Çağla, erik, kiraz; derken geldi yaz…

Koronavirüs, Ramazan, bayram büyük laf, tamam, ama fışkırıp parlayan bitki, fırlayıp savrulan börtü böcek bahar dansına kalkacak, insan yerinde sayacak öyle mi? Üstelik yeniden dünyaya gelmişçesine yaşam hepimizi de kendi güzelim sofrasına buyur ederken ha?

Çağla, erik, kiraz; derken geldi yaz…
Abone Ol google-news
Yayınlanma: 27.05.2020 - 21:16

Koronavirüs, Ramazan, bayram büyük laf, tamam, ama fışkırıp parlayan bitki, fırlayıp savrulan börtü böcek bahar dansına kalkacak, insan yerinde sayacak öyle mi? Üstelik yeniden dünyaya gelmişçesine yaşam hepimizi de kendi güzelim sofrasına buyur ederken ha?

Edebiyatın akademiden kütüphaneye, dergi bürolarından kitabevi raflarına, yayınevi kapılarından otel odalarına han köşelerine, ucuz aşevlerine bu arada polisten nezarete, hapishanelere, kalelerle zindanlara dek uzanan genleşme niteliği yanında açık-kapalı kahvehaneler, meyhaneler, barlar da yazara yurtluk yapıyor elbet. Madem bayram, gelin biraz da meyhanelerinden bakalım onlara.

Andığım anamadığım bu mekânlar, yazar için hem acı-tatlı zenginlik hem de çoksesli kültürel ortamlar olarak belirgin görünürlük sağlıyor. Fethi Naci’nin, meyhane oturumlarını “akademi” bağlamında nitelemesi boşuna değil bu nedenle. Nitekim şair, yazar, ressam vb. sanatçıların da bir “sanat-kültür ortamı” açılımı halinde kaleme aldığı meyhane anılarının önemli yeri var yazınımızda.

Daha önce bu kavrayışla kaleme alınmış kimi kitaplar vardı zaten. h20’nun, 2018’de yeni basımlarını sunduğu Mehmed Kemal’in Öğle Rakıları, Fahir Aksoy’un Kürdün Meyhanesi adlı kitapları yanında Mehmet Ali Işık’ın Bizim Hatay’ı (Artshop, 2017) anımsanabilir sıcağı sıcağına.

ANKARA’NIN BİR “UNUTULMAZ”I OLARAK “DOSTÇA İLHAN”…

Bu kez gelin Ankara’ya geçip kurucu İlhan Altıntaş’ın (1939-2019) adını bile kendine katmış, sanat çevresinin uğrak yeri Dostça’ya oturalım. Tiyatrocu oğlu İlkay Altıntaş’ın kurgusu, bütünlemesiyle Dostça İlhan’ın anılarını okumak bayram armağanı: Dostça İlhan / Bir Meyhanecinin Anıları (Dorlion, 2020).

İlkay, anlatısını kurarken farklı bir yol izliyor diyebilirim. Âdeta aile geleneği oluştururcasına, Dostça İlhan’ın anıları arasına babasıyla ilişkilerini aktarıp bunları kendi oğluna aktarıyor; Bak, diyor, sizi buluşturuyorum dede-torun. İlkay’a göre “İlhan Altıntaş, tanıdığı(.) en iyi hikâye anlatıcısıdır. (…) Çünkü bir meyhanecinin dinleyecek ve anlatacak çok zamanı vardır.” (11)

Dostça’nın kapanışını, “bir dönemin de kapanışı” (229) olarak alıyor İlkay. Nitekim babasının yaşamöyküsünü, Dostça odağında kurarken bu arada pek çok yazarı, şairi, tiyatrocuyu, ressamı, müzisyeni, yanı sıra farklı çevreyle kültürden siyasetçiyi, işvereni, akademisyeni de tanıyoruz yer yer gülüntüyle yer yer de hüzünle. Tabii bilinen yanları kadar ilk kez okunan ayrıntılar eşliğinde.

O zaman “anı/biyografi” olarak sunulan kitap, Ankara’nın kültür tarihine yönelik bir sözlü tarih belgeseline dönüşüyor denebilir. Bu da ister istemez 1960 başlarından 80’lere, 90’lara, hatta 2000’lere dek başkentin yaklaşık kırk yıllık gayri resmi arka planını ele veren bir izdüşümler geçidine dönüşüyor.

Bu zaman eşiği tümüyle Dostça Meyhanesi odağında yaşanıyor değil. Dostça’nın açılışından kapanışına geçen süre görece kısa, bunun öncesi, sonrası var; ancak İlhan Altıntaş, meyhaneci olarak gidip de nerelerde düzen kurarsa çevresindeki insanlar hareketli bir tarihin öğeleri olarak peşine takılıyor onun.

İlkay’ın söylediklerine katılmamak elde değil; benim de yakından tanık olduğum bir nitelik: Yalnız iyi bir anlatıcı değildi İlhan Altıntaş, usta bir hikâye kurucusuydu aynı zamanda. Ankara’nın bir dönemi üzerine önemli bir kaynakça kültür tarihçileri için: Dostça İlhan / Bir Meyhanecinin Anıları.

DÜNYA DAMLASI

Italo Svevo’dan “Cömert Şarap”

Kitaplar Adası’na bizden bir-iki romanla tek bir öykü kitabı alıyorum son yıllarda, hadi yağmur yağmasın iyi ama damla da mı düşmesin dünyadan adaya?

Madem Dostça İlhan’ın meyhane anılarından girdik, şaraplı bir anlatıyla sürdürelim yazıyı. Değil mi bayram haftası, gelsin o halde sofrası.

Zeno’nun Bilinci (Çev.: Neyyire Gül Işık, Can, 1998) adlı romanıyla tanıdığımız Italo Svevo’dan, dilimize ilk kez çevrilen Cömert Şarap (Çev.: Ersan Üldes, Kafka, 2019) adlı yapıta getireyim sözü. “Anlatı” denilse de daraltılmış roman, hatta öykü türüne özgü okunabilirlik sergileyen bir metin bu yine de. Ersan Üldes, yerli yerinde, doygun bir “Sunuş” eklemiş ayrıca yapıta.

Anlatıcı, karısının yeğeni için verilen “evlilik arifesindeki akşam yemeği”ndedir. Hastalığı için “maruz kaldığı(.) perhizi” olsa da karısı, doktorundan “o gece herkes kadar yiyip içebilme(si) için izin almışı(r).” (17, 19)

Akşamki yemekle sonrası, kolayca kestirilebileceği gibi anlatıcı için kendi “özü(n)ü inşa etmeye uğraş(makla)” geçer. Bu, kendi ben’ini deşerken, sonuçta ötekileştireceği yakın-uzak akrabaları ya da dostları, tanıdıkları didikleme, anlamına gelecektir. Ama “konuşmadığı(.) zamanlarda durmadan içtiği(n)i hiç kimse fark etme(z)” bu arada (23, 24)

“Devrim ideali” taşıyan anlatıcı için böyle bir çatışmayı göze almak, “bağımsızlığı(n)ın ifadesi”dir. (31) Kendi kişisel geçmişini deşmekten geri durmaz anlatıcı, “tek aşk günahı” da (35) bundan payını alır. Ne var ki “büsbütün dağılmış zihni”yle (36), hep bir kafeste tıkılı kaldığını kurar.

Dağılmış zihniyle eve döndüğünde de karabasanlarla boğuşmayı sürdürür. Huzursuzlukla çalkanırken anlar ki “kurbana ihtiyaç duyan bir din”in üyesidir aslında karşıdakiler. O, âdeta “diğerlerinin yararına ölmek için(.) seçil(miştir).” “Hayatta kalmak için yalnız başı(n)a savaşmak zorunda(dır)”, o kadar. (52, 54)

“Herkes tarafından kınanmıştı(r)” belki ama bu sözler karşılığını bulmuş değildir yine de. Anlatıcı o soruyu yöneltir işte; “Çocuklarımızın bizi bağışlamasını nasıl sağlayacağız onlara böyle bir hayatı sunduktan sonra?” Sonuçta, “kuyruğunu kovalayıp duran, kendi kurtuluşu için kendi öz kızını kurban etmeye dünden razı olan da” kendisi değil midir?  (56, 59, 60)

Şu çağda çocuklarımıza Covid-19 sunduğumuza göre sorgulama anlatısı olarak bu yanıyla da Svevo’nun Cömert Şarap’ı okunası, berrak bir metin. 

İşte masanız, kitabınız, virüse inat gelsin o halde kadehiniz, iyi okumalar.

ÖYKÜDENLİK…

Nilgün Çelik; “Gelenler”…

Öykücü olarak Nilgün Çelik’i, yayımladığı ilk öykü kitabıyla tanıdım: Gelenler (İndie, 2020). Yirmiye yakın öyküsünde gözümü kısıyorum, usta bir öykücü karşımdaki, yeniden bakıyorum, Tarık Dursun K’nin deyişiyle bir “Güzel Acemilik” sızıyor yine de bunlardan.

Şöyle diyeyim; “Acur”, “Sürgün Yeri”, “Geri Alma”, “Gelenler” vb. düzeyli örneklerin yanında sönük kalanları ayıklamasını beklerdim doğrusu yazardan. Böyle bir seçim yapılmadığı görülebiliyor. O zaman kimilerinden âdeta gülmece havası sızarken, kimileri de çizgiselliğe göz kırpıyor

Bunun yanında sözcük seçimiyle yerleştiriminde de kimi eksikler dikkati çekiyor. “Ağlayım mı istersin?” (17), “kör denizin ahraz balığı” (32), “birini kaldırsan hepsi yıkılacak” (61) gibi demlenmiş söyleyişleri, ister istemez beklentiyi bu yönde pekiştiriyor.

Şiir işçiliği olan Nilgün’ün öyküde direnmesini bekliyorum yine de. Çünkü o, öyküde ruhsal karmaşaya dayalı bir artalan yaratırken, 1. Bakışımlı diziliş yerine çaprazlama dizilişi yeğleyişiyle 2. Sıçramalı geçişlerinde ben’le öteki’ne dönük kaydırmalı sorgulayıcı tutumuyla anlatıya kıvraklık getirirken, bu yaklaşımıyla da dikkati çekiyor. Bu yolla okuru etkin kılıp, öyküyü birlikte deşmeye çağırıyor. Nilgün’den görece iyi bir başlangıç: Gelenler.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler