Cennetin Sesi ya da Sessizliği: Sound of Metal

Sound of Metal (Metalin Sesi), yaklaşan Oscar gecesinin de etkisiyle şimdilerde hak ettiği ilgiyi görse de ne yazık ki pek çoğumuzun sinemada izleyemediği için filmin en güçlü anlatı araçlarından ses tasarımına “yeterince” hakim olamadığı talihsiz bir film olacak gibi görünüyor…

Cennetin Sesi ya da Sessizliği: Sound of Metal
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 03.04.2021 - 17:55

Yıllar sonra, küresel bir salgınla geçirdiğimiz bu dönemin sinemasal etkilerinden bahsederken, göremediğimiz veyahut gecikmeli olarak seyrettiğimiz filmlerin yanına muhtemelen izleyebilsek bile ev ortamında gerçek doğasına erişemediğimiz eserleri de ekleyeceğiz… Sound of Metal (Metalin Sesi), yaklaşan Oscar gecesinin de etkisiyle şimdilerde hak ettiği ilgiyi görse de ne yazık ki pek çoğumuzun sinemada izleyemediği için filmin en güçlü anlatı araçlarından ses tasarımına “yeterince” hakim olamadığı talihsiz bir film olacak gibi görünüyor…

Yönetmen Dairus Marder’ın, yıllar süren çabaları ve işitme engellilerle kurduğu temaslar sonucunda kardeşi Abraham Marder ve ödüllü senarist Derek Cianfrance ile birlikte yazdığı Sound of Metal ilk bakışta, bir heavy metal davulcusunun bir anda kaybettiği işitme duyusu ve dolayısıyla değişen hayatına odaklanıyor gibi görünse de durum pek öyle değil. Zira Sound of Metal, anlatısının temelindeki ses tasarımı ile kurgusundaki ayrıntılarla öne çıkan ve bu başarısıyla da Oscar adaylığı elde eden bir film. Öyle ki filmin girizgahında aykırı tarzlarıyla karşılaştığımız davulcu Ruben (Riz Ahmed) ve sevgilisi Lou’nun (Olivia Cooke) verdiği rahatsız edici boyuttaki yüksek sesli metal konserinin hemen ardından sabah yine seslere odaklanan bir plan izliyoruz. Tanıştığımız hallerinin aksine daha sakin bir yaşam sürdüren çiftin sabah sesleri, Ruben’in işitme duyusunu kaybettiği andan sonra duyamadığı ilk “sesler” oluyor ve filmin devamında sıklıkla karşılaşacağımız bu ses kurgusu, Ruben’le bağ kurmamıza olanak tanıyan unsur haline geliyor.

İnkâr olarak nitelendirebileceğimiz işitme kaybını reddettiği ilk bölümden sonra kendisi gibi işitme engellilerden oluşan bir topluluğa katılmak zorunda kalan Ruben’in kabulleniş evresi de bu seçimiyle başlıyor. Her ikisi de ebeveynleriyle problemleri olan ve kendi deyimleriyle bir tür çingene hayatı sürdüren bu karakterlerin yollarının ayrılması ise öykünün ve haliyle Ruben’in yolculuğunun asıl kırılma anını oluşturuyor. Lou ile tanışana dek uyuşturucu bağımlısı olan ancak zaman içerisinde bağımlılıklarını müziğe ve Lou’ya yönelten Ruben, bu süreçte tüm bağımlılıklarını ardında bıraktığı bir yoksunluk içerisine de giriyor aynı zamanda. İsmini yazma biçiminden, alelade bir çöreğe olan tepkisine kadar bir anda değişen hayatına duyduğu öfkesine rağmen “sağırlığı öğrenmeye çalışan” karakterimizle birlikte biz de bir bakıma sağır olmaya başlıyoruz. Seyircinin duyduğu dünya ile Ruben’in dünyasını bu noktada birbirinden ayıran ve bilhassa masa planında, tıpkı Ruben gibi o dünyaya yabancılaşmamızı ve onun işittiği biçimiyle algılamamızı isteyen yönetmen, suyun altında olduğumuz hissiyatı veren uğultularla ve sırttan kamera açılarıyla bu duyguyu destekliyor. 

Kabulleniş evresinin temasına uygun bir biçimde, Ruben’in yeniden doğuşu gibi daha ziyade gün doğumlarını görsel anlatısına eklemleyen film, topluluktan ayrılan karakterimizin yeni hayatını “cennet ve dinginlik” olarak tarif ediyor ki bu hayata geçişinin simgesi olan doğum günü şarkısının sözleri de bu anlamda özel bir önem taşıyor. Topluluğun lideri Vietnam gazisi Joe’nun (Paul Raci) Ruben’le yaptığı konuşmayı finalle bütünleştiren film, böylelikle cennetin sessizliğini yaşamın seslerinden ve karmaşasından uzak bir dünyaya tercih etmeyi öğrenen -ya da zorunda kalan- bir karakterin dönüşümünü an be an onunla birlikte deneyimlememizi sağlıyor.

Bu noktada Sound of Metal’in, öyküsünün kolaylıkla beslenebileceği bir damara rağmen asla melodrama yüz çevirmediğinin ve izleyiciyi salt karakteri anlamak dışında bir sonuca götürme gayreti içerisinde olmadığının da altını çizmek gerek. Duru üslubunu, ana karakterinin sakin ve gösterişten uzak oyunculuğuyla tamamlayan film, Riz Ahmed’in Oscar adaylığı kazanan performansının meyvelerini toplamayı başarıyor. Ekseriyetle gözleri ve beden diliyle hayranlık uyandırıcı bir performans sergileyen Ahmed’in, yedi ay boyunca davul çalmayı ve işaret dilini öğrendiği bilgisini de verelim…

Son olarak, ana karakterleri dışında yer alan oyuncularını tümüyle işitme engelli bireylerden seçen Sound of Metal’in, Riz Ahmed dışındaki en etkili kozunun söz konusu gerçeklik duygusundan kaynaklandığını ve seyircisini bu dünyaya davet etmek yerine, dahil ettiğini de söylemeliyim. Sound of Metal, her yönüyle vaat ettiklerini yerine getiren fakat bundan da öte anlatım tercihleriyle kendisinin “ses hakkında bir film” olduğunu bir an bile unutturmayan bir eser. Amazon Prime’de gösterilen filmi hala izlemediyseniz, hazır Oscar gecesi yaklaşıyorken şans verebilirsiniz…

Puanım: 7.5/10 - basakbicak@gmail.com


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler