‘Delirtilen Kadınlar’
Gönül Bakay’ın Delirtilen Kadınlar kitabı, çağdaş yazarların da yapıtlarına yer verdiği analizleriyle, “kadın deliliği”ne ilişkin kapsamlı ve ilgi çekici bir derlemeyi okurla buluşturuyor
Ataerkil
toplum bin yıllar boyunca kadınları, “deli” damgası vurarak terbiye etmeye
çalıştı. Sonuçta deliliğin kadınlara özgü bir hastalık olduğunun düşünülmesi,
kâh zincire vurulmakla kâh cadı diye yakılmakla sonuçlandı kadınlar için.
Delilik ve kadın kavramının yan yana gelmesinin yarattığı çekicilik, tüm sanat
alanları gibi edebiyatı da etkiledi. Edebiyat dünyası da roman, şiir, tiyatro
oyunlarıyla çeşitli dönemlerin delilik anlayışına ayna tuttu.
İngiliz
ve Amerikan edebiyatları bağlamında kadınlar üzerine araştırmaları ve
kitaplarıyla tanınan Prof. Dr. Gönül Bakay’ın Delirtilen Kadınlar kitabı, bu
gerçeklikten yola çıkarak “kadın ve delilik” konusuna eğilen analizleriyle
gelişiyor.
Bakay,
Orta Çağ’dan günümüze İngiliz ve Amerikan edebiyatında, kimi zaman kendisi de
“deli” olarak nitelendirilmiş 30 seçkin yazarın 37 yapıtını feminist
eleştirinin temel kavramlarının ışığı altında inceliyor.
Kitap,
değerli siyaset bilimci ve yazar Prof. Dr. Fatmagül Berktay’ın önsözünün
ardından, tarih boyunca insanoğlunun delilikle macerasının izini süren ilk
bölümünde, Batı dünyasının yanı sıra Arap, Türk ve Osmanlı kültürünün deliliğe
bakışını ele alıyor ve psikiyatrinin bir disipline dönüşmesiyle farklılaşan
delilik yaklaşımının iniş çıkışlarında gezinerek günümüze ulaşıyor.
Handan
Dedehayır’ın hazırladığı bu bölüm, kadınların dünden bugüne delilikle sınandığı
acılı yaşamlarına değinen bir ufuk turuyla tamamlanarak, Bakay’ın edebiyat
bağlamındaki analizlerinin tarihsel, toplumsal ve felsefi arka planını
oluşturuyor.
Son
tahlilde Bakay, hem kadın sorunlarına ilgi duyan hem de edebiyatı hayatlarından
eksik etmeyen okurlar için farklı bir pencere aralıyor.
DENETİM
ALTINDA TUTULMASI GEREKEN VARLIKLAR
Deliliğin
toplum düzenini zorlayan, toplum tarafından kabul gören davranışlarla çelişen,
çoğu kez din ve ahlak değerleriyle çatışan aykırılığı, her çağda sanatçıların
ilgi odağı oldu.
Önce
İngiliz, sonra Amerikan edebiyatları delilik ve deli kadınlarla ilgili çok
zengin ve yaratıcı bir birikim ortaya koydu. Bir yandan yaşadıkları döneme ayna
tutan, bir yandan da yaratıcı ve duyarlı saptamalarla öncü fikirlerin
temsilcisi olan sanatçılar deliliği yapıtlarına yansıtırken, onların ayrıksı
davranışlarının ve karmaşık iç dünyalarının, toplumsal normların bir yansıması
ve bireyin kendini ifade biçimi olduğuna dikkat çektiler.
Öte
yandan delilik, yüzyıllar boyu gerek simgesel gerekse mecazi olarak, ağırlıkla
bir kadın marazı olarak algılandı. Tarih boyunca yaratılan kadın deliliği ile
ilgili imgeler kadınların zayıf, tehlikeli ve denetim altında tutulması gereken
varlıklar olduğuna ilişkin mesajlar verdi.
Yeryüzündeki
birçok din ve inanç sistemi kadının “denetlenemezliği”ni vurgularken, kadın
“ayrıksılığı” hatta “sapkınlığı” uzun yıllar egemenliğini korudu.
Oldukça
genç bir bilim dalı olan psikoloji de yakın zamanlara kadar erkek egemen bir
alan olarak toplumsal önyargılardan kurtulamadı. 1960’lardan sonra yükselen
kadın hareketi sonucunda yeni bir feminist psikoloji alanı gelişti ve baskın
düşünce sistemine karşı çıkan, sorunları sosyo-politik ve kültürel bağlamda
değerlendiren kadın merkezli bir psikoloji doğdu.
Kadın
ve erkek, biyolojik farklılıklarının yanı sıra toplumsal normlar ve değerler
sistemi tarafından oluşturulan toplumsal cinsiyet açısından da ele alınır oldu.
20.
yüzyılda Lacan, Foucault, Laing, Szasz ve Goffman gibi düşünürlerin de
etkisiyle, kültürel bir inşa olarak delilik ile kadınlık arasında bağlantı
kurulmaya başlandı.
Giderek
kadınların ıstıraplarını, yaşam deneyimlerini ve duygularını dikkate alan,
onları yaşadıkları ortam ve koşullar çerçevesinde değerlendiren bir bakış açısı
gelişti ve edebiyat yapıtlarına yansıdı.
Bu
anlamda, deliliğin edebiyat yapıtlarındaki temsilleri; toplumsal cinsiyet,
toplumsal sınıf ve aile yapısına ilişkin farklı bakışları ve bunların akıl
sağlığı üzerindeki etkilerini izlemek açısından zengin bir kaynak oluşturdu.
EDEBİYATTA
KADIN İMGELEMİ
14.
yüzyılda Chaucer, Orta Çağ’ın toplumdaki kadın-erkek eşitsizliğine ilk dikkat
çeken yazarı olarak öne çıktı. Hatta Canterbury Hikâyeleri yapıtında Chaucer’ın
Bathlı Kadın tiplemesi ile ilk feminist kadını yarattığı söylenebilir.
16. ve
17. yüzyıllara damgasını vuran Shakespeare gerek insanlığın farklı tarihsel
dönemlerine gerekse insanoğlunun ruh hallerine ve duygu dünyasına nüfuz eden
yaratıcılığıyla yapıtlarında deliliği de derinlemesine ele almıştı.
Hamlet
piyesindeki Ophelia, Macbeth’teki Lady Macbeth ve Hırçın Kız’daki Kate
karakterleri, akli dengesi bozulmuş kadınlara iyi birer örnektir.
Shakespeare,
çağını aşan bir yaklaşımla kadınlarda deliliğin farklı toplumsal baskılarla da
oluşabileceğini vurgulamıştır. Ophelia’nın düzensiz ve tutarsız sözleri karmaşık
duygularının ve ruh halinin dışavurumu olarak “kara sevda”ya tutulmuş deli
kadına örnektir.
Shakespeare
bu karakterleri etkileyici bir incelik ve derinlikle ele alırken, yaşadığı
toplumun kadına ve erkeğe ilişkin egemen değer yargılarını da gözler önüne
sermiştir.
Kate,
erkek egemen toplumun kurallarına isyan etse de sonunda güçlü bir erkeğe yenik
düşer ve teslim olur. Desdemona tüm suçsuzluğuna rağmen erkekler arası bir
entrikanın kurbanı olur. Sınır tanımaz hırsıyla kocasını felakete sürükleyen Lady
Macbeth bu hırsının bedelini çok ağır öder.
19.
yüzyılda artık kadın yazarların, sorunlarına sahip çıkarak kendilerinin ve
çevrelerindeki kişilerin yaşamlarını, duygularını ve iç dünyalarını kaleme
aldıklarını görürüz.
İlk
önemli kadın yazarlar bu çağ ve sonrasında görünür olurlar, ancak birçoğu takma
erkek isimleri kullanmak zorunda kalır: Mary Ann Evans “George Eliot”,
Charlotte Brontë “Currer”, Emily Brontë “Ellis” ve Anne Brontë ise “Acton”
adlarıyla eserlerini yayımlarlar.
Dickens’ın
aşkta mutsuzluğu işlediği Büyük Umutlar ve Collins’ın varlıklı bir kadının aile
mirasını ele geçirmek için akıl hastanesine kapatılmasını konu alan Beyazlı
Kadın romanları önemli örneklerdir.
19.
yüzyıl edebiyatında artık deli kadın imgesi kültürel baskıyı temsil eder. Charlotte
Brontë’nin Jane Eyre romanındaki Bertha Mason karakterinde olduğu gibi,
ataerkil baskıya delilikle isyan eden kadın tipine sıklıkla rastlanır.
Bugün
Charlotte Brontë’nin Jane Eyre romanı, kadın deliliğinin kadınca bir başkaldırı
olarak ortaya çıkışını simgeleyen bir yapıt haline gelmiştir.
Aynı
özelliklere, 20. yüzyıl başlarında Jean Rhys’in Jane Eyre’e bir bakıma nazire
olarak yazdığı Geniş, Geniş Bir Deniz romanında da rastlanır.
Charlotte
Perkins Gilman’ın 1892’de kendi yaşamından esinlenerek yazdığı Sarı Duvar
Kâğıdı ise erkek ağırlıklı, kontrolcü tıbbın temsilcisi doktor eşinin baskısına
ruhsal dengesizlikle karşı koymaya çalışan bir kadının yaşadıklarını ve
duygularını dile getirir.
Gönül Bakay’ın Delirtilen Kadınlar kitabı,
çağdaş yazarların da yapıtlarına yer verdiği analizleriyle, “kadın deliliği”ne
ilişkin kapsamlı ve ilgi çekici bir derlemeyi okurla buluşturmaktadır.
Delirtilen Kadınlar - İngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kadın Deliliği / Gönül Bakay / Kırmızı Kedi / 352 s.
En Çok Okunan Haberler
- Kılıçdaroğlu'na 'Meral Akşener' yanıtı
- 'Hadi gelin kapatın!'
- Yeni dönem başlıyor: Taksi, otobüs, dolmuş...
- Bir sonraki ve en büyük ekonomik patlama...
- Ulaşım durma noktasına geldi!
- Tarihi geçmiş ürün satan zincir market şubesine mühür
- Ünlü kebapçının kardeşi 20. kattan aşağı düştü!
- İl başkanı hayatını kaybetti!
- Kayyum belediyeyi kapattı!
- Fenerbahçe Kayseri'de gol oldu yağdı!