Çelik Gülersoy'u Anarken...

Çelik Gülersoy'u Anarken...
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 16.07.2009 - 05:42

Yaşamı boyunca İstanbul’u güzelleştirmek, bu eşsiz kentimizin binlerce yıllık mirasını korumak için insanüstü çaba harcayan, “Kalpaksız Kuvvacı”, bilge insan Çelik Gülersoy’u yitireli altı yıl oldu. 6 Temmuz 2003 tarihi İstanbulluların ve İstanbul’a gönül verenlerin acılı günüdür.

“Gri renk İstanbul’a hiç yakışmıyor” demişti bir söyleşimizde. Ne çok çaba harcamıştı bu güzel kentimizi gri renkten kurtarmak için. Onun önerilerine, yazdıklarına ne acıdır ki kimse kulak asmadı. Toplumumuza yeni bir yaşam biçimini yerleştirmeye çalışan kimi çevreler, vurguncular, kolay para kazanma yolunu seçenler onun girişimlerini engellemek için her türlü çabayı harcadılar.

Çelik Gülersoy, İstanbul’un dört tablodan oluştuğunu yazar. Birinci tablo: Roma ve Bizans, ikinci tablo: Osmanlı, üçüncü tablo: Cumhuriyet, son tabloyu ise “ortada” tanımlarken tarihi yapıları yağmalanan, doğası acımasızca yok edilen bu kentimizin yavaş yavaş elden gittiğinden yakınır.

İstanbul’un en eski semtlerinden biri olan Beyoğlu’nun saymakla bitmeyen çekiciliği, gece gündüz sürüp giden renk dolu yaşamı Çelik Gülersoy gibi beni de her dönemde etkilemiştir. Çelik Gülersoy bir söyleşimizde Beyoğlu’nu şöyle anlatmıştı:

“En sevdiğim şeylerden biri, tenha bir pazar günü Beyoğlu yamacının Tophane’ye indiği meydancıkta bulunmak ve çevreyi teneffüs etmektir. Venedik Sarayı, İtalyan Okulu karşılarında yine öyle bir yapı ve arkada Fransız Mahkemesi’nin yüzü fiyonk- lu, kurdeleli biblo yapısı. Bozulmadan önce bu şehrin ne kadar zengin olduğunu anlamayanlar oraya gitsin. Biraz Roma, biraz Paris. Ama İstanbul’da. O kadar İstanbul ki az ötede Karabaş Camii, selvileri ve basit, sevimli yapısıyla yukarıda belki biraz üşümüş olan ruhumuzu, üstüne nane ufalanmış bir köy çorbası gibi ısıtır.”

Beyoğlu’nda ve İstanbul’da her şey yerli yerinde kalsaydı, bu eşsiz kent günümüzde farklı bir görünüm kazanırdı. Değişim yalnız Beyoğlu’nda değil İstanbul’da da sürüp gidiyor. İstanbullu dostlar da bu baş döndürücü değişimi seyretmekle yetiniyorlar.

Çelik Gülersoy 2009 yılının İstanbul’unu iyi ki görmedi. İstanbul’un günümüzde yankesicilerin, hırsızların, dini pazarlayanların ve kapkaççıların cenneti olduğunu görseydi çok üzülürdü.

Yalnız İstanbul’un değil ülkesinin de sorunlarını kendisine dert edinen Gülersoy’un gönülden bağlandığı Mustafa Kemal için söylediği şu sözlerini nasıl unutabiliriz?

“En ileri toplumların ve ülkelerin bile, ancak birkaç yüzyıl sonunda başarabildikleri bir düzeni Atatürk, olağanüstü iradesi ile, Türkiye’ye birkaç yılın içinde sundu. Hangi ülkede, kanlı bir savaşın hemen ardından, ateşten çıkmış bir komutan, her biri bir barış, sanat ve güzellik bahçesi olan müziğin, tiyatronun, operanın, perdelerini açabilmiştir?”

Kemalizm için de şöyle demişti: “Bu bir ekol değil, bir yoldur, bir sentezdir. Bak, ona gönülden bağlıyım. Çünkü ben o mutlu dönemi yaşadım, gördüm.”

Çelik Gülersoy, her dönemde “gelene ağam, gidene paşam” diyen, “keyifli ve tatlı” yaşam sürmeye alışmış kimi sorumsuzlara da şöyle seslenmişti:

“En garibi, bu yola düşenlerin çoğunun, dünkü sosyalistler oluşu. Yeni dünyaları için, dünkü Cumhuriyeti her şeyi ile kemirmeleri gerekiyor. Yaptıkları bu.”

İstanbul’dan bana yazdığı 3 Nisan 2000 tarihli mektubunda şöyle demişti:

“Bendeniz Cidde’ye gelemeyeceğime göre, İstanbul’da tekrar görüşebilmek umuduyla saygılar ve sevgiler sunarım. Tabii daha iyi bir randevu yeri Seine kıyısı olabilir!”

Değerli dostum Çelik Gülersoy’u saygıyla anıyorum.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon