‘Değişimin heyelanı her yerde!’
Hayalet Yeşeriyor (Ve Yayınevi); “adalet, eşitlik, kültür düzeyi yüksek bir toplum, sanat yaratısının baş tacı edilmesi, kadın erkek eşitliği, ataerkilliğin, savaşların, din savaşlarının, sömürünün son bulması, teknolojinin insanlık yararına kullanılması” gibi değerleri pusulası kılmış şair Gülseli İnal’ın hem yeni kitabı hem manifestosu! Şiirlerinde varoluşsal sorunları, felsefi, mitolojik ve metafizik düzlemde kurduğu özgün, fantastik bir dil evreniyle ele alan Gülseli İnal ile birer hayalete dönüştüğünü, unutulduğunu imlediği tüm bu değerlerle harmanladığı yeni kitabı Hayalet Yeşeriyor çevresinde şiiri, evreni, kadim geçmişi ve tüm hayaletleriyle beklenen geleceği konuştuk.
Fotoğraflar: ÇERKES KARADAĞ
Hayranlık duyduğu evrensel sistemin bir parçası olduğumuz gerçeğinden hareketle doğanın dilini Hermetik bir duyumsayışla çözümleyen, kadim kültürlerle köklenen, kadim şehirlerin buğusunu duyumsayan/duyumsatan, şiirinde kendi mitolojisini de yaratmış bir şair Gülseli İnal.
Şiirlerinde varoluşsal sorunları, felsefi, mitolojik ve metafizik düzlemde kurduğu özgün, fantastik bir dil evreniyle ele alan; ilk şiir kitabı Sulara Gömülü Çağrı‘dan (1985) bugüne şiirini ayrı bir hat olarak belirginleştiren İnal, yeni şiir kitabı Hayalet Yeşeriyor ile okuyucuyu benzersiz şiir dünyasına davet ediyor.
‘21. YÜZYILIN MİRASI: YOZLAŞMIŞ ÖLÜ DÜNYA!’
- Tsoar, Adma, Tseboım, Sodom... gibi efsanevi havza kentlerini geride bırakıp yolumu dağ zirvelerine çeviriyorum” ifadenizle okumaya başlıyoruz yeni kitabınız Hayalet Yeşeriyor’u.
Dağ zirvelerini, yapıtın bütününe yansıyan renkleri, doğayı, o çok sevdiğinizi bildiğimiz manzaraların içsel yansısını konuşmadan önce o ‘geride bırakılan’ı anlatmanızı rica ederek başlamak isterim söyleşimize.
Muhteşem, matematiksel, geometrik temelli, yeryüzündeki bütün canlıların kodlanmış olduğu bir kâinat içinde yaşıyoruz.
Mezopotamya’da, Güney Amerika’da çağlar önce ilk şehirleri kuran insanlar evrenin yasalarına göre yaşıyorlardı. Zihinsel kavramları; doğaya sevgiyle yaklaşmak her canlıya saygı duymaktı.
İlk uygarlıkların insanları doğayı tapınak haline getirmişlerdi ve onun canlı olduğunu biliyorlardı. Hitit uygarlığı bireyleri savaşmayı bile bilmiyorlardı. Yalnızca bir kez Mısır’la savaştılar hepsi o kadar.
Günümüzde ise bize “geride kalan” Nominalist kültürün kozmik imge sistemini kuşatmış olan Sympatheıa öğretisini deşifre edersek; insanın konumunu kâinat içinde açıklayan muazzam büyüklükte devasa bir sistemin içinde yaşadığımız görürüz.
Sümer, Mısır uygarlıklarındaki insan doğaya saygılıydı. Oysa Modernizim süreçleri boyunca Kartezyen bir referans noktasına insanlık kilitlenmişti. Bu algı biçimi de bölünmelere, vahşete, adaletsizliklere yol açarak felaketler yarattı.
Öte yandan bugün bize miras kalan parçalanmış, tüketilmiş bir doğanın başkaldırışını izliyoruz. Ve asırlar sonra ilk kez onun canlı olduğuna tanıklık yapıyoruz. Dört elementi parçalayan insan; bugün Dual Kartezyen dünya görüşünün yıkıntılarıyla baş başa.
21 yüzyılın mirası; savaşlardan harap düşmüş, yağmadan nasibini almış, birbirini durmadan öldüren toplumun yozlaşmış ölü dünyası. Ben kadim şehirlerin buğusunu hâlâ hissediyorum.
‘EVRENSEL SİSTEME HEP GÜVENDİM’
- Yaprağı, ağacı, hayvanı, insanıyla doğanın halkının bileştiği şiirleriniz doğaya, doğamıza nasıl bir tanıklık, nasıl bir yakın plan?
Evrensel sisteme her zaman hayranlık duydum ve ona güvendim. Doğa hem real hem Hermetik bir dil taşıyor. Bizler onun bir parçasıyız.
Modernizim süreçleri boyunca yaşanan dual dünya algısındaki gibi “Sadece ben varım, karşımdaki cansız doğayı ben yönetirim, istediğim gibi kullanırım, yıkarım, yakarım, dağıtırım, ben yeryüzünün sahibiyim” tavrı dünyayı felaketlere sürükledi. Bu düşünce tarzı Faşizimdir.
Dış dünyayı ölü kabul etmek gibi insanoğlu çağlardır büyük bir yanlışın içindeydi. Oysa yıldızlarda olan maddelerden bizim yapı taşlarımızda da var, genlerimiz de olan maddeler evrenin en uzak galaksilerinde de var.
Çocukluğum yemyeşil çayırlar, kristal mavi deniz, ormanlar, bayırlar, dağlar, uçurumlar arasında geçti ve doğayla haşır neşir bu yaşam onu keşfetmemi sağladı.
‘DUAL DÜNYA GÖRÜŞÜ GERİDE KALIYOR’
- Son bir yılda yazdığınız şiirlerden oluşan Hayalet Yeşeriyor’un salgın ile kaçınılmaz etkileşimini sormamak olmaz. İnsanlığa ilişkin bu eşikteki gözlemleriniz, değerlendirmeleriniz nelerdir?
Bebek bir çağ ihtiyarlamış bir çağın içinde doğuyor. Yeni oluşan bu çağda artık eskimiş değerlere yer yok. Zamanların ruhu devrede; hayaletleşmiş arafta bekleyen eski kadim değerler yeniden gündeme geliyor.
Bu oluşumu çoğu kimse fark etmiyor bile çünkü eskinin yıkılışı felaketlerle gerçekleşirken yeni çağın değerleri; adalet, eşitlik, erotizm, paylaşımcılık; yaprakları sararmış koca gövdeli bir ağacın yemyeşil filizleri gibi uç veriyor yani yeşeriyor.
Pandemiyle yaşamlarımız durduruldu. Her yeri safsata sardı. Spekülasyonlardan geçilmiyor. Toplumca yaşadığımız bu aşamada, herkes kendi içinde hesaplaşma yapmaya başladı.
Bu insanlığın üçüncü bilinç boyutundan beşinci bilinç boyutuna geçişin başlangıcıydı. Bilinçlerde aydınlanma sürüyor, sürecek… değişimin heyelanı her yerde…dual dünya görüşü geride kalıyor.
‘YENİ ÇAĞ, EŞİTLİK İLKESİYLE GELİYOR’
- Tam da bu bağlamda hayra ve şerre yol alan o ‘yeşeren’i, o ‘hayalet’i anlatırsanız neler söylersiniz?
Birer hayalete dönüşmüş unutulmuş değerler: Adalet, eşitlik, paylaşımcılık… Toprakların ortak kullanımı, sınırların kalkması, rekabetin yaşanmaması… Milliyetçilik adına savaşların, din savaşlarının, erkek-kadın mücadelesinin hiç olmaması… Kültür düzeyi yüksek bir toplum, sanat yaratısının baş tacı edilmesi, kadın erkek eşitliği, ataerkilliğin son bulması… Ülkelerin birbirine düşmanlığının sona ermesi… Teknolojinin insanlık yararına kullanılması, bilgi toplumu aşamasına gelmek… Sömürünün son bulması, Dünya’nın herhangi bir yerinde keşfedilen değerli maddelerin tüm insanlığa ait olması…
- Şiirde ve toprağı yaşamda yeni janr nasıl belirginleşiyor sizce?
Yeni çağ, eşitlik ilkesiyle geliyor. Başkasının yaşamına saygıyla geliyor. Şimdiye dek yaşamda yatay hafıza kullanıldı, yeni çağda; sonsuz yeni bilgi içeren ve düzeylerden oluşan dikey hafıza devreye girecek.
ŞİİRİMİN TEMALARI; TİRANLAR, KİRLENMİŞ SİYASET, DİN SAVAŞLARI, KADINA BASKI…
- Bir şair olarak sizi en önce harekete geçirenleri; başta kadın, adalet, eşitlik olmak üzere aşk, huzur, savaş, tiranlar, sabır, ölümün eşiğinde zalimle kıyasıya mücadele olmak üzere şiirlerinizin toplumsal temalarını, temas ettiği küresel, kitlesel sorunları ve düşlere varan umutları anlatır mısınız?
Nedir bu dünyanın hali? Bu nasıl bir uygarlık böyle. Dünya’da yaşananlara uygarlık diyebilir miyiz?
Tiranlar, diktatörler, demokrasiyi dillerine pelesenk yapıp topluma eziyet edenler, zorbalar, parataparlar, parababalarının doymak bilmeyen açgözlülüğü, kirlenmiş bir dünya siyaseti, inançları politikaya alet edenler, sanat yaratısını politikaya alet edenler, büyük iblisler, küçük iblisler, durmadan nefret ve kin yaratanlar, dünya toprağını paylaşamayanlar, gizli din savaşları, kadınları hiçe sayan faşistler, siyasi uşaklar, siyasi köleler…
Dünya toplumları aşırı kirlenmiş bu noktaya nasıl geldi? Kadın cinsine yapılan baskı, ataerkillerin çürük mantığı hepsi şiirimin temalarıdır.
‘AKILLA DEĞİL ESİNLE ŞİİR YAZIYORUM’
- Efsanevi, kadim kültler birer motif olarak değil, epik dokuda daha belirgin birer özne olarak yer buluyor bu kertede.
Nanes gibi, Gaia gibi o kahramanlara, bugünün aynası da olagelen çok uzak geçmişlere, okuyucuyu da dahil ettiğiniz içsel seslenişler, kimi serzenişler, mevsimine, kahramanına özgü esinlerle rengârenk bir skala...
Toplumun evvel ezel yaşadığı / yaşayacağı değişimleri / dönüşümleri fantastik bir boyutla bileştirerek, unutulmuş dillerle yoldaşlık da kuran özgün bir dil kurarak yazıyorsunuz.
Bu kendiliğinden oluyor, zihnimin bağlantıları ilk uygarlıklara gidiyor. Sanki oralarda yaşamış gibiyim. Öyle olunca da şimdiki zamanla bağlantı içine girip yazıya dökülüyor.
Ben, akılla şiir yazmıyorum, esinle şiir yazıyorum. Şiirin gelişini hissettiğimde hemen kayıtlıyorum. Düşlediğim dünya ile şimdide yaşadığım olgular bir arada şiire yansıyor.
Zihnimde kurguladığım yaşam ile kadim uygarlıkların ögeleri birleşince böyle bir dile ulaşıyorum. Doğayı, kâinatları inanılmaz güzel ama günümüz toplumlarını çirkin ve çürümüş buluyorum.
‘MANİFESTAL VE HERMETİK BİR DİL KULLANIYORUM!’
- Yapıtlarınızın tümü için geçerli olmakla birlikte bu kitabınızdaki şiirleriniz de doğrudan siyasi değil ama?
Hermetik şiir yazdığımın farkındayım, elimdeki kalem böyle işliyor. Dünyadaki çürümüş siyasetin dilini kullanmak hiç istemem. Ayrıca ben bir siyasetçi değilim.
- İronik değil gerçekçi hatta şiirin duyusallığından kuşkusuz kopmadan, somuta firesiz işaret eden soyut katı gerçekçi bir tavrı olduğunu söylersem ne der şair?
Sonradan fark ettim ki manifestal bir dil kullanıyorum, bu da dilin ritminde bazı sertliklere yol açıyor. Kapalı Hermetik bir dil kullanıyorum ve bunu bilerek belli bir program içinde yapmıyorum. Kendiliğinden, bana gelen şiirin mayası bu. Hızlanmış evrimin çağlayanı beni böyle yönetiyor.
- İçe kapalı şiir ve dışa dönük şiir arasındaki hatta nasıl konumlanır (mı?) Gülseli İnal şiiri?
Şiirlerimin çoğu sessiz birçoğu da sesli. Kendi yazdıklarımı pek değerlendiremiyorum.
‘ŞİİR, EVRENSEL CEVHERE DOKUNMAKTIR!’
- Görsel sanatlarla göbekten bağınızı, iç içeliğinizi, şiirlerinize ve yazılarınıza yoğun yansısını, bu yöndeki veriminizi anlatmanızı da rica ederim.
Küçük yaşta dayımın resim yapmasını izlerdim, özellikle kırmızıyı kullanışını. Çocukluğum yaratıcı insanların arasında geçti.
Orta okula başladığımda yandaki bina Güzel Sanatlar Akademisi’ydi. Her öğle tatilinde Akademiye kaçıp ressamların atölyelerini dolaşırdım. Üzerinde okul forması küçük bir kızı hiç kimde önemsemezdi o sıralarda. Komet’in, Utku’nun çalıştıkları atölyelerdeki boya kokusunu hiç unutmuyorum.
Her öğle saatinde Akademi’deydim. İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandığımda da Güzel Sanatlar Akademisi’ne koşarak gidiyordum.
Zamanla Türk resim sanatının Fantastik Kuşağıyla yakın dost oldum. Burhan Uygur, Utku Varlık, Alaettin Aksoy, Mehmet Güleryüz, Komet arkadaşlarım oldu.
- Yeni tasarılarınızı sorarak bitirelim söyleşimizi?
“Ben yarın şiir yazmalıyım” gibi bir tasarımım hiç olmadı. O nedenle ne yazacağımı hiç bilmiyorum. Şiir gelir kayıtlanır ve gider. Sonra yeniden gelir. Seni yakalar ve bırakmaz. Şiir evrensel cevhere dokunmaktır.
Hayalet Yeşeriyor / Gülseli İnal / Desenler: Ergin İnan / Ve Yayınevi / 144 s. / 2021.
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Fatih Altaylı ve İsmail Saymaz'a soruşturma
- Mahruki yine yandı
- AKP’li belediyeden bir ayda 33 konser
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- Tıp fakültelerinde kadavra krizi
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- Fakülteyi kâğıt üzerinde kurmuşlar!
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı