinde de yaşadıkları eve kapanıp ekrana mahkûm olma durumunun saçmalığını ortaya çıkardı.

Ancak bir salgında yaşanabilecek bir durumu, çocuklar salgın olamadan da doğal bir süreçmiş gibi yaşıyorlardı çünkü.

Sokağa çıkamıyorlar, evlerinin önünde oynayamıyorlar, yürüyerek okullarına gidemiyorlardı. Doğaya ancak otomobille ulaştırılabiliyorlardı.

“Çocuk geçirmez” olarak tasarlanmış bir kent planı içinde yaşamaya mahkum edilmişlerdi.

Tabii ki bunlar çizgilerimin ana konuları. “Yeni bir Dünya” talebinin ilk tohumları mizahta atılıyor sanırım.

- Ebeveynlerin ikilemi de önemli kuşkusuz. Topluca yaşanan ezber bozumundan paylarını alan ebeveynlere nasıl sesleniyorsunuz çizgilerinizde?

Aslında ebeveynler ve çocukların talepleri biraz yakından bakıldığında birbirine çok benziyor. Onlar da çocukları gibi özgür olmak istiyorlar.

Çocuklarının yarış atı gibi yarıştırılmasını istemedikleri gibi iş yerlerinde kendilerine yapılan rekabetçi baskıdan rahatsızlar.

Çocuklar nasıl kentte var olmak istiyorlarsa, yetişkinler de rahatlıkla kullanabildikleri şehir mekânları istiyorlar. Şehirdeki yeşil alanların, yürüme alanlarının, arttırılmasını istiyorlar.

Yaşadıkları şehirlerin denize kıyısı varsa o denizin pırıl pırıl olmasını istiyorlar. Yaşadıkları kentte yürüyebilmek ve yüzebilmek istiyorlar.

‘MİZAHA ÇOK İŞ DÜŞÜYOR!’’

- Sosyal medyanın hem kaçınılmazlığına hem de zararlarına işaret eden karikatürleriniz de hatırı sayılır bir oranda yer buluyor kitabınızda.

Kitabınızda bir çocuk arkadaşına soruyor: “Sence, bilgi çağında mıyız? İletişim çağında mı?

Arkadaşı yanıt veriyor: “İletişim kurmaktan bilgi üretmeye vakti kalmayan bir çağdayız.”

Bir başka karikatürünüzde çocuk arkadaşına şöyle diyor: “Biz dijital iletişim çağı çocuklarıyız.” Arkadaşının yanıtı ise çarpıcı: “Bence eşitsizlik, aşırı üretim, küresel ısınma, kimlikçilik, adaletsizlik ve naylon torba çağı çocuklarıyız”.

Düşleri, kaygıları, hırsları, isyanları, bağımlılıklarıyla yerleşikleşen ve yaşatılan bir çocukluk süregeliyor/süregelecek gibi..

Teknolojik buluşlarla yaşadığımız çağları etiketlemek insana karşı yapılmış en büyük haksızlık.

İnsan sadece teknoloji üretebilen bir yaratık değil. İnsanlar sevgi, saygı, mutluluk, sosyal ilişkiler, adalet hatta demokratik ve eşitlikçi toplumlar üretebilme özelliğine sahip.

İnsanlığın ilerlemesi, yukarıda saydığım niteliklerin geliştirilebilmesiyle olanaklı. Yoksa daha hızlı otomobiller, 4G’yi 5G’ye, 5G’yi 15G’ye çıkarmak gerçek anlamda bir gelişme değil. Otomobil teknolojisinin ya da iletişim teknolojinin gelişmesi bu saydıklarım.

“İnsanlığın gelişmesi” ise tamamen farklı bir süreç. Kısacası, teknolojinin gelişmesiyle insanlığın gelişmesi paralel değil. Hatta tam tersi.

En büyük teknolojik buluşlar, insanlığın en geri olduğu savaş dönemlerinde yapılıyor. Var olan bu ideolojik tarih anlayışını tersine döndürmek için mizaha çok iş düştüğü kanısındayım.

- Çocukların gerçeği anlamak yolundaki çabasına ilişkin neler söylersiniz?

Çocuklar gerçekleri bilmiyorlar ama anlamak için çaba gösteriyorlar. Ne yazık ki bu meraklarını gidermek için yapacakları tek şey yetişkinlere soru sormak. Böylelikle merakları, kısa sürede törpülenmiş oluyor.

Büyükler bilmedikleri sorularla karşılaştıklarında çocuklarla kafa kafaya verip konuyu tartışmak niyetinde pek değil. Ya geçiştiriyorlar ya da uyduruk bir cevap veriyorlar.

Bilmedikleri adresi soranlara mahcup olmamak için bildikleri bir adresi tarif edenler gibiler. “Hele büyü o zaman anlayacaksın,” diyenlerin de sayısı az değil.

“Hele büyü bu sorduklarının anlaşılmaz şeyler olduğunu anlayacaksın,” demeye cesaret edemediklerinden.

ANTROPOSEN ÇAĞ!

- Çizgilerinizde de vurgusunu bulan, çocukların kurdukları düşlerde ve gelecek ideallerinde yaşanan bozunuma ilişkin neler söylersiniz?

Çocukluk döneminde gelecekle ilgili kurulan düşler yaşanılan her âna sızıyor neredeyse. Ama bunların idealler olduğunu söylemek çok kolay değil.

Tabii ki büyüdükçe çocukluğun yekpare olan yaşamında kırılmalar meydana geliyor. Bu parçalanmalara dayanmanın en iyi yolu mutlu bir çocukluk geçirmiş olmakta saklı.

Çocuklukta gerçek mutluluğun ne olduğunu öğrenmiş bir insan, büyüdüğünde mutsuzluklara dayanma gücüne de sahip oluyor. Çocukluğun deneyimsizliği her şeyin değiştirilebilir olduğu fikrini oluşturuyor.

İnsanın doğa üzerindeki olumsuz etkilerinin zirve yaptığı, Antroposen Çağ diye adlandırılan günümüzde bu bakışa ihtiyaç var.

Doğayı ortadan kaldırırken kendi varoluş koşullarını da ortadan kaldıran insanın kendi deneyimlerine eleştirel bakabilmesi, hatta her şeye sıfırdan başlamaya göze alması için bu çocuksu deneyimsizliğe ihtiyacı var.

- Yetişkinliğe özgü hırs ve rekabet duygularının çocuk ve gençlerde erkenden içselleşmesi konusunda neler düşünüyorsunuz?

Aslında bunlar öğretilen şeyler. Erkeni geçi yok, asla içselleştirilmemesi gereken duygular. Rekabet ve hırs üzerine kurulu eğitim, hakiki sonuçlara ulaşmamızın önünde en büyük engel aslında.

Eğitim, dayanışma ve işbirliği yanında bireyin yaratıcılığından beslenmeli bence. Öğrenciler arasındaki, niceliksel ölçütlere dayanan rekabetçi karşılaştırmaların, eğitimi nicelik zehirlenmesine uğrattığı açık.

Daha da ileri götürürsek, nitelikten çok nicelikten beslenen “hep daha çok” şartlanması üzerine kurulu dünya sistemi, mutsuzluk ve eşitsizlik yarattığı gibi ekosistemi tahrip ediyor.

‘YENİ ÇOCUK ROMANIM BİTMEK ÜZERE’

- Türkiye'nin 2022 Hans Christian Andersen Ödülü adayısınız. Bu konudaki duygularınızı paylaşır mısınız?

Benim için en büyük ödül kitaplarımın çocuklar tarafından sevilerek okunması. Ödül kazanmak kolay ama çocukların sevgisini kazanmak çok zor.

- Sonraki tasarılarınızı sorarak bitirelim söyleşimizi...

Çok severek yazdığım yeni bir çocuk romanını tamamlamak üzereyim.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler