Cüneyt Tanman'dan Türk futbolu için acı reçete: Politize olmuşlar

Galatasaray ve milli takımın eski yıldızı Cüneyt Tanman, " gerek federasyon gerek kulüpler popülist eylemlerle yönetiliyorlar. Türk futbolunu yönetenler biraz politize olmuş durumdalar" dedi.

Cüneyt Tanman'dan Türk futbolu için acı reçete: Politize olmuşlar
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 14.09.2021 - 09:02

O Galatasaray ile özdeşleşmiş bir isim. 19 yıl formasını giydi. 1986-87 sezonunda 14 sonra sarı kırmızılılar şampiyon olurken takım kaptanıydı. Galatasaray Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finale yükselirken kadronun değişmez ismiydi. Futbolu bıraktıktan sonra Hem Galatasaray hem Türkiye Futbol Federasyonu yönetiminde görevlerde bulundu. Sarı kırmızılı takımın unutulmaz isimlerinden Cüneyt Tanman, sorularımıza 'maskesiz' yanıtlar verdi.

-Çocukluk yıllarınızda futbol kadar yüzmeye merakınız vardı sanırım.

Evet...Futboldan önce o zamanki adıyla Yeşilyurt Deniz Kulübü'nde yüzüyordum. Basketbol ve voleybol oynuyordum. Yani futboldan başka diğer spor branşlarına da ilgi duyuyordum.

- Futbolculuk yönünüzü kim keşfetti peki?

O dönem Galatasaray futbol takımı, Yeşilköy'deki Çınar Oteli'nde kamp yapardı. Biz de otelin yakınındaki sahada top oynardık. O sıralarda Galatasaray yöneticisi Turgan Ece'nin oğlu Ahmet abi beni beğenmiş. Daha sonra babasına söyleyip Galatasaray genç takımına beni istediler. Lisansım Yeşilyurt'ta olduğu için birkaç aylığına bir amatör kulübe gittim. Ardından Galatasaray genç takımında oynamaya başladım.

- Galatasaray'a ilk geldiğinizde hangi pozisyonda oynuyordunuz?

Orta saha olarak başladım. Genç takım süresince orta saha oynadım. Derwall döneminde Mustafa Denizli vasıtasıyla stoper oynamaya başladım. Bazen sol bek ve santrafor da oynadım. Ama stopere geçtikten sonra performansım arttı.

"BİZİM JENERASYON KALICIYDI"

-17 sene Galatasaray'da forma giydiniz. Sadece 1 sezon Giresunspor'da kiralık oynadınız. Bu istikrarlı performansı neye borçlusunuz?

Genç takımı da sayarsak 19 sene... O dönemler çok farklıydı tabi. Bir kulüpte uzun süre oynamanın bir kıymeti vardı. Altyapıdan yetişmek çok önemliydi. Son yıllarda bu kayboldu. Hep yabancı oyuncular ön plana çıktı. Sürekli değişen kadrolar var şu anda. Yerli oyuncular, yeterince görev alamamaları nedeniyle bir takımda uzun süre oynama şansları azaldı. Muslera'yı bir kenara koyarsak yabancılar da artık uzun süre aynı takımda kalamıyor.

-Sizin döneminizde de kulüp değiştiren yerli oyuncular vardı.

Vardı ama büyük kulüplere mâl olmuş isimler kulüp değiştirdiği zaman; hele birbirlerine gittiği zaman olay oluyordu.

-İlyas Tüfekçi, Tanju Çolak, Hasan Vezir ve Semih Yuvakuran gibi...

Evet, o tarihlerde kulüp değiştirmek bize ayıp geliyordu. Sanki kulübe ihanet ediyoruz gibi bir duygu vardı. Onun için aklıma bile gelmedi. Sonra Galatasaray kulübünün Türk futbolundaki yeri başka. Şimdi öyle bir kulüpte oynarken ve genç takımdan çıkıp kaptanlığa yürüyen biri olarak başka bir takıma gitmek aklımın ucundan geçmedi açıkçası. Belki Avrupa olabilirdi. Ama o dönemde menajerlik sistemi ve Avrupa'da tanınırlık açısından sıkıntılar vardı. O yüzden öyle bir şey olmadı.

-14 yıl aradan sonra gelen şampiyonluk sevincinde siz de vardınız. O şampiyonluk nasıl geldi?

Kaptandım! Bir sene önce ligi namağlup bitirdiğimiz halde averajla şampiyonluğu kaçırmıştık. Derwall, geldikten sonra iki kış içindeydik biz. Mustafa Denizli de vardı. Takımda iyi transferler de oldu. Avrupa'da başarılı olmaya ve Milli Takım'a da birçok oyuncu vermeye başlamıştık. Yani birçok gösterge iyiydi. O sene şampiyonluğu yakaladık. Arkasından tekrar şampiyonluk yaşadık. Hakikaten o 14 yıl tatsız geçti. Ben o geçen başarısız dönemde çok gençtim ve olumsuz yönde etkilendim. Ama şampiyonluktan sonra başka sayfa açıldı.

"DERWALL, İLK ZAMANLAR BOCALADI"

-Galatasaray'ın elde ettiği o tarihi şampiyonluğunda Jupp Derwall takımın başındaydı. Derwall'in diğer hocalardan farkı neydi.

Çok kariyerli bir hocaydı. Onun ismi hem Galatasaray camiasını hem de başka takımları etkiledi. Karizmatik bir teknik adamdı. O anlamda çok büyük katkısı oldu. Galatasaray'ın dünya çapında tanınmasında önemli rol oynadı. O geldiği için iyi oyuncular alındı. Fakat ilk zamanlar o da bocaladı. Alman Milli Takımı'ndan gelip Türkiye'ye adapte olmak kolay değil tabii. Hatta Derwall, ilk zamanlarında taraftarın tepkisini çekmiş antrenmanlarda protesto edilmişti. Bunlar hatırladığım önemli vakalardı.

-Derwall'in disiplin tarafı mı yoksa taktik yönü mü ağır basıyordu?

İlk geldiği dönem ben dahil bazı futbolcularla problemleri oldu. Ama uyum süresini atlattıktan sonra herkes birbirini tanıdı. Başarıya giden yol açıldı. Ben çok antrenörlerle çalıştım. Derwall'in müthiş bir teknik dehası yoktu. Pek fazla yenilikler getirmedi. Mustafa Denizli'nin ona çok katkısı oldu. Birlikte iyi ikili oldular. Takımda kalite vardı. Sahalar toparlandı. Florya'da toprak sahadan çim sahaya dönüldü. Yani her anlamda kalitemiz arttı. Bu da bize şampiyonluğu getirdi.

-Galatasaray'ın Avrupa'daki yarı final zaferinden sonra 'Mustafa Denizli, Derwall'in mirasını yedi' şeklinde yorumlar yapılıyordu. Siz ise o günleri farklı açıdan değerlendirdiniz.

Mustafa Denizli'nin şöyle katkısı oldu; Derwall'in başlangıçta daha bir Alman katılığı vardı. Her şeye sert bakıyordu. Mustafa Denizli, ona Türk futbolcularına nasıl davranılması gerektiğini anlattı. Derwall'in uyum sürecinde Türk futbolunu iyi bilen Mustafa Denizli'nin rolü önemliydi. Çoğu zaman yabancı hocalar yardımcılarını dinlemez. Başlangıçta Derwall de öyleydi. Fakat sonuçlar kötü olunca Mustafa Denizli ile birlikte hareket etmeye başladı. Yani Mustafa Denizli, Derwall'in mirasını yedi demek doğru değil. Ama Derwall gibi bir markayla antrenörlüğe başlamak Mustafa Denizli'ye çok büyük katkı sağladı. O anlamda mirasına da sahip çıktı.

Avrupa Şampiyonlar Kulüpler Kupası'nda yarı finale çıkma başarısı gösteren takımın kaptanıydınız. O günleri kısaca anlatır mısınız?

Derwall ve Mustafa Denizli ile birlikte biz de farklı düşünmeye başlamıştık. Yurt dışıyla daha çok temasta bulunuyorduk. Sezon başı kamplarını Avrupa'da yaparak oradaki takımlarla hazırlık maçları oynadık. Türk futbolcusu olarak Avrupa takımlarını yenebileceğimize dair inanç ve güven geldi. Hatırlarsanız o tarihlerde Ali Sami Yen'e gelen her takımı baskı altına alırdık. PSV Eindhoven, Neuchatel, Rapid maçı...Bunların hepsi etkili olduğumuz maçlardı. Sonuçta yarı final geldi.

"ALT YAPI UNUTULDU, TÜRK FUTBOLU BİTTİ"

-Galatasaray, UEFA ve Süper Kupa'yı kazandıktan sonra Avrupa'da kendisinden beklenen başarıya ulaşamıyor. Bunun sebebi sizce nedir?

Bunun tek bir sebebi yok. Bütün ülkenin genel atmosferiyle ilişkili bir şey. Bizim dönemde böyle 14 yabancı yoktu. Alt yapılarda imkansızlıklara rağmen oradan çıkarılacak oyuncuların önemi vardı. Şimdi artık har vurup harman savurma dönemi söz konusu. Taraftar mutsuz. Sürekli yıldız istiyor. Bu nedenle sürekli kadrolar değişiyor. Bu da kadro istikrarsızlığına yol açıyor. Türk futbolunun iyi yönetilmediği bir gerçek. Bütün kulüpler mali anlamda bataklığa sürüklendi. Bizim dönemde Süper Lig'de oynayan kulüpler şu anda piyasada yoklar. Kısacası Avrupa'daki başarısızlığı kötü yönetime bağlıyorum.

-Bu problem nasıl çözülür?

Türkiye genel anlamda düzelirse futbol da düzelir. Çünkü gerek federasyon gerek kulüpler popülist eylemlerle yönetiliyorlar. Türk futbolunu yönetenler biraz politize olmuş durumdalar. İşi bilenlerin yönettiği bir futbol yok. Mesela basketbol ve voleybolda daha başarılı sonuçlar alıyoruz. Orada insanların belirli bir programı uygulama şansına sahip. Ama futbolda o rotayı maalesef tutturamadık.

"HERKES GÜNÜ KURTARMAYA BAKIYOR"

-Futbolun başında futboldan gelen bir başkanı ne zaman göreceğiz?

Ben Galatasaray'da da Türkiye Futbol Federasyonu'nunda da yönetimlere girdim. Örneğin federasyonda seçim falan deniyor ama öyle değil. Atanmışlar geliyor. İşaret edilmeden gelmeleri zor. Kulüplerde de yönetimler günü kurtarmaya çalışıyorlar. Sürekli borç alıp transfer yaparak olayı götürmeye çalışıyorlar. 3-5 yıllık uzun vadeli planlar yapıp, kulübünü yönetenleri çok az gördük.

"VİTRİN SÜSÜ OLACAK ADAM DEĞİLİM"

-En son 2017 yılında Galatasaray'da Sportif Direktör olarak görev yapmıştınız. O dönem niçin istifa etmiştiniz.

Futbolu bıraktıktan sonra yönetimin içinde olduğunuz zaman adınız sportif direktör de olsa herhangi bir fonksiyonuz olmuyor. Sadece görüntü olarak sporun içinden gelen insanları oraya koyuyorlar. Kararları yine en üst kademe alıyor. Başkan ne derse, kimlerle arası iyiyse; ara sıra aile de işin içine giriyor. Bizim Galatasaray'da Dursun Özbek ile yaşadığımız olay oydu. Başlangıçta, seçimlerde vitrine koyuyorlar. Seçim bittikten sonra kendi kafalarına göre yönetmek istiyorlar. En son Dursun Özbek ile yönetime girdim ve artık bu işin olmayacağını çok net olarak gördüm. Çünkü ben liderlik vasfı olan bir insanım. Yıllarca kaptanlık yaptım. Bir işe yaramadığımı hissettiğim zaman mutsuz oluyorum. Ortalıkta bir işe yarıyormuş gibi dolaşmanın da bir anlamı olmuyor. Öyle bir pozisyon olduğu için bu işi yapmamaya karar verdim ve noktayı koydum. Medyada da yokum. Hiçbir tarafla ilgilenmiyorum şu anda.

-Galatasaray'da Kerem Aktürkoğlu ile Marcao arasında yaşanan kavgayı ve nihayetindeki barışma olayını nasıl yorumluyorsunuz? Siz sportif direktör olsaydınız hangi kararı alırdınız?

Takımlarda bu tarz istenmeyen olaylar oluyor. Fakat bu çok bariz oldu. Olay sahanın ortasında cereyan etti. Geçmişte soyunma odalarında veya idmanlarda tartışmaların yaşandığı dönemler olmuştur. Ama bu Galatasaray'da yaşanmaması gereken bir olaydı. Özellikle Marcao'nun o hareketi yapması affedilecek bir şey değildi. Ben olsaydım demenin bir anlamı yok. Çünkü oradaki şartları bilmiyorum. Kerem de Marcao da Galatasaray'a lazım oyuncular. Transferleri var, sözleşmeleri var. Onların hepsini bir araya getirdiğiniz zaman buradan karar verme şansınız yok. Yönetici konumundayken farklı bir tablo ile karşılaşıyorsunuz. 

-Disiplini ve sert mizacı ile tanınan Fatih Terim'e rağmen her iki futbolcunun saha içinde kavga etmesi ilginç değil mi?

Valla bir şey söyleyeyim...Fatih Terim disiplini ile anılıyor da; (Gülerek) en çok sahadan atılan teknik adam da Fatih Terim biliyorsun. Demek ki yönetenlerin yanlış yaptığı bir iklim var. Bir defasında 9 maç ceza aldı. Yine 7 maç ceza aldığı dönemler var Fatih Terim'in...Onun için Marcao, niye disiplinli bir hocanın döneminde bunu yaptı demek çok önemli değil. O oyuncunun karakteri ve yapısıyla alakalı bir durum. İyi profesyonel olamamakla ilgili. Bu af konusu spor kamuoyunun beklentisine uymadı. Çünkü herkesin gözü önünde çok aleni bir olay yaşandı.

-A Milli Takım'dan bahsedelim. 6-1'lik Hollanda yenilgisinden sonra Şenol Güneş ile yollar ayrıldı. Sizce yerinde bir karar mı?

6-1 tabii ki çok kötü bir skor. Bu maçtan önce de tatsızlık vardı. Euro 2020'de yaşanan başarısızlık gibi...Yani görünen köy kılavuz istemiyor. 6-1 bunun finali oldu. Futbol sonuç oyunu. Başarınız aldığınız neticelerle orantılı. Şenol Güneş, 2002 Dünya Kupası'nda başarılı olmuştu. Fakat bu milli takımla başarılı olamadı. O bakımdan bir şeyler ters gitmeye başladı. Futbol dünyası da Şenol Güneş'e tepki gösterince bazı şeyler ister istemez kopma aşamasına geliyor. Şenol Güneş için kaçınılmaz bir son oldu. 6-1'lik mağlubiyet gerçekten bir teknik direktörü götürebilecek bir skordur. Uzun seneler böyle bir yenilgi yaşanmamıştı. Üzücü tabii. Şenol Güneş önemli bir değerdi. Milli takımda daha başarılı olmasını isterdim.

"MİLLİ HOCALAR O KADAR PARA ALMAMALI"

-Şenol Güneş'in yanı sıra ondan önce milli takımlarda görev yapan teknik adamların maaşları tartışma konusu oluyor. Bu konuşulan maaşlar sizce de yüksek mi?

Milli takımda maaşları ben de fazla buluyorum. Benim dönemimde de çok yüksek rakamlar vardı. Mesela alt yapının başında Ersun Yanal vardı. Hiddink vardı. Çok önemli rakamlar alıyorlardı ve ayrılırken de ciddi tazminatlar ödendi. O bakımdan ben milli takımlarda özellikle Türk ise bu rakamların fazla olduğunu düşünüyorum. Milli takımlarda görev yapmak farklı bir şey. Evet kulüplerde alabilirsin. Örneğin 2-3 milyon alan yabancı hoca varsa yerlinin de kulüplerdeki piyasası o rakamdır. Ama milli takıma gelen teknik adam normal bir kulüpte alacağının en fazla yarısını almalıdır diye düşünüyorum.

-Şenol Güneş'in yerine düşünülen adaylar arasında Löw'ün yanı sıra Rıza Çalımbay, Okan Buruk, Aykut Kocaman, Fatih Terim ve Mustafa Denizli gibi isimler geçiyor. A Milli Takım hocalığı için gönlünüzden geçen bir isim var mı?

Ben yine yerliden yanayım. Fatih Terim ve Mustafa Denizli'yi bir tarafa koyuyorum. Onlar yeterince Türk futboluna emek verdiler. Artık gençlerin gelmesinde fayda var. Genç derken tabii ki belli bir tecrübeye sahip olan isimlerden bahsediyorum. Milli takım farklı bir yer. Kulüp takımı gibi değil. İnsanların saygı göstereceği, seçilen oyunculara sözünü dinletecek, derdini anlatacak, onları inandıracak bir teknik direktöre emanet etmek lazım. 

"SADECE GURBETÇİLERLE BU İŞ YÜRÜMEZ"

-Yani bir isim veremiyorsunuz?

Hayır... Orada iyi çalıştırmaktan ziyade iyi seçici ve yönetici olmak önemli. Milli takım, sürekli beraber olduğunuz bir ortam değil. Yerli oyuncu yerine sürekli lejyonerlerle gidiyoruz. Almanya ve Hollanda gibi Avrupa'nın yetiştirdiği oyuncularla gitmeye çalışıyoruz. Biz önce alt yapıları iyi yönetip oradan oyuncu çıkışını teşvik etmeliyiz. Mesela bizim Hollanda gibi oyun karakterimiz yok. Tesadüfe dayalı bir düzenimiz var. Hem oyuncu seçiminde hem sahadaki uygulamada yerleşmiş bir planımızın olmadığını görüyoruz.

"YARDIMCI ANTRENÖRLERİ FEDERASYON BELİRLİYOR"

-Bir de milli takımlarda yardımcı hocalarında yeterli düzeyde olmadığına dair görüşler var.

Teknik direktörler bile çoğu zaman kendi yardımcılarını seçemiyor ki! Bazı yardımcı antrenörlerle çalışması dayatılıyor. Şartlar da koşulabiliyor. Tabii ki teknik adamlar anlaşabileceği yardımcılarla çalışmak ister. Dediğim gibi 7-8 kişilik kadrosu varsa hepsini kendisi seçmeyebiliyor. Federasyonun istediği yardımcılarla çalıştığı dönemler olmuştur.

-Siz TFF Başkanı olsanız ilk icraatınız ne olurdu?

Valla hiç niyetim yok TFF Başkanlığı'na falan...Zaten o tarz niyetim olsaydı oralara oynardım da. Hele şu anda hiç öyle bir düşüncem yok.

-Galatasaray başkanlığı içinde mi bir düşünceniz yok?

Hayır, yok...Ben futbolla ilgilenmeme konusunda bir karar aldım. Bunun da arkasındayım. Maçları bile izlemiyorum. İlk defa bu sene Galatasaray'ın 90 dakikalık maçlarını seyretmeye başladım. Geçen sene hiç izlemedim. Hele Galatasaray'ı 11 yabancı ile sahada görünce maçlarını izlemeyi bırakmıştım.

"MİLLİ TAKIM'I EN ÇOK SERGEN YALÇIN HAK EDİYOR"

-Yeni jenerasyondan beğendiğiniz teknik adam var mı? Mesela Sergen Yalçın çıktı ve geçen sezon Beşiktaş'ı şampiyon yaptı.

Sergen'i çok başarılı buldum. Kalitesi bir tarafa futbolculuk döneminde birçok hatalar yapmış bir oyuncudur. Ama teknik direktörlük çizgisini beğeniyorum. Çok iyi gidiyor. Futbolu çok iyi bildiği bir gerçek. Oyuncu seçimlerinde katkısı vardır diye düşünüyorum. Sadece yöneticilerin aldığı oyuncularla yürümüyor. Kendi istediği oyuncuları da seçebilme şansı var bildiğim kadarıyla. Hani Beşiktaş'ta olmasa Milli Takım'ı niye yönetmesin? Sergen bu başarısıyla tam milli takımlık hoca olur.

"TERİM'E DEĞİL DENİZLİ'YE BENZETİYORUM"

-Beşiktaş, Sergen Yalçın ile kendi Fatih Terim'ini buldu diyenler var. Sizin yorumunuz nedir?

İkisinin yapıları ayrı. Sergen'i daha çok Mustafa Denizli'ye benzetiyorum. Tarz olarak. Yani disiplin anlayışları, oyuncularla ve taraftarla ilişkileri itibarıyla biraz daha Mustafa Denizli'ye benziyor. Fatih Terim, çok daha farklı bir teknik adam. Hepsi de başarılı tabii.

-Şimdi yine geçmişe dönelim. Futbolculuk kariyerinizde unutamadığınız maç veya gol var mı?

Neuchatel maçı...Maç öncesi ve sonrası bayağı ses getiren bir müsabakaydı. Aynı şekilde Monaco maçını unutmak mümkün değil...Steau Bükreş'e İzmir'de attığım gol ise anlamlıydı benim için. Gerçi eleyemedik onları. Sonra Rapid Wien'e attım. Bir de Ankara'da Şekerspor ile hazırlık maçı oynuyorduk. Uzun mesafeden bir gol attım. 40 metre civarından...O gol beni A Milli Takım'a götürdü. Metin Türel döneminde ilk kez A milli oldum. A Milli Takım'daki kariyerim o golle başladı.

"BEŞİKTAŞ'I KENDİMİZE DAHA YAKIN HİSSEDERDİK"

-Fenerbahçe ve Beşiktaş derbilerinden hangisi sizde daha fazla baskı oluştururdu?

Fenerbahçe derbisi tabii... O derbinin önemi ayrıydı. Halen öyledir. Beşiktaş'la bile yarışsak; mesela benim şampiyonluk yaşadığım senelerde hep Beşiktaş ile yarıştık. Ama Fenerbahçe derbileri daha çok ses getirirdi.

-Bunun sebebi nedir?

İki camia arasında rekabet daha fazlaydı. Beşiktaş'ı kulüp olarak kendimize daha yakın hissederdik. Yani orada oyuncuların yapısı; Metinler, Aliler, Feyyazlar falan hep daha farklı gelmiştir bize. Fenerbahçe ile sürekli itişme kakışma olmuştur. Veteran maçlarında bile hır çıkmadan olmazdı.

"EN ÇOK RIDVAN'DAN ÇEKİNİRDİM"

-Zorlandığınız rakip oyuncular kimlerdi?

Rıdvan (Dilmen) vardı. (Gülerek). Çok tehlikeli oyuncuydu. Çok çabuk, ani dönebilen, hızlanan ve aynı zamanda çok zekiydi. Saha içinde oyun zekası yüksekti. Onu tabi oynatan oyuncular da vardı. Fenerbahçe'de Oğuz (Çetin), Sarıyer'de Çelebiç. Rıdvan'ın nereye koşu yapabileceğini iyi biliyorlardı. Rıdvan da onlardan  faydalandı. Rıdvan, en çekindiğim oyuncuların başında geliyordu.

-Pişmanlık duyduğunuz veya keşke bunu yapmasaydım dediğiniz bir olay var mı?

Evet var...Futbolu bıraktıktan sonra Mustafa Denizli A Milli Takım'a gelmişti. Bana 'Eşofman mı elbise mi?' diye sordu. Ben elbiseyi seçtim. Eşofman seçseydim belki farklı olurdu. Benim için en büyük keşke o. Yani elbise ile istediğim şeyleri yapamadım. Çünkü yeterince kulüplerde yönetici oluyor zaten. 15 yönetici sizin yaptığınız işi yapmaya çalışıyor. O bakımdan orada yanlış bir tercihte bulundum.

"VİTESİ BOŞA ATTIM GİDİYORUM"

-Gelecekle ilgili bir planınız veya beklentiniz var mı?

Hayır yok...Vitesi boşa atıp gidiyoruz. (Gülüyor) Futbolu bıraktıktan sonra hobilerim oldu. iki kere yelkenli ile Fransa'dan geldim. Biraz denizde maceralarım oldu. Kendime öyle bir alan açtım. Bir dönem de kayak yapıyordum. 2006'dan sonra yelken tutkusu başladı. Futboldan sonra kendime bir meşgale buldum yani. Şimdi karadayım. Ne zaman denize çıkacağım belli olmaz. (Gülüyor)

Kaynak: Ajansspor


İlgili Haberler